Sayfalar

Anayurdumuz Anadolu, Atayurdumuz Türkiye!..

01) "Anadolu yarımadasının bugün için bilinen en eski adı 'Hatti Ülkesi' idi. İlk defa Mezopotamya yazılı kaynaklarında, Akkad sülalesi döneminde (M.Ö. 2350-2150) kullanılan bu adlandırma, M.Ö. 7. yüzyıl Assur yıllıklarında görüldüğü üzere, M.Ö. 630 tarihlerine değin süregelmiştir. Böylece Anadolu, en aşağı 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak tanındı. Bu ad o denli yerleşmişti ki, M.Ö. 2200 tarihlerinden itibaren Anadolu'yu istila etmeye başlayan Hind-Avrupalı 'Hititler' bile yeni yurtlarından söz ederlerken, Hatti Ülkesi deyimini kullanmışlardır." (Ekrem Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, s.1)

02) "Görünüşe göre Hattiler Anadolu'nun yerli bir halkı idi ve en aşağı M.Ö. 3. binin ortalarından beri küçük krallıklar, beylikler halinde idare ediliyorlardı. Bir çeşit kent-devlet olan bu beylikler M.Ö. 2200'den sonra teker teker Hititlerin eline geçmeye başladılar. Bununla beraber Hattiler, Hitit Dönemi'nde de nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturuyorlardı." (Akurgal, aynı kitap, s.2)

03) "Hattilerin dili hakkında pek az bilgimiz var. Hatticenin Hint-Avrupa ve Sami dillerinden tamamiyle değişik, kendine özgü bir dil olduğu saptanmıştır. Özellikle prefix, yani önek kullanan bir dildir. Örneğin çoğul eki, kelimenin başına geliyordu. Söz gelimi şapu, tanrı demektir. Wa ön eki ile Waşapu tanrılar, anlamına geliyordu." (Akurgal, aynı kitap, s.1-2)

04) "Hattuş, Hitit başkenti Hattuşa'nın Hatticesi'dir." (Akurgal, aynı kitap, s.2)

05) "Anadolu'nun Mezopotamyalılar tarafından Hatti Ülkesi adı ile anıldığını bildiğimize göre, M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında gelişmiş olan uygarlığın da Hattilere ait olması gerektir." (Akurgal, aynı kitap, s.3)

06) "Hititler, Anadolu'ya ilk geldiklerinde ilkel bir durumda idiler ve bu nedenle Hattilerden din, mitoloji, edebiyat bakımından büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Onların tanrı, dağ, nehir ve kent adlarını aynen almışlar, hatta kendilerine yurt edindikleri ülkenin adını bile değiştirmemişlerdir. Öyle ki daha sonraları gelişme olanakları bulan Hititler, Hattilerden aldıkları zengin kültür mirası ile dünya tarihinin en ilginç ve özgün uygarlıklarından birini yaratmışlardır." (Akurgal, aynı kitap, s7)

07) "Anadolu yerleşmelerinin Erken-Tunç Çağı'ndan beri yarım bin yıl boyunca sürdürdüğü barış yaşamı, M.Ö. 2000 yıllarına doğru korkunç bir saldırı ile son bulmuştur. Alacahöyük'te ve Boğazköy'de Erken Tunç Çağı uygarlığı kalın bir yangın tabakası ile örtülmüştür. Alişar'da Erken Bronz Çağı'ndan sonra oturma yalnız Akropol'de sürdürülmüş, şehirde ise bütünüyle son bulmuştur. Orta Anadolu'daki Bitik, Karaoğlan, Dündartepe ve Karahöyük gibi yerleşmelerde ise Erken Bronz Çağı tabakası bir düşman saldırısının belirgin yangın izlerini gösterir. Ankara'daki Ahlatlıbel'le Etiyokuşu yerleşmeleri de Erken Tunç Çağı'ndan sonra terkedilmişlerdir. Böylece Erken Tunç Çağı'nın Orta Anadolu'da silah zoru ile kapandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu yangın tabakasının üzerine kurulmuş olan yeni uygarlık aşağıdagörüleceği üzere Hind-Avrupalı dil grubuna giren Hititlere aittir." (Akurgal, aynı kitap, s.10)

08) "Demir bu dönemde en değerli madendi ve gümüşten 40 kat daha değerliydi." (Akurgal, aynı kitap, s.12, "İlk Hitit İzleri / M.Ö. 1800-1700")

09) "H.Koşay'a göre demir eritme ocaklarının daha Hatti Devri'nde bilindiğini yukarıda görmüştük." (Akurgal, aynı kitap, s.12)

10) "Altın gümüşten 8 kat değerli idi. İyi kalite bakırın 70 kilosu bir kilo gümüşe eş değerli idi. Amutum adlı bir maden, gümüşten 40 kat daha değerli idi, yani bir kilo amutum elde etmek için 40 kilo gümüşe eşdeğer olan bir mal vermek gerekiyordu. Bu değerli maden, o dönemlerde yeni keşfedilen demir olsa gerektir." (Akurgal, aynı kitap, s.14)

11) "Tarihçiler, yazının keşfi ile başlayan devrilere Tarihi Çağlar, yazının bilinmediği devirlere de Tarih Öncesi Çağlar adını verektedirler. İlk yazı Mezopotamya'da ve Mısır'da yaklaşık olarak aynı sıralarda, M.Ö. 3. binin başlarında kullanılmaya başlanmıştır. Tarih öncesi uygarlıklar: Taş Devri, Bakır Devri, Tunç Devri ve Demir Devri olarak dört bölümde tetkik edilir." (Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarıkları, s.21)

12) "Tunç Çağı (M.Ö. 3000-1200) Tunç Çağı Anadolu'da 3000, Girit'te Ege'de ve Hellas'ta 2500-2000, Avrupa'da ise 2000 yıllarında başlar." (Akurgal, AU, s.26)

13) "Orta Tunç Çağı (M.Ö. 2500-2000) Orta Tunç Çağı'nın en büyük teknolojik aşaması çömlekçi çarkının icat edilmiş olmasıdır. Bu, dünyada sanayileşmenin ve endüstrileşme atılımının ilk adımıdır. Çömlekler artık 'makine' ile üretiliyordu (M.Ö. 2250-2000)." (Akurgal, AU, s.27)

14) "Anadolu yerleşmelerinin Erken Tunç Çağı'ndan beri yarım bin yıl boyunca sürdürdüğü barış yaşamı M.Ö. 2000 yıllarına doğru korkunç bir saldırı ile son bulmuştur. Alacahöyük'te ve Boğazköy'de Erken Tunç Çağı uygarlığı kalın bir yangın tabakası ile örtülmüştür. Alişar'da Erken Bronz Çağı'ndan sonra oturma yalnız Akropol'de sürdürülmüş şehirde ise bütünüylü yok olmuştur. Orta Anadolu'daki Bitik, Karaoğlan, Dündartepe ve Karahöyük gibi yerleşmelerde ise Erken Bronz Çağı tabakası bir düşman saldırısının belirgin yangın izlerini gösterir. Ankara'daki Ahlatlıbel'le Eti Yokuşu yerleşmeleri de Erken Tunç Çağı'ndan sonra terkedilmişlerdir. Böylece, Erken Tunç Çağı'nın Orta Anadolu'da silah zoru ile kapandığı anlaşıllmaktadır. Söz konusu yangın tabakasının üzerine kurulmuş olan yeni uygarlık, Hind-Avrupalı dil grubuna giren Hititlere aittir." (Akurgal, AU, s.42)

15) "Hitit adı ile anılan Hind-Avrupalı halk kendilerine 'Nesili', yani Nesice konuşanlar adını vermişlerdir. Nesili sözcüğü Kültepe'nin eski adı olan Neşa'dan gelmektedir. Ancak Nesice konuşanlar bütün yazılı metinlerde ellerinde bulundurdukları Anadolu'yu 'Hatti Ülkesi' ve orada oturanları da 'Hatti Sakinleri' olarak adlandırdıkları için bu yüzyılın başlarında bu metinleri gören bilim adamları gün ışığına çıkarılan bu uygarlığa ve onun sahibine Hatti adını verdiler." (Akurgal, HHU, s.18)

16) "Anadolu'nun Mezopotamyalılar tarafından Hatti Ülkesi adıyla anıldığını bildiğimize göre M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında gelişmiş olan uygarlığın da Hatti'lere ait olması gerektir." (Akurgal, AU, s. 31-32)

17) "Hititlerin Anadolu'ya kafkasya yoluyla geldikleri varsayımı" (Akurgal, HHU, s.7)

18) "… Kaniş'in başındaki Ka'nın Hattice bir ön ek olması gerekir. … belki de Kaneş ya da Kneş sözcüğündeki 'Kn' İngilizcede knee, knife, ta olduğu gibi K harfi okunmuyordu. Nitekim Latincedeki Nosco sözcüğünün gnosco kökünden gelişi de bu okunuş önerisine uyan bir örnektir." (Akurgal, AU, s.43)

19) "Çeşitli kazı yerlerinden çıkarılan Hitit belgeleri, özellikle çivi yazılı onbinlerce tablet,çağdaş insanlığın, adı bile unutulmuş nice halk üzerine bilgi edinmesini sağladı. O arada, İÖ 2. binyılda Anadoluda, Hitit'lerden sonra en önemli ulusal topluluğun, Hitit belgelerinde Luwili diye anılan bir dili konuşan halk olduğu öğrenildi. Hitit'lerin kendilerinin, Hitit Hiyeroglifleri denen yazıda kullandıkları dil de bu dil idi. Hitit imparatorluğunun yıkılmasını izleyen yarım bin yıl boyunca da, sonradan Kappadokia diye tanınan Anadolu parçasında ve Çukurova'da Luwi dilinin ve ona özgü yazının (Hitit Hiyeroglifleri denen yazının) yeni bir türünün kullanılması, süregitt; oysa Hitit'lerin kendi dili ve Hitit çivi yazısı, unutuldu. Günümüzde, Luwi dili ve buna özgü hiyeroglif yazısı üzerine bilgi birikimi , artık hayli ileridir. Ne var ki, Luwi ulusunun kendisinin tarihi, henüz karanlıklar içindedir." (Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, s.4-5).

HATTİ. Söylenişi, Khatti. Alacahöyük ve Hattusa/Boğazköy dolaylarında, şimdi Hitit'ler diye anılan ulustan önce egemen olmuş, İÖ 2500 dolaylarının yapıtı Alacahöyük buluntularının öz sahibi, Hind-Avrupalı olmayan bir dil konuşan halkın adı; ayrıca, o ulusun yurdunun adı. Aynı yöreye daha sonra egemen olan ulus da kendini ve yurdunu aynı adla anmıştır; böylece, Hatti, Anadolunun en eski adı olmuştur.

Bu, "daha sonra egemen olan ulus"a şimdi Hititler deniyor ki, Hitit adı dahi aslında Hatti adıyla bağlantılıdır. İmparatorluk çağı Hitit'lerinin geleneklerini yaratan ve günümüzde "Geç Hitit'ler" diye adlandırılan, çoğu aslında Luwi kültüründe olan topluluklar Filistine de yayılmışlardı. Kendilerini Khatti'ler diye anan bu insanların adı, Tevrat'ın İbranice aslında "Ht Halkı" diye geçer. Ht ile gösterilen, gerçekte, Hatti adının İbranileştirilmiş biçimi olan sözcük idi. Ama, İbranicenin yazısında sesli harf bulunmadığından yalnız Ht harfleri kullanılmıştı. Asur belgelerinde, ülke ve halk adı olarak Hatti sözcüğü, Hata biçimini almıştır. Mısır hiyeroglif yazısında ise, o yazının da sesli harfi bulunmadığından, Ht değerini taşıyan hiyeroglif işareti kullanılır.

Tevrat batı dillerine çevrilirken, Almancaya çeviriyi yapan Martin Luther, Ht ile gösterilmiş sözcüğü, "Hethit'ler" diye; İngilizce ve Fransızca ya çevirenler ise, "Hitit'ler" diye okuyup yazdılar. Çünkü o sırada, hatta 19. yüzyıl sonuna kadar, Phryg'ler öncesi Anadolu halkları üzerine hiçbir şey bilinmiyordu. Hitit'ler dediğimiz halk, Hellen'ler için bile, tarihin karanlığına gömülmüş, bilinmeyen bir halk idi. O yüzden, Tevrat'ın çevirilerinde böyle çelişkili uydurmacılıkların yapılmasına şaşmamak gerekir. Nitekim, Tevrat'ın Türkçe çevirisinde de aynı uydurmacılığın daha değişik biçimleri bulunuyor ve Filistin'deki Hatti halkı, bazan Hitti'ler diye, bazan da Het'ler, Het Oğulları diye anılıyor.

Geçen yüzyılda ve bu yüzyıl başında Türkiye aydınları arasında en yaygın yabancı dil Fransızca olduğundan, o uydurma adlar içinde, Fransızların kullandığı ad, onların söyleyiş biçimiyle, Hitit'ler diye Türkçeye geçti.

Sonuç olarak, Hitit adı, binyıllar sonra, yanlış okuma yüzünden uydurulmuş bir addır.

Brandentein (RE Suppl. VI Kleinasiatische Ursprachen maddesi, s. 169 satır 31-33 ve s.170 satır 5-6) Hatti sözcüğünün öz biçiminin Khattu ve anlamının da "Gümüş Ülkes" olduğu kanısındadır. Karş. Hattusa.

(Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, s.307-308, İnkılâp Kitabevi, 2.Baskı)

HATTUSA  (Khattusa).  Adının Hatti (Khatti) adıyla bağlantısı pek açık olan bu kent, Alacahöyük erken tunç çağı kültürünün Hatti'lerince kurulmuş ve Hattus (Khattus) diye adlandırılmıştı; Hititler, kente egemen olduktan sonra, adını Hattusa (Khattusa) biçiminde söylediler. Hatti adının öz anlamı bilinmediğinden, Hattus adının anlamı da karanlıktadır. Hatti adını "Gümüş Ülkesi" anlamına geldiğini, öz biçiminin Hattu (Khattu) olduğunu savunan Brandenstein gibi (bkz. Hatti), Herzfeld de (s. 198 dn.5) Hattusa adının "Gümüş Kenti" anlamına geldiğini söylüyor. Her iki yazar, dayanak belirtmemiştir. (Umar, TTA, s.308)

HATTİWANA. Sonradan çeşitli bölgelerde Hattana, Hattena, Katabana, Kataonia gibi biçimlere bürünmüş bu ad, Hatti (Khatti) adına Luwi dilinin "-sal, -ülkesi" anlamındaki wana takısı eklenerek türetilmiştir. (Umar, TTA, s.308)

Hattusili (Khattusili). Üç Hitit Büyük Kralının adı. Kent adı Hattusa sözcüğüne, İngilizcedeki -ish ve Almancadaki -isch'in karşılığı olan Hitit dili takısı -ili eklenerek türetilmiştir (Hitit belgelerinde, Luwi dilinin Luwili diye adlandırıldığını anımsayalım). Dolayısiyle, "Hattusa'lı" demektir. (Umar, TTA, s.308)

Assa (sözcüğü). Çeşitlemesi İssa. Hellen ağzında: Assos, İssos. Anlamı: "Yerleşim" (buradan, keza: köy kasaba, kent).

Luwi dilinden ve ardılı İÖ 1. binyıl Anadolu dillerinde gelme pek çok yerleşim adında Asa/Assa bitişini görüyoruz (başlıca örnekler, kitabın sonundaki Tablo 37'de toplu biçimde gösterilmiştir)*. Hatta, Assa, tek başına, bir kent adı olarak da karşımıza çıkıyor (bkz. aşağıda Assa). Aynı dillerden kalma olduğunu, içindeki, o dillere özgü sözcüklerin, takıların varlığı nedeniyle anlayabildiğimiz bazı kent adlarının Hellen ağzında -assos, -ssos bitişli edilmiş biçimlerini görünce (bkz. Adrassos, Aliassos, Pedasos vb.), üstelik Assos adlı bir kentle karşılaşınca, böyle -assos, -ssos edilmiş bitişlerin dahi öz biçimini assa olduğu sonucuna güvenle ulaşabiliyoruz.

Luwi dilinin hısımı Hitit dilinde, "iskân etmek, yerleştirmek, kent kurmak" anlamlarında bir Asas fiili vardı (Sturtevant, s.17). Buna bakarak, Asa/Assa'nın, Luwi dilinde, Almancanın Siedlung'u ve Sitz'iyle aynı anlamda, yâni "Yerleşim" (buradan: köy, kasaba, kent) anlamında bulunduğunu sezebiliyoruz. Nitekim Meriggi (Glossar, s. 62 sonu) Assa'yı "Sitz" olarak çevirmiştir. Demek, asa/assa (Hellen ağzında, assos) bitişi, tarihsel coğrafya adlarında, -kenti anlamındadır. Örneğin Mylasa/Mylassa, Mula-(a)ssa, Değirmen-kenti"dir; Thebasa, aslında Taba-(a)ssa, Düzlük-kenti" demektir.

Assa/Assos sözcüğünün bir söyleniş ve yazılış biçimi de issa/issos'tur. Gerçekten, diğer bazı Luwi/Pelasgos sözcüklerinde de, baştaki a yerine i'nin geçtiği çeşitlemeler görmekteyiz; wanda/anda (Hellen ağzında andos) takısı yerine inda (Hellen ağzında inthos; Korinthos'taki gibi); wana/ana takısı yerine ina (Attagaina'daki gibi); hatta Ana Tanrıça için Ama/Ma yerine İma denmesinin örnekleriyle dahi karşılaşacağız (İmaion gibi). Tarihsel kent adlarında assa/assos yerine issa/issos çeşitlemesinin kullanılışı hayli yaygındır (Larissa, Naissos vb.).

Luwi hiyeroglif yazısında, "kent, hisar" kavramını anlatan simge (ideogram) biliniyor. Bu, Meriggi'nin (Glossar, s. 210'da) 199 sayılı olarak gösterdiği simgedir. Ancak, bunun Luwi dilinde nasıl okunacağı; diğer söyleyişle, o dilde "kent, hisar" anlamına gelen sözcüğün ne olduğu, saptanamamıştır.

Eski Hellen'ler, Luwi dilinden ya da onun ardılı, daha sonraki Anadolu dillerinden gelme -sa (o arada, -asa, -assa) bitişli sözcüklerde -sa bölümünü bazan, olduğu gibi bırakmışlardır (örneğin, Bodrum Yarımadasındaki Leleg kenti Madnasa'nın, yine oradaki bir diğer Leleg kenti Pedasa'nın adlarında). Bazı örneklerde bu bitişi kimi zaman -sa diye, kimi zaman, bir okunuş ve söyleniş farkı söz konusu olmaksızın, -ssa diye yazmışlardır: Örneğin çdğu kez Larissa, bazan Larisa; çoğu kez Mylasa, Arrianos 1 XX 4'de Mylassa. Kimi örnekte ise, -sa bitişini -sos'a çevirmişlerdir. O arada, Leleg kenti Pedasa'nın Troas'daki bir adaşını İliada (X 425-431) Pedasos diye anıyor. Hellen'lerin, -sa bitişini -sos ettikleri adlarda, o bitişi kimi zaman, yine bir okunuş ve söyleniş farkı söz konusu olmuksızın, -ssos diye yazdıkları görülüyor. Örneğin, hemen hemen bütün diğer kaynaklarda İassos biçiminde aktarılan kent adı, Arrianos'ta (1 XX 11) İassos'tur. Ancak, Hellen'lerdeki genel ve yaygın eğilim, -sa'lı bitişlerin -ssos'a çevrilmesidir: Telmessos, Termessos, Sagalassos, Mokissos, Bybassos gibi.

Hellen ağzında -ssos biçimini alan bitiş, Türk ağzına uyarlanırken genellikle -sun yada -sın edilmiştir; bu konuda bkz. kitabın sonunda, "Genel Sonuçlar" bölümünde I 5 c. Hellen ağzının değiştirmediği -sa bitişleri, Türk ağzında çoğu kez son a'sını yitirmiş (örnek: Mylasa'dan Milâs), hatta bazan a'yı yitirdikten başka s'si de z olmuştur (örnek: Arpasa'dan Arpaz).

* TABLO 37 - Luwi dilinin "Yerleşim" (buradan: köy, kasaba, kent) anlamındaki ASSA/İSSA sözcüğüyle, ya da bunun Hellenleştirilmiş biçimi Assos/İssos sözcüğüyle türetilmiş adların, gördüğümüz bazı örnekleri (Yalnız A ile başlayan adlar arasından seçilmişlerdir): Abbassos Abessos Adessos Adopissos Adrasan Adrassos Agalassos/Ağlasun Agoressos Aigissos Akalissos Akarassos Akrasos Algbadessos Aliassos Alikarnassis Alikarnassos Alossos Amadassa Amamassos Amaseia Amisos Amnisos Andrasos Apaisos Apasa Arabissos Ardasa Argasa Ariassos Arlissos Arnissa Arpasa Arsissa Artymnessos Asia Assessos Assuva Attanassos

Ata (sözcüğü). Keza, Atta. Bkz. Ada/Ata/Atta (sözcüğü). Sözcük, Atta biçimiyle, Hitit dilinde "Baba" anlamında kullanılıyordu ve o nedenle, Ana Tanrıça'nın erkeği Anadolu baş tanrısının adlarından biri, onun "Baba" özelliğine işaret eden, Atta/Attas idi. Anadolulu Attala adı (Hellen ağzında Attalos; Goth ve Hun ağzında Attila) bu kök sözcükten türetilmiştir. Atta'cık, "Atta tanrının oğlu" demektir. TA "Attila" maddesinde, Attila adının Babacık anlamına geldiğinin söylenmesi, ancak yukarıda anlattığımız çerçeve içinde doğrudur. Luwi dilinin "Baba" anamındaki sözcüğü Tati idi (Laroche, Dictionnaire, s. 95). Ancak, Luwi'lerde de Ata/Atta'nın Ada sözcüğünün bir çeşitlemesi olarak kullanıldığı ve bazı adlar içinde Baba Tanrı'yı kasdettiği, Hitit bölgesi dışında fakat Luwi/Pelasgos bölgeleri kapsamında karşılaştığımız Atabyrion, Atalaura, Atanassos/Attanassos, Attala/Attalos, Attouda gibi adlardan anlaşılmaktadır. (Umar, TTA, s.129)

Ada/Ata/Atta (sözcüğü). Van Windekens'e göre (Le Pélasgique, s. 148) bu sözcük, Hind - Avrupa dillerinde, "Cici" gibi, sevgi anlatan bir sözcük olarak yorumlanmalıdır; o dillerden bazısında (Hitit, Hellen, Lâtin dillerinde) "Baba" anlamına, ama Sanskrit dilinde "Anne" anlamına gelen Atta sözcüğü ve yine Sanskrit dilinin "Abla" anlamındaki Atti sözcüğü bu kökle bağlantılı olmalıdır. Luwi/Pelasgos dilinde, sözcük, anlaşılıyor ki, Ana'yı da kastedebiliyordu. Nitekim, Karia kraliçesi Ada'nın ve onun hem yeğeni hem adaşı olan genç kızın (Strabon, 14 II 17) adı; ayrıca Adana/Athana/Athena (kent, tanrıça) adı ve bir tanrıça Ada'ya işaret eden, aşağıda göreceğimiz Ada(n)da gibi adlar bu sonucu destekliyor.  (Umar, TTA, s.13)

Ama (sözcüğü). Luwi dilinde anni, Hitit dilinde anna, "anne, ana" demektir ve bizdeki sözcüklerle eski Anadolulu sözcükler arasındaki yakınlık, bir rastlantı ürünü değildir (bkz. Umar, THİT 2. bsl., c.I/1, s.201). Ama (ve bunun çeşitlemesi, Ma) sözcüğü de, özellikle Ana Tanrıça'yı belirtir yolda kullanıldığı gibi, doğrudan doğruya "Ana" anlamında olarak, Luwi dilindeki metinlerde geçmektedir (Laroche, Dictionnaire, s. 27). Luwi dilindeki bazı sözcüklerin, baştaki A ile yahut baştaki A söylenmeksizin, iki türlü çeşitlemesinin bulunduğunu daha önce bazı örneklerde görmüştük: Aba/Apa, yahut Pa; Aia, yahut İa gibi. Zaten, aynı durum, en eski Hind-Avrupa dillerinden bazılarında da görülmektedir. Örneğin, Ernst Herzfeld (s. 306 dn. 2) eski İran dili için şöyle yazıyor: "Many old Iranian names appear with or without initial A: Amadoi/Mada, Amardoi/Mardoi, Asagrta/Sagartioi, Asimanu/Simanu". Luwi/Pelasgos yurtlarında aynı adıngerek Ama biçiminde gerek Ma biçimindeki çeşitlemelerinden türetilmiş pek çok tarihsel coğrafya adıyla karşılaşacağız. (Umar, TTA, s.57)

Hay.  Ermeniler kendilerine Hay derler. Herzfeld'e göre (s.314) Hitit belgelerinde geçen ve Doğu Anadolu'da, Erzurum dolaylarında bir yöre için kullanıldığı sanılan Haiasa (Hayasa) adı ile bu Hay sözcüğü arasında bağlantı olabilir. (Umar, TTA, s.309)

HAYASA . Bkz. Hay

HAYRADOS.  Antalya ilinin Gazipaşa ilçesinde bir köyün adı (Saraçoğlu, s. 532 sonu). Rumcadan gelmişe benziyorsa da o dilde böyle bir sözcük saptayamadım. Anadolulu bir adın Rum ağzında çarpıtılmış biçiminden Türk ağzına uyarlanmış olabilir. (Umar, TTA, s.309)

20) "Dikkate değer ki, Zeki Velidi Togan, Aryaların şimdiki Türkistan dolaylarına Ön Asya yoluyla geldiklerini 'sabit' görüyor ve hatta Orkhun anıtları abc'sinin kökenini, onların Ön Asya'dan getirdiği yazıya bağlıyor. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş kitabının bir başka yerinde yine Orkhun abc'si (daha doğrusu, Göktürklerin, Orkhun anıtlarında da kullandıkları abc) konusuna değiniyor ve bu yazının Ön Asya'dan geldiğini kuşkusuz sayıyor, fakat bu yazıyı Saka'ların Ön Asya seferleri sırasında öğrenmiş ve getirmiş olabileceklerine işaret ediyor. Gerçekten, İÖ 1. binyıl Anadolu dillerinin (Lydia dili, Karia dili, Phrygia dili, Lykia dili, hatta yerli Pamphylia dili yâni orasının Hellen olmayan Anadolulu insanlarının dili) abc'leri hem birbirine, hem de Orkhun anıtlarındaki abc'ye benzer. " Bilge Umar, İlkçağda Türkiye Halkı, s.77).

21) "Sonuç olarak, Orkhun anıtlarının dilinde, Bilge Kağan'ın adı başına getirilen Türk sözcüğü, onun 'Egemen kişi' olduğunu belirtmektedir; Türk budun deyişi, "Egemen budun/ulus'u kasdeder ve Türk Tengri yâni Türk Tanrı, "Egemen Tanrı, buyruk yürüten Tanrı' demektir." (Umar, İTH, s.106)

22) "Sözü geçen kentin adı, çağdaş kitaplarda Hattusa, Hattusas, Hattuşa, Hattuşaş biçimlerinde yazılmakta; daha doğrusu, genellikle Hitit adlarında şimdi s ile ş'nin birbiri yerine kullanıldığı, ayrıca bu adların sonuna kimi yapıtta (adları ş ile yazanların kiminde) bir ş harfi, (adladı s ile yazanların kiminde) bir s harfi eklendiği görülmektedir. Bunun nenedi şudur: Hititler, Akkad (keza Asur/Babil) çivi yazılı metinlerinde, kendi dillerinin yahut da Luvi dili gibi bir diğer dilin sa, se, si, su hecelerini içeren sözcüklerini yazarken, o yazının (çivi yazısının) şa, şe, şi, şu hecelerine özgü işaretleri kullanmak zorunda kalmışlardı. Çünkü o yazıda sa, se, si, su heceleri için işaret yoktu. Bu yazının günümüzdeki uzmanları, örneğin Hattusa'daki kazıları 1906 yılında başlatan Winckler, anlattığımız nedenle, Hitit belgelerindeki o gibi sözcükleri, çivi yazısının gösterdiği şa, şe, şi, şu değerleriyle okudular ve günümüz yazılarına o değerle çevirdiler. Oysa, ş ile çevrilen sesingerçekte s olduğu, aynı Hitit adlarının, Mısır belgelerinde, Mısır'a özgü hiyeroglif yazısıyla yazılmış biçimlerinden anlaşıldı. Çünkü Mısırlılar, ş'li ve s'li sesleri ayrı ayrı belirtebilen işaretler kullanıyorlardı." (Umar, İTH, s.116)

23) Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar'ın H ile başlayanlar bölümünde çok sayıda gönderme yapmış: "Habessos-Abessos, Hadramut-Adramut, Hadrianoi-Adrianoi, Hadria-Adria, Halasarna-Alisarna, Hales-Ales, Halesion-Alesion, Halicarnassis-Alikarnassis, Halicarnassus-Alikarnassos, Haliarna-Alikarna, Halys-Alys, Hamaxia-Amaxia, Hamaxitos-Amaxitos, Hanzit-Anzathene, Harmala-Armala, Harmandalı-Armanda, Harmatos-Armatos, Harpagia-Arpagia, Harpasa-Arpasa, Harpasos-Arpasa, Harsa-Arsa, Harzam-Arzamon, Hebros-Ebros, Hedraios-Edraios, Hekatonnesoi-Ekatonnesoi, Hektor-Ektor, Hellas-Ellas, Helnia-Elnia, Hennetoi-Ennetoi, Hephaistos-Ephaistos, Heptasdadion-Eptastadion, Herbessos-Erbessos, Hermes-Ermas, Hermos-Ermos, Herpa-Erpa, Hippoi-İppoi, Hippourios-İppourios, Holmoi-Olmoi, Homonada-Omonada, Hygenneia-Ygenneia, Hyia-Yia, Hykhantenoi-Ykhannetoi, Hylamoi-Ylamoi, Hyllarima-Yllarima, Hyllos-Yllos, Hypaipa-Ypaipa, Hypakhaios-Ypakhaios, Hyparna-Yparna, Hypius-Ypios, Hypokremnos-Ypokremnos, Hypsela-Ypsela, Hyrgaleis-Yrgaleis, Hyromos-Yromos, Hyspiratis-Yspiratis" adlarının aynı şeyi anlattığını belirtmiş. 

Bu sözcüklerin başındaki H sesinin ihmal edilebilir bir ses olduğunu görmüş. Öyle ise, 54 adın başındaki H sesinin ihmal edilebilir olduğu yerde, 55'inci adın başındaki H sesi de ihmal edilebilir. Hattuş'un Attuş, Hattusa'nın Attusa, Hatti'nin Atti biçiminde çeşitlemesi vardır. Hattusa'nın başındaku H sesi düşerse, geriye asıl sözcük Attusa kalır. Attusa'nın sondaki -sa sesinin yerleşim (köy, kasaba, şehir) anlamına geldiğini biliyoruz. Attusa'nın -sa sesini bir kenara bırakırsak, Attu bölümü çırılçıplak ortaya çıkar. Attu'nun Atta olduğunu görmek için azcık dikkat etmek gerekir. Atta'nın adı Hattuş'tan doğuya gidildikçe Otu biçiminde söyleniyor olmalı. İşte bu Otu'nun bir başka söyleniş biçiminin de Ogu/Oğu olması ve buradan Oğuz adının oluşması gerekir. Oğuz'dan önce Mete vardı. Mete adının aslı (A)Ma+(A)tta olduğu ve bunun da "Toprak Ana'nın erkeği Atta" anlamına geldiği yeterince açıktır. Aynı şekilde, Hattuş'tan batıya gidildikçe Atta'nın Ta'sı Te De Ze biçimine dönüştüğü belirlenmiştir. Dikkat edilirse, Zeybek adının başındaki Ze ögesinin Atta'nın Ta'sı olduğu görülebilir. 

24) Google çeviri çubuğuna insan yazılırsa, sözcüğün karşılığı, hominum (Latince), humaine (Fransızca),human (İngilizce), uman (Romence), umano (İtalyanca), humano (Portekizce), humano (Galiçyaca), humà (Katalanca), olarak veriliyor. 

Bu sekiz dilin altısında sözcüğün başında h sesi var iken, İtalyanca ve Romence çeviride h sesinin olmadığı görülüyor. Aynı şekilde, başında h sesi olsun veya olmasın, uma sesinin ortak kök sözcük olduğu görülüyor. Bu durumda, baştaki h sesinin önek olduğu anlaşılıyor. İşte bu ön ekin anlamını öğrenmek istiyorum. H sesi önek olarak sözcüğe hangi anlamı kazandırıyor? Daha doğrusu, mesela İngilizce söyleyişte, human sözcüğünün başındaki h sesinin özel bir anlamı veya görevi var mıdır?

Google çevirisine göre; homo (Latince), hominem (Latince), l'homme (Fransızca), hombre (İspanyolca), home (Katalanca), adam demekmiş. Yine sözcüğün başındaki h sesi dikkat çekiyor.

Bilge Umar'ın verdiği bilgiye göre, Anadolu'nun yerli dillerinden Luwi dilinde ve Hitit dilinde -uma -umna takısı -insanı -halkı anlamına geliyormuş. 

İngilizce human ile Luwi dilinin -uma sözcüğünün aynı yerden geldiği belli oluyor. Latince dahil, Avrupa dillerinin ilk çıkış yerinin Antalya Muğla yöresi olduğu biliniyor. Avrupa dillerinde önek olarak varlığını sürdüren H sesi, Hatti veya Hitit sözcüğünün başındaki H sesiyle aynı anlama gelebilir. Ermeniler'in kendine Hay demesi de, Y sesi ile anlam kazanabilir.

Sözün özü özeti, İngilizce human (insan) sözcüğünün başındaki h sesi önek midir, önek ise anlamı nedir? H sesi önek ise, inanmış dindaş yandaş yoldaş yurttaş gibi anlama gelebilir mi? H sesi önek olarak başka sözcüklere, inanmışı dindaşı yandaşı yoldaşı yurttaşı gibi anlam verebilir mi?..

"İngilizcede kelime başına gelen h harfi özel anlam vermez. Fransızcada kelime başına gelen h okunmaz. Hasret yazarsın, Asret okursun, gibi ." (Engin Erkiner)

25) Bu bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, Türkçe'nin en önemli iki sözcüğü kesin kanıttır.
Ana sözcüğü hangi topraktan gelmiş ise, Anayurdumuz orasıdır. Anayurdumuzun adı, Anadolu'dur. Ata sözcüğü hangi topraktan geliyorsa, Atayurdumuz orasıdır. Anayurdumuzun koynundaki Atayurdumuz Hattusa'dır. Hattusa adının sonundaki -sa sesi yerleşim demektir, başındaki H ihmal edilebilen bir sestir, ortadaki Attu ise, Ata demektir. Türklere adını veren Atta adının tek veya çift T ile yazılması anlam farkı yaratmaz. 5.000 yıl önce Çömlekçi Çarkı icat edilince toplumsal ayrışma çatışma yeni boyut kazandı. Tam 4.500 yıl önce toplumsal ayrışma çatışma nitelik değişimi yaptı. Köleci erkek toplumun üretici bölümüne egemen olmayı başardı. Türk Bayrağı ilk defa Hattusa'da dalgalandı. Hattusa yerleşimi Türklerin Atayurdu oldu. Bayrak egemenlik belirtisi ise bu böyledir. Türkler kavim kabile soy boy ırk değildir. Toplumsal ayrışma çatışma çağını başlatmış köleci kesimdir.

Yurduna yurttaşına egemen olanlara ve onların yandaşlarına yoldaşlarına Türk denilmiştir. Türkiye Türkleri'nin anayurdu Anadolu'dur. Türkiye Türkleri'nin atayurdu Türkiye'dir. Türk adı toplumsal ayrışmanın çatışmanın ürünüdür. Ortak yaşamdan köleci yaşama geçiş, iyiliği kötülüğü bir yana, her bakımdan devrimdir. Hattusa'da Türk Bayrağı'nın dalgalanması, köleci toplum çağının başladığı anlamına gelir. Doğaldır ki, köleciliği kabul etmeyenler de toplumsal ayrışmanın çatışmanın içinde olacaktır. İlk kölecilere karşı direnenler de inandıkları tanrının adıyla adlandırıldı. Hayasa adının başındaki H sesi olmadan yazılışı okunuşu, yol gösterici olabilir. Hayasa'nın Ayasa, Haymana'nın Aymana, Hayrados'un Ayrados biçiminde çeşitlemesi olsa gerektir. Hayasa (Haiasa) adının sonundaki -sa sesi, -yerleşimi demektir. Ya (İa) sesinin Toprak Ana'yı belirttiğini görmek için, baştaki H sesinin ihmal edilmesi gerekir. Hayasa, Toprak Ana Yerleşimi demektir. Hay adının H sesi ihmal edilerek söylenişi, Ya (İa) sesi, köleciliğe karşı direnenlerin kimler olduğunu açıkça göstermektedir. Köleciliğe karşı direnenlerin de tanrı adıyla adlandırıldığını görmek için azcık dikkat etmek yeter. Tanrı Baba (Atta) ile Toprak Ana (İa) karşı karşıya gelmiş. Egemen olana Atta, Atta'nın egemenliğini kabul etmeyene İa denilmiş. Kavim kabile soy boy savaşları önemini yitirmiş.

Dikkat edilsin, Anadolu'da yerli köleciler önce bir yerde başarılı olmuş. Türk Bayrağı ilk defa Hattusa'da dalgalanmış. Baba Tanrı Atta'ya inananlar ile Toprak Ana'nın çocukları ayrışmış ve karşı karşıya gelmiş. Ama hiç kimse demirden yapılmış baltayı bıçağı kamayı görmemiş. Köleciler bilek kuvvetiyle egemen olmayı başarmış. Yani köle ve köleci kanlı bıçaklı olmamış. Ordu kurulmamış. Askerlik yok. Kölenin geçim derdi yok. Aç değil, açıkta değil. Köleciler de ortak yaşam kurallarına uymuş. Kölenin barınması beslenmesi giyinmesi kölecinin üzerine kalmış. Yine de kölecikler kaytarmış kaçmış. Özgürlük kavramı ortaya çıkmış. Hattusa'da herkes zoru zorbalığı direnişi öğrenmiş. 4.500 yıl önce toplumsal ayrışma çatışma işte böyleymiş.

Uçağa binip binip Ergenekon'a gidiyorlar. Orkhun Anıtları denilen taşlara bakıp bakıp geliyorlar. Yemek içmek bedava. İlgi ikram harika. Muhabbet gani. Ayrıca ek ödeme var. Gez gezebildiğin kadar. Türk adının anlamını bilmezsen, toplumsal ayrışmanın çatışmanın dışında Türk ararsan, Orkhun Anıtları'nda taştan başka şey göremezsin. Yediğin içtiğin gezdiğin gördüğün aldığın verdiğin her şey haram olur. 4.500 yıl önce Anadolu'da olanı biteni öğrenmezsen, 4.000 yıl önce ne olduğunu anlayamazsın.


Türk Bayrağı'nın dalgalandığı ilk yer!..

Türk Bayrağı'nın dalgalandığı ilk yerleşim yerini buldum. 4.500 yıl önce Türk adını bulunduğu yere yöreye ülkeye çelik çivilerle çakmış bu yerleşim yerini Bilge Umar bana söyledi. Ekrem Akurgal'ın gösterdiği yoldan giderek Ana yurdumuzun koynundaki Ata yurdumuza ulaştım. İlk Türkler'in yaşadığı yeri gördüm. Benim gördüğüm yeri, herkes görebilir. Bil bakalım, ilk Türkler'in yaşadığı bu yerleşim yerinin adı nedir?..

Türk Bayrağı'nın ilk defa dalgalandığı yerleşim yerini  Miro Masalı 'nda (Bölüm-283, Bölüm-284, Bölüm-287) açıkladım.


Türk adının ilk defa yazıldığı yer!..

Orkhun Anıtları'ndan 700 yıl geriye gidersen, İsa'yı görürsün. İsa'dan 500 yıl daha geriye gidersen, Türk adını Ksanthos yazıtına üç dilde Turakssa biçiminde yazılırken görürsün. Turakssa adının Tu bölümü, Atta'nın Otu biçiminde söylenişinin kısa halidir. Ra bölümü, yüce anlamına gelen ura sözcüğünün, başındaki u sesi düşürülerek söylenmiş biçimidir. Ks sesinin Kastamonu'nun Kas bölümü olduğu ve tapınak anlamına geldiği açıkça bellidir. Sondaki -sa sesi ise, yerleşim yeri anlamına gelen assa'dır. Turakssa, Yüce Otu'nun Tapınak Yeri demektir. Beş bin yıl önce çömlekçi çarkı icat edilince ve toplumsal ayrışma çatışma başlayınca, krallar kralcıklar köleciler Baba Tanrı Atta'nın adıyla anılmıştır. Türkler adını Atta'dan almıştır. Türk adı, Orkhun Anıtları'ndan 1200 yıl önce Anadolu'da Ksanthos yazıtına yazılmıştır. İnanmazsan gider bakarsın, Fethiye'de Kınık Köyü bitişiğinde, 2.500 önce yazılmış Türk adına dokunursun.


Alina adının anlamı nedir?..

Alina adının anlamını kavrayabilmek için, önce konu ile ilgili bilgileri gözden geçirmek gerekir. Bu konuda benim temel bilgi kaynağım Bilge Umar'ın Türkiye'deki Tarihsel Adlar kitabıdır. Bilge Umar, benim bildiğim 19 kitap yazmış ve 9 kitap çevirmiş. Yazdıklarının çevirdiklerinin hepsi dil tarih coğrafya üzerine. Yani söylediği sözün anlamını ve dünyanın geçmişini güncelini biliyor. Bilge Umar'ın yazdığı kitapları görmek için,  http://deftercikler.blogspot.com  sayfasını ziyaret edebilirsin.

Bilge Umar'ın Türkiye'deki Tarihsel Adlar kitabına göre:

ALİNA.  … Alina adı, görünüşe bakılırsa, Luwi dilinden ya da onun ardılı yerel Anadolu dilinden gelir. Sonda, -sal, -yurdu anlamlarındaki wana/ana takısının çeşitlemesi -ina'yı açıkça görüyoruz. Buna karşılık, baştaki Al- bölümü bakımından bir belirsizlik vardır; karş. aşağıda Alouda. [s.52]

ALOUDA.  … Hellen yazımında Alouda diye gösterilen Aluda adının sonunda, "Hisar" anlamında Uda'yı açıkça görüyoruz (bkz. Uda). Baştaki Al- bölümü ise, senkop olayı nedeniyle son ünlüsünü yitirmiştir; aslı Ala, Ale, Ali, Alu'dan biri olmalıdır. Bkz. Ala, Ale, Ali, Alluwamna. [s.55]

Uda (sözcüğü). Luwi dilinde "Duvar" (buradan: Hisar) anlamındaki Kuta'nın K'siz çeşitlemesi. [s.809]

Ala (sözcüğü). Byzantion'lu Stephanos'un verdiği bilgiye göre, Karia dilinde "At" demektir. [s.43]

Ale (sözcüğü).  Luwi/Pelasgos kültürünün yayılma alanı kapsamında rastladığımız bazı tarihsel adların, bir ale kök sözcüğünden türetilmiş olduğunu görüyoruz; bu gibi adların her birini alfabetik dizide kendi yerinde inceleyeceğiz.
       
Luwi dili gibi en eski Hind-Avrupa dillerinden olan eski Hellen dilinde, "a. Sıcaklık; b. Güneş ısısı; c.Ateş" anlamlarına gelen bir Ale sözcüğü vardı. Bunun, aynı dildeki, "Güneş" anlamına gelen Elios (Lâtin yazımında, Helios) sözcüğüyle bağlantılı olduğuna Anatole Bailly işaret etmiştir. Üstelik dikkat etmeli ki, Elios'un başında Lâtin harfiyle E'nın gösterdiği ses, Hellen yazımında, eskiden a'ya yakın değer taşıyan eta (Hellen yazımının H'si) ile belirtilir; böylece, o sesin aslının a olduğu anlaşılır. Roma'lılar ve onlara uyan çağdaş batılı uluslar, sözcüğü Elios diye yazmakla yetinmeyip başına, tıpkı Alikarnassos'u Halicarnassus ettikleri gibi, bir de kendi yazılımlarının bambaşka değer taşıyan H harfini getirmiş, sözcüğü Helios diye yazmışlardır.

Diğer yandan, Elios/Hesios'u (Güneş'i) kendi başına bir tanrı sayan Rodos'lularda, o tanrı onuruna kutlanan bayramın adı, Aleia idi. Oysa, Athenai sözcüğü Athena Bayramı'nı anlattığı gibi (bkz. Pausanias, 8 II 1), Aleia sözcüğü de Ale Bayramı'nı anlatır.

Türkçemizdeki Alev'in kökeni de konumuz yönünden ilginçtir. Bu köken, Hind-Avrupa dillerinden olan Fars dilindeki Alav/Alev  sözcüğüdür. Ermenicenin "Güneş" anlamında Arev'inin bu Alev sözcüğü ile hısımlığı açıktır.

Bildiğimiz üzere, Anadolu'nun Ana Tanrıça'sı İÖ 2. bin yılda "Arinna Kentinin Güneş Tanrıçası" diye de tapkı görüyordu ve bu uzun adı, Hitit belgelerinde anılmaktadır. Bu nedenle, Güneş'e işaret eden sözcüklerin, Luwi'ler çağında, Ana Tanrıça'nın san'ları arasında bulunması gerektiği kuşku götürmez. Nitekim bin yıl sonrasının dünyasında bile, Hellen'ler, Alea sözcüğünü, Alea sözcüğünü, Athena'nın belli yörelerde tapkı gören bir çeşitlemesini san'ı olarak kullanıyorlardı (Herodotos, I 66, IX 70; Xenophon, Hellenika, 6 V 27 vs.). [s.47-48]

Ali  (sözcüğü). Eski Hellen dilinde, hem "Tuz" hem de "Deniz" anlamını belirten ve ön-ek gibi kullanılan bir sözcük. Aşağıda göreceğimiz Aliassos, Alikarnassos, Alisarna adları gibi birçok örnek, bize, aynı sözcüğün aynı anlamda olarak Luwi dilinde de bulunduğunu göstermektedir. [s.50] 

Alu (sözcüğü). Bkz. Alluwamna, Lu. [s.56]

Allu(wa) (sözcüğü). Hitit krallarından birinin, Luwi dilinden gelme adı Alluwamna idi. Bu adın, Alluwa-(u)mna parçalarından türetildiğini, "Alluwa İnsanı" anlamına geldiğini görmekteyiz (bkz. uma/umna). Ancak, ileride değineceğimiz üzere, Hellen ağzında Alybas, Alybe'ye dönüşen ve Alyettes adının Aly bölümünde de karşımıza çıkan Al(l)uwa'nın anlamını bilmiyoruz. Hitit belgelerinde, Aluwarunna adlı bir akarsu anılmaktadır (H. Ertem, CAD s. 193). İliada'da Alybe, "Gümüşün Yurdu" diye nitelendirildiğine göre, sözcük belki "Gümüş" anlamındaydı. Hind-Avrupa dillerinde gümüş'ün adı, çoğu kez, "Pırıltı, Işıltı,Işık" anlamlı, hatta kimi dilde "Ak" anlamına da gelebilen kök sözcüklerden türetilmiştir. Bu nedenle, Al(l)u, Al(l)uwa sözcüğünün o anlamlara gelmesi ve aşağıda ele alacağımız Lu'nun bir çeşitlemesi olması güçlü olasılıktır. Gerek Luwi dilinde gerek eski İran dillerinde, başında A sesi olan bir sözcüğün, o ses atılarak kullanılmasının bir hayli örneği vardır; bkz aşağıda Ama. Karş. Lu (sözcüğü). [s.54]

Ama (sözcüğü). Luwi dilinde anni, Hitit dilinde anna, "anne, ana" demektir ve bizdeki sözcüklerle eski Anadolulu sözcükler arasındaki yakınlık, bir rastlantı ürünü değildir. Ama (ve bunun çeşitlemesi, Ma) sözcüğü de, özellikle Ana Tanrıça'yı belirtir yolda kullanıldığı gibi, doğrudan doğruya "Ana" anlamında olarak, Luwi dilindeki metinlerde geçmektedir (Laroche, Dictionnaire, s.27). 

Luwi dilinde bazı sözcüklerin, baştaki A ile yahut baştaki A söylenmeksizin, iki türlü çeşitlemesinin bulunduğunu daha önce bazı örneklerde görmüştük: Aba/Apa yahut Pa; Aia yahut İa gibi. Zaten, aynı durum, en eski Hind-Avrupa dillerinden diğer bazılarında da görülmektedir. Örneğin, Ernst Herzfeld (s.306, dn.2) Eski İran dili için şöyle yazıyor: "Many old Iranian names appear with or without initial A: Amadoi/Mada, Amardoi/Mardoi, Asagrta/Sagartioi, Asimanu/Simanu". Luwi/Pelasgos yurtlarında aynı adın gerek Ama biçiminde gerek Ma biçimindeki çeşitlemelerinden türetilmiş pek çok tarihsel coğrafya adıyla karşılaşacağız. [s.57]

Lu (sözcüğü). Keza, Luw. Luwi dilinde "ışık, pırıltı".

Konu, özellikle Lukka ve Lykos adları dolayısiyle incelenmiştir; inceleyenler, Luwi diliyle, onun ardılı Lykia dilinde, Lâtinlerin Lux sözcüğüyle hısım olan, "Işık" anlamında bir Lu(w) sözcüğünün varlığı sonucuna varmışlardır (bkz. Oktay Akşit, Likya Tarihi, s. 86-90). Latince Lux'tan başka, Hitit dilinin "tutuşturmak, aydınlatmak" anlamındaki Lukk- fiilini (Sturtevant, s. 104); çağdaş Fransızcanın "ışıldamak" anlamındaki Luire filini; Ermenicenin Luys (=Iyık) ve Lusin ((=Ay) sözcüklerini, bu vesileyle, anımsayalım. Ben, bu sözcüğün Luwi dilinde yalnız Lu biçiminde değil, Alu/Allu biçiminde de kullanıldığı kanısındayım; bkz. yukarıda Allu(wa). Gerçekten, Luwi dilinde ve eski İran dilinde, başında A olan sözcüklerin, bu A ihmal edilerek de söylenmesinin çok yaygın bir kullanım olduğunu bilmekteyiz (bkz. Ama). Güçlü olasılıkla, "ışıltı, pırıltı" (özellikle, ay ışığının pırıltısı) anlamında bulunduğunu göreceğimiz Salu sözcüğü, belki de, gerçekte, "Güzel, iyi, kutlu, kutsal" demek olan Swa öntakısı ile (bkz. Swa), şimdi incelediğimiz Lu  sözcüğünden türetilmişti, "Güzel pırıltı, kutlu pırıltı"yı anlatıyordu (Ay Tanrıçası Salana/Selene'yi anımsayınız; bkz. Salana). Hind-Avrupa dillerinde Güneş'i belirten Sol, Soleil gibi sözcükler de böyle bir türeyişin ürünü olabilirler.  Hellen dilindeki Elios'un dahi (=Güneş; Lâtin yazımına Helios diye aktarılır) Hind-Avrupa dillerinin en eski dönemlerde ortak sözcüğü gibi görünen bu Lu (=Işık) sözcüğü ile köken bağlantısı bulunabilir. [s.522-523]

Bilge Umar'ın yazdıkları aynen böyle. Bilgi özünü alıp bal yapmak bize kalıyor:

Alina'nın -na bölümü yer veya yerleşim adı olurken, Ada+na örneğinde olduğu gibi, wana takısının kısaltılmış biçimidir. Ali- bölümü, Tuz anlamında ise, Alina "Tuz Yeri" anlamına gelir. Ali- bölümü, Deniz anlamında ise, Alina "Denizi olan Yer" anlamına gelir. İkisi de insan adı olamaz.

Alina'nın insan ismi olabilmesi için, -na bölümünün Hitit dilindeki anna'nın -na biçiminde kısaltılmış biçimi olması gerekir. Bu durumda, Alina "Tuz Kızı" veya "Deniz Kızı" anlamına gelir. "Tuz Kızı" diye insan adı olmaz. Alina'nın Ali- bölümü Karya dilinde "At" anlamına gelen Ala sözcüğü ise, Alina insan adı olamaz. 

Luwi dilinin Ale veya Alu sözcüğü ise, Alina insan adı olabilir. Alu+na'dan oluşmuş ise, "Işıltılı Kız" anlamına gelir. Ale+na sözcüklerinden oluşmuş ise, "Yakan Kız" anlamına gelir. Dört bin yıl önceden bu yana, Anadolu'da ve Luwi kültürünün baskın olduğu yerlerde bir Ale Bayramı vardı. Sıcaklık bastı yandık kavrulduk diye bayram olmaz. Ama elinde baltası bıçağı kaması olan kölecileri ateşle yakmışsan, dağlara uzaklara çil yavrusu gibi dağıtmışsan, Ale Bayramı olur. Köleciliğe karşı direnen analar kızlarına Ale+na adını koyar. 

Toplumsal ayrışmanın çatışman dışında ele alırsak, Alina'nın "Deniz Kızı" veya "Işıltılı Kız" anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Aleviliğin köleciliğe karşı direnişin bilgi birikimi olduğunu gözden kaçırmazsak, Alina'nın "Yakan Kız" anlamına geldiğini görürüz.

Alina adı, ister "Deniz Kızı" anlamında olsun, ister "Işıltılı Kız" anlamında olsun, isterse "Yakan Kız" anlamında olsun, yani anlamı ne olursa olsun, kesin olarak Anadolu dillerinin güzelliğini yansıtır. İşte o yüzden olsa gerek, Alina adı güzeldir. 

İsa'dan önceki bin yılda, benzer sesler birbirinin yerine kullanılıyordu. Önceki bin yılda sesli harf kullanılmıyordu. Bu nedenle, aynı sözcüğün farklı yazılış biçimleri ortaya çıktı. Yazıyı yazdıktan sonra, Alina adı ile Aluna'nın birbirinin çeşitlemesi olduğunu gördüm. Benim gördüğümü, başkaları da görmüş. Alina adını insan adı olabilecek biçimde kullanmış. "İyi, güzel, kutlu, kutsal" anlamlarına gelen Kuwa öntakısının K'sini alarak , Alina'yı Kalina yapmış. Rus otomobillerinden birinin adı Kalina'dır. Başka türlü görenler, Ali sözcüğünün tuz anlamını öne çıkartmış. Alina'yı Salina yapmış. "İyi, güzel, kutlu, kutsal" anlamlarına gelen Suwa'nın S'sini öntakı alarak Türkiye'de tuz markası olmak, Alina'ya yakışmış. Öntakı olarak kullanılan K'nin ve S'nin ayı anlama geldiği gözden kaçırılmazsa, Kalina ile Salina'nın aynı sözcük olduğu görülür. Bu bakımdan, Aluna'nın da Kaluna ve Saluna biçiminde çeşitlemesi olsa gerektir. Belki de "Salına salına gelen dilber", sadece salınmakla kalmıyordu, "Saluna saluna" (ışıldaya ışıldaya) göz kamaştırıyordu. Sözün özü özeti, Alina ile Aluna birbirinin çeşitlemesi olabilir ve aynı anlama gelebilir. Alina veya Aluna adını bebeğimize isim olarak vermek istersek, hangisini seçeceğiz? Seçimi ben yapacak olsam, Alina biçiminde söylenişi seçerdim. Okulda çocuklar birbirinin adıyla bile alay eder, Hamza'ya Kazma derler. "Aluna Aluna, kurban olam boyuna" demezler, "Aluna Aluna, dokunma sabuna" derler. Alina ve Kalina adı kulağa hoş geliyor. Belki birgün Alina'ya Kalina kardeş gelir, pasaklı sümüklü Salina'dan önce.

Son olarak, kızımıza Luwi kökenli ad vermeyi düşünmek doğru seçimdir. Çağdaş Türkiye Türkçesinin belkemiği, Hatti Hurri Luwi dilidir. İngiliz Fransız Alman İtalyan ve falan filan dillerinin kaynağı Anadolu'nun Lykia (Antalya-Muğla) yöresidir. Anadolu'nun geçmişi geleceği günceli bir bütün ise, herşey aydınlıktır. Tarih bilinci olmayanın, geçmişi geleceği günü karanlıktır. Anadolu kızına, Alina veya Kalina adı çok yakışır. Kızın adı ne olursa olsun, kendisi sağlıklı akıllı eğitimli çalışkan olsun. Yurdunu yurttaşını bilimi bilgeyi sanatı sanatçıyı sevsin, sevdiği de kendi gibi olsun. Adıyla değil, yaptığıyla yaşasın.

Devrim için ölenler şehit olur mu?..

Müslüman inanışına göre, insanlar ikiye ayrılır, inananlar ve inanmayanlar diye. Allah'ın varlığına birliğine ve Hz. Muhammed'in peygamber olduğuna inanırsan, müslüman olursun. Bundan sonrası, ne kadar müslüman olduğun ile ilgilidir.

Müslüman olmayan insana kâfir veya münkir denir. Müslüman olmayı kabul etmeyen Yahudi’nin Hristiyan’ın Romalı putperest kişiden farkı yoktur. Kâfir olanların hepsi bir millet sayılır. Müslümanlar birbirinin din kardeşi kabul edilir. Buradan, müslümanlar arasında soy boy kavim kabile ırk ayırımcılığı olmayacağı söylenir.

Müslümanlar da kendi içinde ikiye ayrılır. Özü sözü davranışı uyumlu olan kişiye mümin denir. Özü sözü davranışı bir olmayan kişiye münafık denir. Müslüman olduğunu söyleyen en aşağı tabakadan bir münafık kişi, en yukarıdaki münkir kişiden üstün sayılır. Münafık olan, sözde görünüşte mümin olana yakındır, özde davranışta münkir olan ile yan yanadır.

Müslüman olanların hepsi bir millet sayıldığı için, iki müslümanın birbiriyle savaşması uygun görülmez. Savaşan iki müslüman birbirini kâfir olmakla suçlar. Bu nedenle, Kâfir Saddam ve Deccal Humeyni kavramı üretilmiştir. İki taraf da, savaşta ölen yurttaşlarını şehit kabul etmiştir, öldürdüğü müslümanı kâfir ilan etmiştir.

Şehitlik kavramı din içeriklidir. Din uğruna yapılan savaşta ölen müslüman kişiler şehit olur. Din uğruna savaşmıyorsan veya müslüman değilsen, ne kadar kahramanlık yapmış olursan ol, ölürsen şehit olmazsın. İşte o yüzden, kâfir toprağını ele geçirmek için yapılan savaşta ölenler de şehit sayılmıştır. Vatan savunması yaparken ölenlerin de şehit olduğu kabul edilmiştir.

Askerin dini inançlarının kuvvetli olması, şehit olunca cennete gideceğine inanması, savaşırken ölüm korkusunu azaltır. Şehit olursan cennete gidersin. Askerin şehit olması veya cennete gideceğine inarak ölmesi, komutanın veya siyasetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ama her ne olursa olsun, şehitlik kavramı çok önemlidir. Yalanı yanlışı gizlemek için örtü olabilir.

Müslüman olan, toplum için yararlı iş yaparken ölürse, şehit defterine yazılabilir. Ama din inancı olmayan insanlar toplum için yararlı iş yaparken ölmüş olsa bile, şehit olarak nitelendirmek doğru değildir. Şehit olmak için, din uğruna yapılan savaşta ölmek şartı vardır. Din inancı olsa da, olmasada, devrim için ölenleri şehit olarak nitelendirmek yanlıştır. Devrim için ölenler şehit olmazlar. Böyle bir niteleme onları yüceltmez. Tam tersine, onların düşüncelerini etkisizleştirir ve sahip olmadıkları görüşlerin hizmetine sokar.

Yüksel Eriş, facebook sayfasında "dini inanç" bakımından "materyalist" ve "siyasi görüş" bakımından "marksist-leninist" olarak yazılmış. Öyle ise, "materyalist" ve "marksist-leninist" olduğu için, din uğruna savaşırken ölmüş kişiler gibi şehit olmaz. Mahir Çayan, Ertan Saruhan, İlker Akman, İskender Şenol ve diğer devrimciler gibi vatan toprağı olur. 


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Sanat nedir?..

Bilenler bilgilerini tazelesin, bilmeyenler okusun öğrensin. Görüntü gözlem izlenim mantık yeterli olsaydı, soruya sorguya bilime gerek kalmazdı, daha ilginç olanı, sanat da olmazdı. Büyüleyici özelliği güzelliği olmayan, içine alıp başka bir yere götürmeyen, götürdüğü sanal gerçeklik içinde beslemeyen, insanın ayağını yerden kesmeyen, iyi doğru güzel gerçek olanı göstermeyen, yanılsama yaratmayan hiçbir şey sanat olamaz. Politik Sanat üzerine okumuş yazmışların, hayatta neler olabileceği üzerine azcık kafa yormuşların, bazen gözleriyle gördüğüne bile inanmaması gerekir. Sanat büyücülük değildir, büyüleyiciliktir. Sanat ile igili yazılmış söylenmiş ne varsa hepsinin özü özeti işte bu üç beş satırcık bilgidir. 

Daha ilginç olanı, bütün sanatçılanın ilerici devrimci oluşu ve köleciliğin her türüne karşı koyuşudur. Hem kölecilerin desteğini alacaksın, hem de desteğini aldığın kölecinin dibini oyacaksın, kolay değil. Köleciliğin en uyanık savunucularını uyutmak ve bazen olanı devre dışı bırakmak, hiç kolay değil. Ama sınıf savaşının bu en duyarlı akıllı öncüleri, tehlike arttıkça daha akılcı olmanın yollarını aramışlar. Buldukları yöntem çok basit, daha iyi sanatçı olmak, daha doğru kavrayışa ulaşmak, sarı diken gibi yumuşacık olmak. Sarı diken yumuşacıktır, ucu iğne gibi inceciktir, batarken battığını anlamazsın, battıkdan sonra dikeni kuyruğundan tutup çıkaramazsın. Demek oluyor ki, sanatçının söylemi girdiği yerden çıkmaz. Bunu bildikleri için, köleciler sanatçıyı özgür bırakmaz. Su yolunu bulur ise, akacak kan damarda durmaz ise, konuşmasını bilen için yasak olmaz. Herkesin bildiği dilden anlatamazsan, kuş diliyle anlatırsın. 

Gelelim asıl konuya. Devrimci Sanat toplumsal ayrışmayı çatışmayı dayanışmayı örgütlenmeyi nasıl etkiler?  Aşık İhsani "Korkuyorlar korkacaklar korksunlar, geliyoruz geleceğiz yakındır. Kim nerede ne işliyor hepsini, biliyoruz bileceğiz yakındır." diyordu. Aşık İhsani türkü söylerken hainden hırsızdan korkmuyordu, hainler hırsızlar İhsani'yi dinlemekten korkuyordu. Sanat korkaklığa kaypaklığa salaklığa yer vermiyordu. Korkaklar kaypaklar salaklar hainler hırsızlar, devrimci sanatı sanattan saymıyordu. İhsani'yi görmezlikten gelenler, Türk dili edebiyatı üzerine mangalda kül bırakmıyordu. Yani bugün benim başıma gelenler, geçmişte İhsani'nin başına geliyordu. 

İçeriğin biçimin birbirine uyumlu olması gerekir. İçeriği uyarma uyandırma olan sanat devrimcidir, içeriği avutma uyutma olan sanat karşı-devrimcidir. Güzel biçim veya ustalıklı anlatım, tek başına sanat değildir. İçeriksiz biçim sepet olur, sanat olmaz. Amacı olmayan hiçbir şey sanat sayılmaz. Sabahtan akşama kadar volta atmak veya orda burda gezinti yapmak, yürümek değildir. Yürümek, bir yerden bir yere gitmektir. Gidilecek yer doğru seçilmişse gerisi kolaydır. İnanmış müslümanlar için, Kâbe'ye gitmekle Kâbe'nin yolunda ölmek arasında fark yoktur. İşte o yüzden sanatçı, yakaladığı ışığı paylaşandır, geçmişi geleceği aydınlatandır. Sarı diken gibi girdiği yerden çıkmayandır.

Benim "Boyama Kitabı 1-2-3-4" dikkatle incelenecek olursa, aslında bunun bir eğitim programı olduğu görülür. Sadece resim yapma tekniği bilgilerini öğreten değil, öğrenciyi öğretmeni aileyi eğiten bilinçlendiren bir çalışma yaptım. Resim, gördüğünü doğru algılamaktır, algıladığını kıyaslamaktır, kafada oluşmuş olguyu çizgiyi biçimi rengi gerçeği bir yere aktarmaktır. Düşünen insana ihtiyacımız kalmadığı için olsa gerek, resim dersini ilköğretim programından çıkartmışlar. Resim dersinin yerine, yaptıklarını gizlemek için, Görsel Sanatlar diye uydurma bir ders koymuşlar. İşte bu nedenle, resim dersi bir daha ilköğretim programına konulursa, neyin nasıl niçin yapılacağı ile ilgili boş tartışmalara girilmesin diye, kırk yıllık bilgi birikimimi değerlendirdim, yepyeni bir program ürettim. Uygulanma olanağı olmayan program, isterse sanat eğitimi programı olsun, kimseye yarar veya zarar sağlamıyor. Daha doğrusu, güncel yarar veya zarar sağlamayacağı belli olduğu için, kimse benimle ilgilendiğinin çeyreği kadar kitapçıklarımla ilgilenmiyor. 


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Türkçe sözcüklerin başına önek gelir mi?..

Çitil adının anlamını araştırırken, ç sesinin küçülme eki olduğunu gördüm. Çingene adının başında da aynı sesi görünce uyandım. Türkçe sözcükler son ek alarak yeni anlamlar kazandığı halde, çitil sözcüğünün son ve ön ek alarak anlam kazanması kural dışıydı. İki küçültme ekinin arka arkaya gelmesi uygun olmazdı. Öyle ise, sözcüğün önek ve sonek alarak yeni anlam kazanması dikkat çekici olmalıydı. Ekrem Akurgal'ın "Hatticenin Hint-Avrupa ve Sami dillerinden tamamiyle değişik, kendine özgü bir dil olduğu saptanmıştır. Özellikle prefix, yani önek kullanan bir dildir. Örneğin çoğul eki, kelimenin başına geliyordu. Söz gelimi şapu tanrı demektir. Wa ön eki ile Waşapu tanrılar, anlamına geliyordu." sözü, (Hatti ve Hitit Uygarlıkları, s.2), düştü aklıma. Çitil sözcüğündeki ç sesinin başa gelmiş küçültme eki olduğunu görmek yeterli olmayabilirdi. Çingene adının başında küçültme eki olması da kimseyi ilgilendirmezdi. Bilge Umar'ın kesin anlam açıklaması yapmadığı Çağa sözcüğü göz kırptı. Çağa sözcüğünün başındaki ç sesi de küçültme ekidir. Çağa, ağa-cık demektir. Çağa sözcüğü söylenirken boğularak yutularak -ğa biçimine dönüştürülen sesin, ya biçiminde söyleyişe ulaşmak isteyen ge olduğu görülür. Bu ise, Toprak Ana'nın beslediği yerleşimciğin gölcüğün tepeciğin adı olabilir. Ama daha önemlisi, çağa çoluk söyleyişinde bile ç sesi, küçültme görevi yapıyor. Çingene adının başındaki ç sesi de küçültme eki olarak ortaya çıkıyor. Yani demek oluyor ki, çağa çoluk çitil çingene sözcüklerinin başındaki ç sesi önek olmaktan öte anlam taşıyor. Hatti dili en azından bu sözcüklerde yaşıyor!..


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Köleci olan, alevi olamaz!..

Dört bin yıl önce Anadolu'da konuşulan dillerde, sıcaklık ve ateş anlamına gelen bir ale sözcüğü vardı. Daha ilginç olanı, Toprak Ana'ya inanmış insancıkların bir de Ale Bayramı vardı. Anlamsız amaçsız bayram olmazsa, yaz geldi sıcak bastı haydi bayram yapalım, olamazdı. Ama elinde baltası bıçağı kaması olan zalim zorba köleci takımını yaktık yıktık bozguna uğrattık diye bayram olurdu. Bu bakımdan, kölecileri yandaşlarıyla birlikte yakarak bozguna uğratanların bayram yapması kaçınılmazdı. Öyle ise, Ale Bayramı dört bin yıl önce doruk noktasına ulaşan toplumsal ayrışmanın çatışmanın armağanıdır. Doğaldır ki, bu ayrışma çatışma güncellenerek devam ediyor. Toprak Ana'ya saygı, kadının etrafında semah dönerken belli oluyor. Aleviliğin aliciiik olmadığı açığa çıkıyor. Bin yıllık kardeşlik edebiyatı yapanlar, asıl kardeşliği gözden kaçırıyor.


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Çeribaşı ne demektir?..

Çingenecikler uçar kaçar takımından oldukları için, toplumsal yaşamın dışında özürlük aradıkları için, anlık günlük yıllık azcık özgür yaşamaya alıştılar. Ama bazen içlerinden uyanık üç beş kişiyi zalimler zorbalar köleciler dünyasına kaptırdılar. Kendini sel suyuna kaptırmayan çingenecikler, fakirliğe sefilliğe razı oldular, hain hırsız uğursuz rezil olmadılar. Olanları, çeribaşı olmakla suçladılar. Öyle ise, çeribaşı adının da bir anlamı olmalı.

Dört bin yıl önce Anadolu'da kıyamet koptuklan sonra, toplumsal ayrışmanın çatışmanın külleri arasından azcık akıllanmış yeni köleciler kuşağı filizlendi. Baltanın bıçağın kamanın öldürmenin kölecinin karşısına, köle olmayı kabul etmeyenler ateşle yakarak yıkarak hak hukuk adalet arayarak çıkmıştı. Pankus denilen köleci meclis, kölenin de bazı hakları olduğunu karara bağladı, kıralla kıraliçeyi aynı yetkilerle donattı, özgür yurttaşlardan ordu kurmayı başardı. Ama çingeneler bu ilişkinin dışında kaldı, etliye sütlüye acıya tatlıya karışmadı, toprağa iki çekirdek atmadı, avcılık toplayıcılık yolundan yordamından ayrılmadı, kıralların kıralcıkların şahların padişahların ordusunda askerlik yapmadı.

Ama birgün, fırtınadan kaçarken yağmura yakalandı. Osmanlı Ordusu, yükseliş yıllarında savaş yaparak ele geçirdiği her yerde, yeniçeriler yağmacılık yapsın diye üç beş gün ayırırdı. İşte bu üç beş gün içinde, savaş ganimetlerinin beşte biri padişahın payı olarak ayrılır ve kalanlar devlet yöneticileri arasında paylaştırılırdı. Savaşta yenilenler ele geçirildiğinde kadın kız erkek ayırımı yapılmadan köle sınıfına katılırdı. Zaferden sonra, sağlıklı erkekler Anadolu'ya getirilip köle pazarında satılırdı. Yeniçerilerin eline düşmüş savaş tutsağı kadınlar kızlar ırzına geçildikten sonra, hemen oracıkta kölecilere satılırdı. İşte bu köleciler, çok ucuza aldıkları savaş tutsağı kadınları kızları yeniçerilerin gönül işlerinde kullanırdı. Yeniçeriler aşk pazarının en önemli müşterisiydi. O yüzden, şehir dışında para karşılığı aşk için kadın satan kölecilere çeribaşı adı verildi. Çeribaşı olan çingene beylerine, padişah mülkünden toprak verildi. Ama yine de çingene kardeşleri kazığa toprağa bağlamaya kimsenin gücü yetmedi.

Osmanlı'nın yıkılış yıllarında savaş meydanlarında yaşanmış yenilgiler, çeribaşı beylerin de işini zorlaştırdı. Yeni ağalar beyler daha kaliteli hizmet istedikleri için, çeribaşı olmuş çingene beyleri tacını tahtını ermeni kardeşlere bıraktı. Çingenecikler şehir dışında kaldı. Cumhuriyet hiç kimsenin köküne cinsine cibiliyetine bakmadan herkesi yurttaş yaptı. Yurttaşlar arasında çingene olanın olmayandan farkı kalmadı!..


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Çingene adının anlamı!..

Toplumsal yaşamın dışında özgürlük olur mu? Dağlara denizlere çöllere gidersen, ölüden diriden sömürüden bana ne dersen, anlık günlük yıllık azcık özgürlük olur. Yani demek oluyor ki, toplumsal ayrışmadan çatışmadan sömürüden soygundan zalimden zorbadan kaçış kurtuluş yoktur. Kölecilerin egemen olduğu her yerde, ırkçılık ayırımcılık yapmak ve köleci olmayanı aşağılamak dışlamak suçlamak doğaldır. İbrahim peygamberi yakmak istemişler, her yolu denemişler, ama başaramamışlar. Koruyucu melekleri kovmak için, çok büyük günah işlemek gerekiyormuş. Ve bu günahı işlemek için, Cin ile Gan kardeşler zina yapmışlar. İşte bu kardeş kardeşe yapılan zinadan doğan çocuğun adına, CinGan demişler. Yani bizim bugün çingene diye bildiğimiz insancıklar, aslında bu sapık ilişkinin çocuklarıymış. Görelim bakalım, bizim çingenecikler niçin öyle sapık sayılmış!

Luvi dilinin küçültme takısı -la, Attila örneğinde olduğu gibi, sözcüklerin sonunda yer alıyordu. Hatti dilinde sözcükler önek alarak yeni anlamlar kazanıyordu, tanrı anlamına gelen şapu sözcüğü, wa öneki alarak waşapu olduğunda, tanrılar anlamına geliyordu. Attila'nın başındaki ve sonundaki a sesini dışarıda bırakırsak elimizde ttil sesi kalır ve bu ses yine aynı seyi anlatır. Attila, Attacık demektir. Çitil sözcüğündeki -til sesi de aynı anlama gelir. Yavru'nun yavrucuk olabilmesi için, bir küçültme eki daha alması gerekir. İkinci defa küçültme için, Hatti dilinden kalma önek alışkanlığımız kapıyı açıyor ve çitil sözcüğündeki ç sesinin küçültme eki olduğu açığa çıkıyor.

Çingene adının başındaki ç sesinin -cik anlamına geldiğini kabul edersek, gerisi kolaydır. Çingene adını, çigan diye söyleyenler de yol gösteriyor. Farkı görmek için, sesli harfleri silmek yararlı olur. Silersek, ç-n-g-n ve ç-g-n biçiminde iki yazılış ortaya çıkar. Bu iki yazılışı üst üste getirirsek, ç ile g arasındaki n harfinin birinde fazla veya diğerinde eksik olduğu görülür. Daha dikkatli bakarsak, yani daha önceki bilgilerimizi ortaya koyarsak, ç'den sonrasını kavrayabiliriz. Ç öneki Hatti geleneğimiz olduğuna göre, kölecilik çağından önceye gitmemiz gerekecek. Kölecilik çağı öncesinden bu yana, g denilince herkesin aklına toprak gelir, n harfi ise bizi doğuran kadını anlatır, ikisi birlikte Toprak Ana demektir. Bu durumda, çi-ga-n adı, Toprak Ana-cık anlamına gelir. Ama bu bir tanrıyı anlatmaktan öte anlam taşımaz. Çingene adının daha doğru anlamı, ç-n-g-n biçiminde yazılan Ana-cık Toprak Ana veya Toprak Ana'nın Kızı'dır.

Bundan sonrası, çingeneciklerin niçin aşağılandığı dışlandığı ile ilgilidir. Hiç kimseye, maksat güzellik olsun diye, Toprak Ana'nın Kızı demezler. Öyle dediklerine göre, çingeneciklerin tarihinde görkemli bir öykü vardır. O öyküyü görmek için devam edelim. Onlar ki, beş bin yıldan bu yana köleciliğe teslim olmamışlar. Bilgi birikimini şenlikle şamatayla çalgıyla kuşaktan kuşağa aktarmışlar. Aşağılanmışlar dışlanmışlar ama sömürgen kemirgen hain olmamışlar. Toprak Ana bire kırk verirken bile, aç kalmışlar ama açgözlü olmamışlar. Sefilliğe razı olmuşlar, ama onun bunun kedisi köpeği eşeği olmaya razı olmamışlar. 

Dikkat edilsin, Toprak Ana'nın Kızı denilirken bile, oymakla kazımakla çıkarılamayacak bir aşağılama dışlama suçlama vardır. Dört bin yıl önce Anadolu baştan başa yanarken sınıf savaşına katılmazsan, savaş meydanlarından kaçarak özgür olmaya çalışırsan, köleciler seni karı kız olmakla suçlayıp aşağılayacaktır, köleciliğe karşı direnenler de seni dışlayacaktır. Erkeği eşcinsel ve kadını fahişe yapan köleciler, kendi sapıklığını gizlemek için, seni de sapık sayacaktır ve gühahkâr yapacaktır. Keçi kadar akıllı direnişçi olmazsan, günah keçisi olmaktan kurtulamazsın. Sınıf savaşında çakılan çivi, bin yıl sonra bile çakıldığı yerden çıkarılamaz. Öyle ise akıllı olacaksın, köleciden uzak duracaksın, çingene olduğunu unutmayacaksın.

Gelelim "buçuk" olma hikâyesine. Toplumsal ayrışmanın çatışmanın yoğunlaştığı 1970'li yıllarda, "kararsız"lar çoğaldı. "Ne sağcıyım, ne solcuyum, futbolcuyum futbolcu!.." görüşü ortaya çıktı. Sınıf savaşından kaçanlar, futbol edebiyatına sığındı. Ortada kalanlar, akılsız fikirsiz korkak sünepe sayıldı. Dört bin yıl önce insancıklar delik deşik edilirken ve Anadolu baştan başa cayır cayır yanarken, ayrışmanın çatışmanın savaşın dışında kalanlar, toplumsal yaşamın dışında özgürlük aradılar. İşte o yüzden, "buçuk" sayıldılar. Aşağlanmış dışlanmış aşsız işsiz eğitimsiz çingene çocukları, 2000'li yılların başında daha iğrenç bir saldırının hedefi oldular. Almanya'da Polonya'da çingene yakanlar, şimdi çingenelerin roman olduğunu söylüyor. 

Dahası, kandırılmış devşirilmiş ve saygınlık kazanmış çingene çocukları roman olduklarına inanıyor. Roman, romalı demektir, romalı ise köleci anlamına gelir. Köleci olmak için, köle sahibi olmak gerekmez, köle olmayı kabullenmek yeterlidir. Türkiye'de Toprak Ana'nın Kızı olmaktan daha güzel bir şey olabilir mi? Sömürgen kemirgen zalim zorba köleci olmak, Toprak Ana'nın Kızı'na yakışır mı? Dikkat edilsin, Toprak Ana'nın Kızı denilirken asıl aşağılanan uysal erkektir. Çingene kızların daha özgür ve seçici olması, en az beş bin yıllık gelenektir. İşte o yüzden, çingenecikler yalana yanlışa paraya pula boyun eğmeyecektir. Anlamını öğrenirse, roman olmayı kabul etmeyecektir!.. 


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Dört bin yıllık kuyruk acısı!..

Dört bin yıl önce Anadolu’da, güzel yüzlü tanrı kadın Toprak Ana'nın karşısına, zalimliğin zorbalığın köleciliğin tanrı babası Atta çıktı. Atta'ya inananların başında krallar ve kralcıklar vardı. Kralların kralcıkların baltasına bıçağına karşı, köle olmayı kabul etmeyenler de ateşe sarıldı. Anadolu baştan başa yanarken, can derdine düşmüş korkaklar dağlara uzaklara kaçtı. Kölecilerin tanrı babası Atta, kölecilerle birlikte kayıplara karıştı. Toprak Ana Amasya'da toprağa kök saldı. Zalim zorba köleci kaçaklar, yararlandıkları her yeri yöreyi ırmağı dağı yerleşimi baba tanrı Atta'nın Otu'nun adıyla adlandırdı. Tuna boylarına kadar kaçmış gitmiş yerleşmiş kölecilerin de otun diye adlandırılması doğaldı. Otun denilince herkesin aklına yakmak yakılmak geliyordu. Yanmaktan yakılmaktan başka bir işe yaramayan çalıya çirpiye dallara köklere ve kaba saba köleci hanımlara beylere dört bin yıldır odun diyoruz. Odun adı, dört bin yıl önce Anadolu'da kopan kıyametin ufacık bir izi olmaktan öte anlam taşımaz. Toplumsal ayrışmanın ulaştığı boyutları gözden kaçıranlar, odun adının anlamını kavrayamaz. Sömürgen kemirgen kaçak korkak köleci takımının bizimle arkadaşlık yoldaşlık kardeşlik ilişkisi yoktur. Ama hepsinin dört bin yıl önceden kalma kuyruk acısı vardır.


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Çitil ne demektir?..

Çitil sözcüğü, sebze fidesi, fidan, tohum, huysuz, kavgacı, biçim ve bakraç anlamına geliyormuş. Sözlük yazarına göre, atış serbest, at atbildiğin kadar! Fide denilince herkes aynı şeyi anlıyor. Tohum ile fidan arasında hangi benzerlik özdeşlik vardır ki, bu ikisinin yerine çitil sözcüğü kullanılıyor. Çitil sözcüğü kavgacı anlamına geliyor demek yetmez. Huysuz hayvana çitil deniyorsa, insan fidan fide tohum bakraç ve biçim, çitil olmaktan çıkar. Bakracın küçüğüne çitil denmez, sitil denir. Çitil ve sitil sözcüklerinin ortak özelliği, sözkonusu edilen şeylerin küçük değil, küçücük olduğunu belirtmesidir. Kovanın küçüğüne bakraç, bakracın küçüğüne sitil denir. Aynı şekilde, fidenin küçüğüne çitil denir. Bebeklikten yeni çıkmış çocuklar için de çitil sözcüğü kullanılır. Bu mini minnacık çocukların eğitimi çok önemlidir. Bazı çocuklar, yolu yordamı kuralı kabul etmez, her şeyin özünü özetini öğrenmek ister. İşin özünü özetini uygun dille anlatırsan, sorun çıkmaz. Anlatmazsan veya yanlış anlatırsan, dirençle karşılaşırsın. Yanlış eğitime direnen çocuk, kendi çocuğumuz ise afacan adını alır, fakir çocuğu ise yaramaz sayılır, zengin çocuğu ise hiperaktif damgası yer, köylü çocuğu ise çitil çocuk olur. Afacan yaramaz çitil veya hiperaktif damgası yemiş çocuklar, toplumun en sağlıklı damarıdır. Özgürlük ve bağımsızlık, bu çocukların karakteridir. Bilgisiz beceriksiz karaktersiz edilgen uysal çocuk isteyenlere duyurulur!..


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

İnsanlığın yeşerdiği yer!..

Hatti Ülkesi'nde üretim on beş bin yıl önce başladı. Toprağı eşeleyip ilk buğday tanesini eken kadın, ektiği tohumların yeşerdiğini görünce toprağın doğurganlığına inandı. Avcı toplayıcı kurnaz erkek, üretici olmayı başarmış kadını çok sevdi ve tanrı kadının kucağına yırtıcı hayvanları bıraktı. Toprak Ana'nın kucağında yırtıcılara bile yer vardı. Buğday üretimi yetmeyince, nohut mercimek üretimi başladı. Üretimin gücüne inanmış kadın ile avcı toplayıcı kurnaz erkeğin yolları çok geçmeden ayrıldı. Kadın önce havlayan hayvanı evcilleştirdi, inek tavuk kaz ördek koyun keçi ardından geldi. Üretim süreci başlayınca insanın insanlığı ortaya çıktı. Avcılığın toplayıcılığın değeri azaldıkça, erkek öfkelendi ve derin derin düşünmeye başladı. Olayları olguları dünyayı anlamaya açıklamaya çalıştı. Din adamı olmayı başardı. Avcılık toplayıcılık birgün bitecek, kadın erkeğe egemen olacak, gibiydi!..


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com

Hatti Ülkesi'nde bayrak açanlar!..

Anadolu'yu birleştiren bütünleştiren ilk devlet, Çorum'da Hattuş yöresinde kuruldu. Makedonya Kıralı İskender, boyun eğmiş kıralları sayarken, Amasya'da Pontos Kırallığı kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu'na kuruluş yıllarında öncülük yapan iki savaşçı, Ali ve Bektaş, Amasyalı Baba İlyas'ın yoldaşlarıydı. Osmanlı'ya başkaldıran Celali isyancılar Tokatlıydı. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini Amasya'da attı. İşte bu yörenin yerli halkı, kendi adını verdi Anadolu'ya. Dört bin üç yüz elli yıl önceden, iki bin beş yüz yıl önceye kadar, en az bin yedi yüz yıl boyunca, Hatti Ülkesi adıyla anıldı Anadolu.


Cahit Çelik     http://cahit-celik.blogspot.com