Sayfalar

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu: Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu, Genel Başkan’a karşı daha dikkatli olmalı

 

Ayşe Sayın

BBC Türkçe

Twitter, @aysesayin

Ankara / 16 Haziran 2023

 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu kurultayda yeniden aday göstereceklerini söyledi. Kuşoğlu, “Yerel seçimlerden sonra bir olağanüstü kurultay gündeme gelebilir. Seçim sonuçlarına göre bırakabilir de, bir süre daha devam ettirebilir de” dedi. 

 

Kuşoğlu, CHP Grup Başkanı Özgür Özel ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun "değişim" ve "adaylık" konularındaki açıklamalarıyla ilgili olarak ise “Grup başkanımız da o mevkide otururken, ya da Ekrem Bey Büyükşehir Belediye Başkanı'yken, Genel Başkan'a karşı daha dikkatli olmalılar” diye konuştu. Özel ve İmamoğlu'nun, niyetleri varsa adaylıklarını resmen ilan edip, kurultayda yarışabileceklerini belirten Kuşoğlu, “Ama ‘Kemal Bey gitsin, beni koltuğa oturtsun' gibi bir tutumun doğru olmayacağını" söyledi. 

 

Kılıçdaroğlu’nun, bürokratlığından beri en yakınındaki isimlerden olan Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, yeni Merkez Yürütme Kurulu'nda (MYK) da yerini koruyan dört isimden birisi oldu. 

 

Kılıçdaroğlu’nu yerel seçimlerden önce yapılması planlanan kurultayda yeniden aday göstereceklerini açıklayan ilk isim olan Kuşoğlu, partisindeki değişim tartışmaları, kurultay süreci ve sonrasına ilişkin  BBC Türkçe ’nin soruların yanıtladı.

 

 

Çok umutla girdiğini bir seçim süreci yaşadınız ama seçimi kaybettiniz. Yanlış giden neydi, seçmen neden size daha az oy verdi?

 

Biz bu seçim sırasında, özellikle de kamuoyu yoklamalarının etkisiyle, daha önce yaptığımız bir tahlili ihmal ettik. Sanki basit bir seçim yarışıymış gibi algıladık. Halbuki bu, birkaç parti arasındaki siyasi rekabet değildi. Onun ötesinde sosyolojik, kültürel temelleri olan bir yarıştı. Onun için toplum çok çok önemsiyordu. Çünkü sonuç olarak Türkiye’nin geleceği ile ilgiliydi. 

 

Bize oy veren kesim daha çok, kentleşmesini tamamlamış veya kentleşme sürecinde olan yerler. Sosyolojik bir farklılaşma söz konusu. 

 

Kentlilerin sığınmacılara bakışı, ekonomiye, kültürel ve gelecek açısından bakışı da çok çok farklı. Biz onları biraz ihmal ettik. Orada farklılıkları detaylı olarak ortaya koymamız gerekirken bunu yapamadık. 

 

Mesela sığınmacılarla ilgili neden tehlike oluşturduğunu, Türk vatandaşı haline getirilmediğini, eğitimlerinin tamamlanmadığını, kültürel ahlaki eğitim farkı olduğunu anlatmamız gerekiyordu. Bunun ne kadar büyük tehlike olduğunu yeterince anlatmadığımız için yeteri kadar oradan gerekli oy alamadık mesela. 

 

Ekonomide de benzer durum söz konusu oldu; yapılan saçmalıkları, devlet kurumlarının çökmekte olduğunu yeterince anlatamadığımızı, özellikle kendi kesimlerimize anlatamadığımızı gördük. Riskli bir durum olduğunu ve ciddi bir devlet adamına ihtiyacımız olduğunu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun o tipolojiye çok uyan devlet adamı niteliğinde olan dürüst, ahlaklı, çalışkan ve Türkiye’yi bu sıkıntıdan kurtaracak kişi olduğun anlatmamız gerekiyordu. Çünkü karşısında Türkiye’yi bu duruma sokan aday vardı. 

 

'Adayla ilgili yanlışımız yok, sorun iletişimimiz, stratejimizde'

 

Adaylık sürecinde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Kazanacak aday” ısrarı olmuştu. Seçimin kaybedilmesinde aday faktörü etkili olmuş olabilir mi? Kemal Bey sizce doğru aday mıydı?

 

Birinci seçimden sonra şöyle bir durum ortaya çıktı; bizi tercih etmeyenlere, hem parti, hem de aday olarak bize oy vermeyenlere, bizi terörle iş birliği yapan bir parti olarak gösterildiğimizi maalesef gördük. Özellikle milliyetçi oyları almakta zorluk çektiğimizi gördük. 

 

Orada adayla ilgili bir sıkıntı yoktu. Kılıçdaroğlu "Hırsızdır, yolsuzdur, eksiktir, çalışkan değildir" gibi bir şey söz konusu asla olmadı. Adayla ilgili herhangi bir eksik söz konusu olmadı. 

 

Ama parti olarak bize, zihniyet olarak bize saldırıldı. Bu da gösteriyor ki sorun Kılıçdaroğlu ile değil, karşımızdakilerin başarılı propaganda yapabilmeleri, kendi hedef kitlelerine bunu çok iyi aktarabilmeleri, anlatabilmeleriyle ilgiliydi.

 

Bizim iletişimle ilgili eksiklerimizin olduğunu söylememiz gerekiyor. Yani adayın başka birisi olması durumunda da aynı sonuç olabilecekti. Kılıçdaroğlu, 12 yıldan beri CHP Genel Başkanı. Hiçbir eksikliği yok, dolayısıyla kendisine hiçbir çamur atamadılar. Ama yeni gösterilecek bir adaya bu tür şeyleri söyleyebilirlerdi ve başarılı da olabilirlerdi. Demek ki adayımızla ilgili bir yanlışımız yok. Sorun bizim iletişimimizde, stratejimizde, bunlarla ilgili yanlış yaptık diye düşünüyorum.

 

Seçimden sonra Kılıçdaroğlu da “değişimin önünü açacağını” söyledi ama değişim MYK ile sınırlı kaldı gibi eleştiriler var. Değişim süreci nasıl işleyecek? 

 

Biz bir siyasi partiyiz, bir Siyasi Partiler Kanunu var, kendi tüzüğümüz var ve bunlara bağlı kalmak zorundayız. Dediğiniz gibi MYK değişikliğini yaptık, çünkü bunu hemen yapmak mümkündü. Ama hemen sonra da kurultay sürecini başlattık. Mahalle seçimlerinden başlayarak bir değişim sürecine girildi. İl, ilçe başkanları arkasından Parti Meclisi ve Genel Başkan seçimi de yapılacak.

 

'Öncelikle zihniyet değişimi gerekiyor'

 

Kurultay seçimli olacak. Genel Başkan Adayı olmak isteyenler olacak. Değişim deyince sihirli bir kelime gibi görünüyor ama sadece kişilerin değişimi değildir, öncelikle zihniyette değişim gerekiyor. Kişilerle birlikte zihniyeti de değiştirmeyi başarmak lazım.

 

Kurultayımıza kadar geçen süre içinde partililerimiz bu değişimi gerçekleştirecektir diye bekliyoruz. Tabii bu kadar kısa sürede bu değişim söz konusu olmaz. 

 

Ama yıllardır CHP’de en büyük değişimi gerçekleştiren kişi Kılıçdaroğlu’dur. Bir değişim süreci içindeyiz, onun da devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dünyada sağ sol kavramı değişti ama Türkiye’de hala değişmedi. Bu kavramsal değişiklikleri de dikkate almak zorundayız. Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu Millet İttifakı, buna çok daha uygun bir değişimi de müjdeliyor. 

 

Bugün, demokrasiyi Atatürkçülüğü cumhuriyetin ne olduğunu bilen, buna sahip çıkan bir yüzde 48 var, Türkiye’nin yarısı var en azından. Buna sahip çıkan ve bir araya getirmeyi başaran da CHP’dir, Kemal Kılıçdaroğlu’dur. 

 

Bundan önceki seçimlerde de Erdoğan yüzde 52 alıyordu ama hiçbir zaman karşısında 48’lik bir bütün yoktu, parça parça bir muhalefet vardı. Erdoğan seçimi kazandığında bile Kılıçdaroğlu’nu yuhalatmıştı. Bu yüzde 48’in kendisi için ne kadar büyük tehlike olduğunu gösteren bir işarettir. Bizim kesimin de bunun farkında olması gerekir diye düşünüyorum.

 

 

'Kılıçdaroğlu, ilanihaye koltuk benim olacak demiyor'

 

Ama sonuçta seçim yenilgisi sadece değişen MYK üyelerine fatura edilmiş görünüyor. Genel Başkan'ın bu yenilgide sorumluluğu yok mu?

 

Kemal Bey, 28 Mayıs gecesi istifa ettiğini açıklamış olsaydı doğru yapmış olur muydu? Şöyle bir ortamı hayal edebiliyor musunuz, Kemal Bey ayrılmış partiden. Zaten moralsiz olan bir parti ve partili kitlesi ve sahipsiz bir CHP. Ama hemen arkasından da yerel seçimler var. Partinin kendisini toparlaması mümkün olabilir miydi, yoksa bir parçalanma mı söz konusu olurdu? 

 

'Evet seçimi kaybettin ama niye partini sahipsiz bıraktın, bu kadar sıkıntıya, olaya, kaosa yol açtın' diye eleştirilmez miydi, 'Bu kadar sorumsuzluk olur mu?' diye eleştirilmez miydi? Sorumlu davranarak, 'Ben gemiyi sağlam, güvenli bir limana götüreceğim' diyor. 'İlanihaye burada kalacağım, koltuk benim olacak' demiyor. 

 

O güvenli liman neresi? Kurultay mı, yerel seçim mi?

 

Hem kurultay, hem yerel seçim. Görünen o. Çünkü seçimlerden önce kurultayı yapmamız gerekiyor. Çünkü kurultayı yapmadınız, kongre sürecini tamamlamadınız diye eleştirilir. Böyle, hukuksuz bir iktidarın seçime sokmaması bile söz konusu olabilir. 

 

Onun için seçimden öne kurultayı yapmak zorundayız. Yapıldığında da zaten seçimleri de kurultay sonucu ortaya çıkan yapıyla devam ettirmek zorundayız. 

 

Siz daha önce de açıkladınız, Kemal Bey kurultayda kesin aday olacak anlıyorum...

 

Biz partililer olarak aday gösteririz. 

 

'Yerel seçimden sonra olağanüstü kurultay olabilir'

 

Yerel seçimlerden sonra bir kurultay yok. O durumda seçilirse iki yıl daha partinin başında kalacak anlamına mı geliyor?

 

Yerel seçimlerin sonuçlarına göre bir kurultay söz konusu olabilir. Bunun değerlendirmesini sayın Kılıçdaroğlu yapacaktır. 

 

Genel Başkan seçimli olağanüstü kurultay düzenleyebilir. Seçim sonuçlarına göre bırakabilir de, bir süre daha devam ettirebilir de. Tabii siyasetin şartları, seçim sonrası durum belirleyecektir. Ama bu kurultayda kesin aday gösterilecektir. 

 

Kılıçdaroğlu seçimden sonra üçüncü kez İmamoğlu ile görüştü. Bu görüşmeler ne anlama geliyor, bir değişim pazarlığı mı var?

 

Seçim sonuçlarında hepimizin muhakkak ki eksikleri, sorumluluğu vardır. Biz MYK üyelerinin, Genel Başkanımızın, Ekrem Bey'in, Mansur Bey'in, diğer ittifak üyelerinin, hepimizin sorumluluğu vardır. Hepimizin bu sorumluluğu sahiplenmesi, özeleştiri yapması lazım. 

 

Zihniyet değişmeden, özeleştiri yapılmadan, sadece Kemal Bey suçlanarak, onun gönderilmesi ile aşılacak bir şey değil.

 

 

Kemal Bey'in bırakması halinde partinin bölünebileceğine işaret ettiniz. Ama İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’na karşı bayrak açmış havası var. Grup Başkanı Özgür Özel aday olabileceğini ifade ediyor. Bu durum da bir bölünme, parçalanma riskini getirmiyor mu?

 

Grup Başkanımız da o mevkide otururken, ya da Ekrem Bey Büyükşehir Belediye Başkanı'yken, Genel Başkan'a karşı daha dikkatli olmalılar. Şimdiye kadar ikisi de adayız, demediler. 

 

Özgür Özel 'Sorumluluk almaktan kaçmam' dedi…

 

Yani her ikisi de Kemal Bey’in koltuktan kalkıp onları mı oturtmasını bekliyorlar? Adaylarsa, aday olduklarını resmen açıklarlar. Kurultay süreci de açıklandı, girerler, yarışırlar. Herkes görevine müdrik. 

 

Ama eğer değişim istiyorsak, sorumluluk da almalıyız, bu sorumluluk aday olmayı gerektiriyorsa bundan da kaçmamalı. 

 

Mevcut görevlerini bırakmaları anlamında mı söylüyorsunuz bunu?

 

Hem o anlamda, hem de aday olmak isteyen o sorumluluğu alsın. Ama 'Kemal Bey gitsin, beni koltuğa oturtsun' öyle bir şey söz konusu değil herhalde, doğru değildir böyle bir şey. Parti tüzüğüne de uygun değildir.

 

İmamoğlu’nun adaylığı: 'Hem partiyi hem İstanbul’u kaybetme durumumuz olabilir'

 

Başka bir isim gemiyi limana sağlam götüremez diye mi düşünülüyor?

 

Adını koyalım, adaylık için en fazla adı geçen kişi Ekrem Bey. Ekrem Bey için bugün bir mahkeme süreci söz konusu. 

Genel Başkan olabilir mi rahatlıkla? Olamaz, sıkıntısı var. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olabilir mi? Sıkıntısı var. 

 

Bizim Kemal Bey’den sonraki en önemli adayımız için hukuki bir tuzak hazırlanmış durumda. Böyle olunca, bizim seçim öncesi hem partiyi kaybetme, hem de İstanbul’u kaybetme durumumuz olabilir. Biz İstanbul’u kaybetmemeliyiz, partiyi de kaybetmemeliyiz, bu tuzağa da düşmemeliyiz. 

 

Seçime kadar bu mahkemenin durumunun netleşmesi lazım. Öbür türlü üzerimizde Demokles'in kılıcı gibi sallandırırlar. 

 

Bu Kılıçdaroğlu için de söz konusu değil mi? Milletvekili değil ve hakkında dokunulmazlık dosyaları var...

 

Böyle siyasetten men gerektiren bir karar, durum söz konusu değil. Bir de tabii bir partinin Genel Başkanı, icra makamında olmayan bir kişi. 'Sadece sen benim rakibimsin' diye bir mahkeme kararıyla siyasetten men edilirse bu bir mağduriyet doğurur, o nedenle bunu kolay kolay yapamazlar.

 

Yasak riski nedeniyle İmamoğlu’nu İstanbul için aday göstermeme durumu olabilir mi? Ya da tam tersi 'İstanbul’u ancak İmamoğlu ile alırız' diye mi bakıyorsunuz?

 

Şu anda Belediye Başkanımız en önemli adayımız. Dolayısıyla da onunla alınabilir. Belediye seçimleri öncesi ona bir yasak gelmesi de büyük bir infiale yol açar elbette. Bunları da dikkate almamız gerekiyor.

 

Konu çok basit bir konu değil. Hem partiyi hem İstanbul’u hem geleceğimizi düşünmek zorundayız. Evet böyle değişim deyip de, o gitti bu geldi değil... O kadar basit değil bu konu. 

 

Yerel seçimde ittifaklar ne olacak? 

 

Seçim sonrasında ittifak ortakları arasında bir mesafe oluştu sanki. Örneğin İYİ Parti kanadından ittifak bitti, bazı partilerden yerel seçimde kendi adaylarıyla yarışabilecekleri açıklamaları geldi. Yerel seçimlere dönük yeni ittifak stratejisi nasıl olacak?

 

İttifak seçim kanununda yer alan hukuki bir konu. Genel seçimler için getirilmiş bir düzenleme. Dolayısıyla genel seçimler bitti, dedikleri gibi seçim ittifakı da bitmiş vaziyette. 

 

Ancak uygulamada bu ittifak yerel seçimler için çok daha etkili olabiliyor bir çok yerde. O nedenle yerel seçimlerde de devam ettirebilmemiz gerekiyor. Her ne kadar resmi olarak bitmiş olsa bile, seçimlere yakın adaylar belirlendikçe, daha kazanabilir adaya hem seçmen yönelecektir, hem de biz de seçilebilecek adaya odaklanacağız. 

 

Bunu bazı yerlerde bir seçim iş birliği şeklinde resmi olarak ortaya koyabiliriz. Birçok yerde de zaten seçmen tarafından yapılacaktır diye düşünüyorum.

 

Şu anda partilerin aday çıkaracağız demesi normal, her parti ister. Ama seçimler yaklaşınca daha farklı tutumlar alınacaktır, daha realist bakılacaktır.

 

https://www.bbc.com/turkce/articles/cpv4qdk3ek6o

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Merkez Bankası 'rasyonel' politikalara nasıl dönecek, kur ve faiz senaryoları neler?

Prof. Dr. Selva Demiralp / Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi


Hafize Gaye Erkan ve Şahap Kavcıoğlu

 

9 Haziran 2023

 

Merkez Bankası Başkanlığına Hafize Gaye Erkan’ın atanması ile birlikte TCMB'nin ortodoks para politikası çerçevesinde faiz artışlarına gideceği inancı güçlendi. Erkan’ın aldığı formasyonun önceki başkan Şahap Kavcıoğlu’ndan oldukça farklı olması, para politikasında U dönüşü yapılacağı beklentisini doğuruyor.

Öte yandan Kavcıoğlu’nun da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanlığına getirilmiş olması, Mart 2021’dan beri yürüttüğü düşük faiz politikasının performansı konusunda hükümet kanadında bir hoşnutluk göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Bu durum ister istemez Hafize Gaye Erkan’a ne kadar bağımsız hareket alanı verileceği sorusunu gündeme getiriyor.



'Rasyonel' oyun planı ne olur?

Eylül 2021 sonrası uygulanan program dahilinde politika faizinin yüzde 19’dan 8,5’e çekilmesini takiben Türk Lirası’ndaki değer kaybı yoğun döviz satışları ile dengelenmeye çalışıldı.

 

Geçtiğimiz hafta yüzde 10 üzerinde değer kaybetmesine izin verilen TL, yolun bundan sonrasında nasıl şekillenir?

Merkez Bankası'nın 2 Haziran itibarıyla -5.7 milyar dolara gerileyen net döviz rezervleri tarihi dip seviyesinde. 

Bu vahim tabloyu Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Simşek’in “rasyonel politikalara dönüş” sözü ile birleştirdiğimizde yolun bundan sonrasında TCMB’nin örtülü döviz satışlarını hızla azaltmasını ve kısa süre içinde de sonlandırmasını beklemeliyiz.

Örtülü döviz satışlarının sonlanması döviz kurunun serbest piyasa değeri olan “adil seviyeye” gelmesini sağlayacaktır. 

Bu noktadan sonra kurdaki değer kaybının faiz artırımları ile kontrol altına alınması gerekir. 

Bu şekilde kurdan enflasyona olan geçişkenlik dizginlenebilir. 


Döviz kuru nasıl belirlenir?

Satın alma gücü paritesi hipotezine göre nominal döviz kuru iki ülke arasındaki enflasyon farkına paralel olarak değişir. 

Bu şekilde reel döviz kurunun sabit kalması beklenir. 

Oysa bizde bir süredir örtülü döviz satışları vasıtasıyla TL’nin Dolar karşısında değer kaybı sınırlandığı için reel kurda bir iyileşme oldu ve “adil değerden” uzaklaşıldı.

Döviz müdahalelerinin ortadan kalkması ile döviz kuru serbest piyasa değerine ulaşır. Sonrasında ise TCMB’nin faiz artışları ile kuru enflasyon hedeflerine tutarlı bir noktaya getirmesi beklenir.

Şekilde mavi çizgi ABD ile Türkiye’nin Tüfe enflasyonu farkını, kırmızı çizgi ise Dolar/TL döviz kurunu gösteriyor. 

Eylül 2021’de “Yeni Ekonomi Modeli (YEM)”ne geçilene kadar ABD ve Türkiye arasındaki enflasyon farkı ve döviz kuru arasındaki uzun vadeli trendlerin örtüştüğünü, YEM’e geçilmesi ile birlikte ise iki seri arasındaki farkın açıldığını görüyoruz.

Döviz müdahalelerinin kalkması durumunda aradaki farkın tekrar kapanması, Dolar/TL kurunun 25’li seviyelere çıktığı noktada ise iki seri arasındaki paralel trendin tekrar başlaması beklenir. 

 

Güvercin faiz artışı mı, şahin faiz artışı mı?

Dolar/TL kurunun 25’li seviyelere geldiği noktada TCMB’nin yola faiz artışları ile devam edeceği varsayımından hareketle güvercin ve şahin iki senaryo oluşturup, bu senaryoların kur ve enflasyon üzerindeki etkilerini inceleyelim.

1) Güvercin senaryo: Merkez Bankası faiz artışı konusunda daha ılımlı davranıp önceliğini fiyat istikrarından ziyade ödemeler dengesi ile ilgili bir kriz çıkmamasına verebilir. 

Halen yüzde 8,5 olan politika faizi ilk aşamada yüzde 20’li seviyelere, kurdaki baskının devamı durumunda yüzde 30’lu seviyelere çıkarılabilir.

12 ay sonrası enflasyon beklentilerinin yüzde 35’li seviyelerde olduğu bir çerçevede bu patika içerideki döviz talebini durdurmaya yetmeyebilir. 

Reel politika faizi negatifte kalacağı için kur ve enflasyon üzerindeki yukarı yönlü baskı devam edebilir ve sene sonu enflasyonu yüzde 45’leri aşabilir.

2) Şahin senaryo: Merkez Bankası faiz artışı konusunda daha şahin bir duruş sergilerse politika faizi ilk aşamada 25-30 bandına sonrasında yüzde 40’ların üzerine çıkabilir.

Bu durumda kur seviyesinin ve enflasyonun aşağı yönlü baskılanması mümkün olabilir.



Açık faiz artışı mı, koridor mu?

Merkez Bankası'nın ne kadar güvercin ya da şahin olacağına ilave olarak bir diğer belirsizlik faiz artışlarının ne kadar açık ya da örtülü olması ile ilgili olacak. 

Para politikası iletişimi ne kadar net olursa, piyasaların Merkez Bankası'nın samimiyetine inanması ve para politikasının yönlendirmesine uygun hareket etmesi mümkün olur. 

Eski ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke, "Para politikası yüzde 98 iletişim, yüzde 2 aksiyondur" der.

Şayet açık faiz artışları yapılamaz ve 2010 sonrası dönemden aşina olduğumuz koridor sistemi geri gelirse faiz artışları geniş bir bandın içinde örtülü bir şekilde gerçekleşir. 

Bu durumda ileriye yönelik sinyaller bulanıp Merkez Bankası'nın bağımsızlığı konusunda endişeler devreye gireceği için faiz artışlarının piyasa beklentilerini şekillendirme gücü önemli ölçüde zayıflar. 

Enflasyonu yüzde 40’lı seviyelerin altına düşürmek “şahin” hamlelerle bile zorlaşır. 

Yani acı reçetenin maliyeti artar. 

 

Acı reçetenin maliyetini kim ödeyecek?

Seçim öncesi dönemde Millet İttifakı, ortodoks politikaları savunup “acı reçeteyi” telaffuz ederken, reçetenin maliyetinin sabit gelir kesimlerine ödetilmeyeceği konusunda hassasiyetini dile getirmiş ve bütünsel bir paket açıklamıştı.

Aynı dönemde Cumhur İttifakı ortodoks politikaları henüz telaffuz etmediği için acı reçete de gündemde değildi. 

Oysa şimdi Hafize Gaye Erkan ile birlikte ortodoks politikalara geçilecekse bir acı reçete oluşacağı da not edilmelidir. 

Sıkı para politikasının maliyetinin ne şekilde ödeneceği siyasi bir tercihtir. 

Para politikasının işini doğru yapabilmesi, acı reçete uygulanırken toplumsal tepki ile karşılaşmaması bu maliyetin ne kadar adil dağıtılacağı ile bire bir bağlantılıdır. 

Bu noktada maliye politikasının devreye girmesi, gerekli desteği vermesi ve yapılan tercihi şeffaf bir şekilde izah etmesi gerekir.


https://www.bbc.com/turkce/articles/c89lpj2w955o

 

Sınıfsız Toplum Platformu’nun notu : 

Bu ekonomi politikayı uygulamak için 9-10 ay hazırlık yapılması gerekir. Hazırlık evresi Mart-2024 yerel seçimler sonuna kadar devam eder. Süreç devam ederken Türkiye kamuoyu oyalanarak uyutulur. Demek oluyor ki, programın uygulanmasına ancak 2024 Nisan ayında başlanır. İşte o zaman, “Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi Tekke’de bulur!..

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Selahattin Demirtaş: Ben HDP’liyim ve öyle de kalmaya devam edeceğim

“Aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum” diyen HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bundan sonra ne yapacağını açıkladı

 

İrfan Aktan 

 

14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri hem Türkiye hem de muhalefet açısından tarihi bir kırılmanın başlangıcı olmuş gibi görünüyor. Seçimler öncesinde AKP ve Erdoğan sonrası döneme hazırlanan muhalefetin, aynı hazırlığı seçimi kazanmak için yapmadığı anlaşıldı. Sonuçta başta HDP ve CHP olmak üzere iktidara karşı en büyük direnci gösteren partiler açısından seçim sonrasında bir muhasebe mecburi hale geldi.

Bu muhasebenin en sertini ise HDP-Yeşil Sol Parti’nin seçim kampanyasına 4 Kasım 2016’dan beri tutulduğu Edirne Cezaevi’nden yoğun bir destek sunan Selahattin Demirtaş yaptı. Aşağıdaki söyleşimizde sarfettiği aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum” cümlesini, söyleşi henüz yayınlanmadan duyuran Demirtaş, Türkiye’nin gündemine oturdu. Demirtaş’ın “aktif politikayı bırakması” milyonlarca seçmeni derin bir üzüntüye boğarken, hasımları da sevinmiş görünüyor. Her iki duygu için de erken olduğunu söyleyerek sözü Demirtaş’a bırakalım…

- Erdoğan hapisten çıkamayacağınızı söylerken taraftarları “Selo’ya idam” sloganı attı. Bu sloganı duyduğunuzda ne hissettiniz?

Açıkçası hücre arkadaşım Selçuk Mızraklı ile birlikte o tabloya güldük ve o güruha acıdık. Liderleriyle birlikte Saray’ın bahçesinde Orta Çağ görüntüsü veren bir acziyete acımak dışında yapacak bir şey yok.

- 28 Mayıs sonrası genel kanaat, iktidarın Kürt siyasetine yönelik baskılarının hiç olmadığı kadar sert olacağı yönünde. Sizce iktidar, elindeki araçlarla bundan sonra ne yapabilir?

Doğrusu uygulanmayan bir tek toplu katliamlar kaldı, herhalde onu da göze alacak değiller. Fakat kaba şiddetin yanına seyreltilmiş kültürel soykırımı da ekleyeceklerdir. Özellikle HÜDA PAR aracılığıyla toplumun hücrelerine kadar nüfuz etmeye odaklanacaklardır. Kürtlerin de buna her zamankinden çok direnmeyle ve ideolojik mücadeleyle yanıt vermeleri gerekecek.

- Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilememesinin kısa, orta ve uzun vadede Türkiye açısından sonuçları ne olur?

Daha fazla otoriterleşen, yoksullaşan, kamplaşan, dışarıya daha da bağımlı bir Türkiye göreceğiz.

BENİM BİR MUCİZE FORMÜLÜM YOK

- Dışarıda olsaydınız mevcut tablo karşısında nasıl bir muhalefet stratejisi izlerdiniz?

Benim bir mucize formülüm yok, bir kurtarıcı da değilim ama tabanımızın önüne somut hedefler koyup kitleleri heyecanlandırarak ayağa kaldırmakta katkılarım olabilirdi. Cezaevinden ancak sosyal medya ve diğer medya aracılığıyla katkı sunabiliyorum. Bu da eksiklere, yetersizliklere yol açabiliyor. Biri de bunu sosyal medya fenomenliği olarak tanımlayabiliyor, sanki amacım buymuş ve elimde başka imkan varmış gibi!

- Peki size yönelik “popülist siyaset yapıyor” eleştirilerine yanıtınız nedir?

Popülist siyasetle HDP’nin ilkelerini görünmez hale getirdiğim eleştirilerine saygıyla yaklaşıyorum. Popülerlik ile popülistliği birbirine karıştıranları bir kenara bırakarak tüm bu eleştirilere anlam biçiyorum. Kendi açımdan bu saatten sonra zorlamanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Arkadaşlarım bunu ısrarla söylüyorlarsa bir bildikleri vardır ve artık kendilerinden üstün bir performans beklemek de hepimizin hakkıdır.

BEN HDP’LİYİM VE ÖYLE DE KALMAYA DEVAM EDECEĞİM

- Bundan sonra siz ne yapacaksınız? Nasıl bir siyaset yürüteceksiniz?

Aylar önce Genel Merkezimize, sonuçlar ne olursa olsun seçimlerden sonra aktif siyasi çalışma yürütmeyeceğimi belirtmiştim. Halen aynı düşüncedeyim. Dışarıda canla başla mücadele eden tüm yoldaşların, bu süreci özgücümüzle ve başarıyla tamamlayacağına inanıyorum ve bu konuda hepsine güveniyorum. Partimize yönelik eleştiri ve önerilerim tümüyle iyi niyetli, yapıcı ve katkı sunma amaçlıdır. Hiç kimse, eleştirilerimi HDP’yi yıpratmak için kullanmaya kalkmasın. Ben HDP’liyim ve öyle de kalmaya devam edeceğim. Bunu herkesin iyi bilmesini istiyorum.

HATA HDP ÇİZGİSİNDE DEĞİL, PRATİKTEDİR

- Yeşil Sol Parti’nin TBMM’de 61 milletvekili olacak. Sizce etkin bir muhalefet için bu vekiller ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Partimiz bu konularda belli bir deneyime ve hafızaya sahip, dolayısıyla en iyisini kendileri zaten yapacaktır. Fakat Meclis’i etkin kullanmakla birlikte, mücadeleyi Meclis ile sınırlı tutmamaları çok önemlidir.

Son zamanlarda Twitter’da sık sık HADEP döneminden fotoğraflar paylaşılıyor. O dönemin seçim kampanyalarından, mitinglerinden, toplantılarından fotoğraflar bir nostaljiye işaret ediyor sanki. Eğer bu paylaşımlar, o zorlu döneme dair bile bir özleme işaret ediyorsa, bazı Kürtlerin mevcut HDP siyasetinde kendilerini bulamadıkları anlamına geliyor mu?

Evet, bence de bu anlama geliyor ama hata HDP çizgisinde değil, pratiktedir. Eleştiri HDP paradigmasına değil, yanlış uygulamalardadır. Vazgeçmemiz gereken de HDP değil eksiklerimiz, yanlışlarımızdır.

- 14 Mayıs akşamı seçim sonuçları netleşmeye başladığında ne hissetmiş ne düşünmüştünüz?

Tam olarak o sonuçları beklemiyordum. Yeşil Sol Parti’yi de Kılıçdaroğlu’nu da daha yüksek bekliyordum. Sonuçlara hem üzüldüm hem de muhalefetin seçim akşamı verdiği dağınık görüntüye öfkelendim.

KILIÇDAROĞLU SEÇİMİ KAZANDI ASLINDA, OLANLAR TÜMÜYLE BİR OPERASYONDU

-  Peki 28 Mayıs akşamında?

Sonuç çok şaşırtıcı değildi. Kılıçdaroğlu seçimi kazandı aslında. Fakat başta hileler, sonra da yurt dışı oyları ve sonradan vatandaş yapılanların oyları gibi faktörler eklenince bu tarihi seçimi resmi olarak Erdoğan almış oldu. Yaşananların seçimle, demokrasiyle, halk iradesinin sonuçlara yansımasıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Olanlar tümüyle bir operasyondu.

- Ekonomik sorunlardan otoriter rejime, gençlerin vaziyetinden yoksul kitlelerin haline, deprem enkazından dış ilişkilere kadar, Türkiye’nin durumu malum. Sizce bu tabloya rağmen AKP nasıl oldu da yüzde 35 oy alabildi? Özellikle muhalefetin Z kuşağına dair beklentileri çok yüksekti ama bu beklenti de tam karşılanmış görünmüyor. 14 Mayıs sonuçlarını tüm bu vaziyeti göz önüne alarak nasıl açıklıyorsunuz?

Bu seçim daha en başından eşitsiz, adaletsiz ve gayrimeşru bir zeminde yürüdü. AKP devletin tüm olanaklarını yalan, iftira, karalama, baskı, engelleme için kullandı, sandıklarda şaibeli müdahaleler oldu. Son yedi yılı tam bir otoriterizmle geçirmiş Türkiye’de demokratik bir yarışın koşulları zaten yoktu. Dolayısıyla ortaya çıkan sonucun meşruiyeti hep tartışmalı olacak. Muhalefet, bu gerçeği bilmesine rağmen hep karşısında normal bir iktidar varmış gibi davranarak, rejimi meşrulaştırarak büyük hatalar yaptı. Yine, HDP’nin kriminalize edilmesini peşinen kabul ederek iktidarın değirmenine adeta su taşıdı. Karşınızdaki, olağan dışı yöntemler kullanarak seçim yerine operasyon yaparken siz ancak söylemde ve pratikte buna karşı olağanüstü yöntemlerle mücadele ederek başarı sağlayabilirsiniz.

EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI KAĞIT ÜSTÜNDE KALDI, BAZI BİLEŞENLER İTTİFAK YOKMUŞ GİBİ AYRI DAVRANDI

-  Peki bunun için ne yapılabilirdi?

Mücadeleyi de toplumsallaştırarak seçime kadar getirmek gerekiyordu. Yoksa son bir-iki ayda yapılacak seçim kampanyasıyla yedi yıllık toplumsal mühendislik operasyonunu alt etmek mümkün değil. Aslında halkın çoğunluğu değişimden yanaydı fakat bu değişim isteği bir toplumsal harekete dönüştürülemedi, siyasi partilere sıkıştırılıp oradan sonuç alınmak istendi.

- 14 Mayıs seçimlerinde Yeşil Sol Parti’nin elde ettiği sonuç HDP Eş Genel Başkanları tarafından da başarısızlık olarak değerlendirildi. Bu sonucun arkasında üç temel unsur olduğu söyleniyor. HDP’ye yönelik baskılar, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın iki ayrı parti olarak seçime girmesi ve Yeşil Sol Parti’nin milletvekili aday listeleri. Siz bu değerlendirmeye katılıyor musunuz? Bu sonuç engellenebilir miydi?

Öncelikle şunu belirteyim, dünkü yazımda ve bu röportajda yaptığım eleştirileri daha önce defalarca partimizle paylaştım. Yani ilk defa şimdi ifade etmiyorum. Elbette HDP’ye çok yönlü saldırılar, büyük baskılar var. Bunlar her dönemde oldu. En rahat olduğumuz düşünülen 7 Haziran 2015 seçimlerinde Adana ve Mersin il örgütlerimize eş zamanlı bombalı saldırılar düzenlendi, mitinglerimize organize saldırılar yapıldı, Diyarbakır mitingimiz bombalandı, arkadaşlarımız katledildi. Kıyaslamak için değil, böyle bir hakikat de olduğu için hatırlatıyorum sadece.

Emek ve Özgürlük İttifakı'nı aslında ayrı bir başlıkta ele almak gerekir. Kuruluş amacı, ilkeleri ve hedefleriyle heyecan verici olmasına rağmen, ne yazık ki kağıt üzerinde kaldı. Bazı bileşenler böyle bir ittifak yokmuş gibi ta başından beri ayrı davrandılar, ayrı çalıştılar. İş gidip gelip adaylıklara ve ayrı liste tartışmalarına kilitlendi. O süreçler de iyi yönetilemediği için son derece yıpratıcı tartışmalarla hem motivasyon kaybına hem de çok değerli zamanların kaybına yol açtı. İttifak fikri de stratejisi de çok değerli, çok önemli olmasına rağmen bütün taraflar süreç yönetimindeki başarısızlık nedeniyle ciddi derecede zararlara yol açtılar. Bu konuda herkesin sağlıklı bir özeleştiri yapması ve bu olumsuz deneyimden dersler çıkarması gerekiyor. Ayrıca Kürt partileriyle ittifak da yeterince önemsenmedi ve orada da önemli bir sonuç elde edilemedi. Oysa Kürt ulusal ittifakı da stratejik önemdedir ve HDP’nin temel ilişki ağlarından biridir. Bu alanlardaki eksiklerin de mutlaka giderilmesi gerekiyor.

KENDİMİ SORUMLULUĞUN DIŞINDA TUTMUYORUM

-  Aday listeleri hakkındaki görüşünüz nedir?

Listelerin oluşturulmasında belli bir yöntem eksikliği olduğu, halkın beklenti ve önerilerinin dikkate alınmadığı eleştirileri var. Bu eleştirilerin ciddiyetle ele alınması ve tüm yerellere izahatta bulunarak samimi bir özeleştiri verilmesi gerekir. Adaylarımızın ve seçilen arkadaşlarımızın hepsi de çok değerli, kıymetli yoldaşlardır fakat mesele onların kişiliğinden bağımsız bir iç demokrasi meselesidir. Bunca deneyimimize rağmen halen halk demokrasisini ve demokratik toplumu önemsememek teknik bir eksiklikten öte ideolojik sapmadır. Bunun sorumlusu da en başta parti yönetimidir. Seçim dönemi siyasetinin de zaaflarla dolu olduğunu düşündüğümüzde yönetimimiz ne yazık ki ciddi yetmezliklere düşmüştür. Bence tüm bu süreç için halka bir özür, özeleştiri borçları var. Ayrıca ben de kendimi bu sorumluluğun dışında tutmuyorum. Kendimi sorumlulardan biri olarak kabul ediyorum elbette.

- Peki size göre bu süreçten nasıl bir ders çıkarılması gerekiyor?

Bu süreçten çıkarılacak derslerle yerelden başlayarak hızla büyük kongrenin toplanması ve yönetimde değişiklikle birlikte taze kana ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Gördüğüm kadarıyla halkımız da Eş Genel Başkanlar başta olmak üzere parti yönetiminden bu olgunluğu ve sorumluluğu bekliyor. Şu anda korumamız gereken şeyler, halkımızın örgütlü mücadelesi ve partimizdir. Bize ne olacağı değil, halkımıza ve partimize ne olacağı önemlidir.

KÜRT HAREKETİ VASATA PRİM VEREN TARZI BIRAKIP BİNLERCE İNSANI GÖREVE ÇAĞIRAN BİR MODELİ HAYATA GEÇİRMELİ

- 2015’ten beri devam eden yoğun baskılar karşısında HDP’nin yapabilip de yapmadığı ne var?

Bence taktik hamlelerdeki eksikleri, hataları tartışmadan önce şunu netleştirmemiz lazım; Kürt siyasi hareketi yoğun tutuklamalar, sürgünler ve baskılar nedeniyle çok ciddi bir kadro erozyonuna uğradı. İl ve ilçe örgütlerinden Genel Merkeze, Kadın ve Gençlik Meclislerine kadar tüm alanlarda ciddi bir nitelik zayıflaması oldu. Özverili ama deneyimsiz arkadaşlar ellerinden geleni yaptılarsa da yeterli olamadı. Yani yapılması gerekenler apaçık ortada ama yapabilecek nitelikli kadro yapısından yoksunuz. Bu nedenle, Kürt siyasi hareketinin yapması gereken en önemli şey yeni bir söylem, eylem ve örgütlenme modeliyle, niteliği geri çağırmak olmalıydı. Kürt hareketi, artık vasata prim veren tarzı bırakıp binlerce nitelikli insanı göreve çağıran bir modeli hayata geçirmelidir. Çünkü genç, kadın, işçi, köylü, işsiz, öğrenci, orta sınıf dahil tüm kesimlerden nitelikli katılım olmadan mücadelede hamle ve yenilenme kolay olmayacak. Bizim cesur ve nitelikli siyasi kadrolarla başaramayacağımız hiçbir şey yok. Bence HDP’nin en temel eksiği bu. Bu giderilirse gerisi kolaydır. Ama bunun giderilmesi de yeniden yapılanma hamlesinin samimiyetine, başarısına bağlı. Özetle, yeniden yapılanmayı temel gündem yapmalıyız.

TİP GERÇEĞE SIRTINI DÖNMEYİ TERCİH ETTİ

- Seçimden önce Gültan Kışanak’ın TİP’e yönelik “ortak listeyle seçime girme” çağrısını siz de desteklemiştiniz ama bu çağrınız karşılık bulmadı. Genel olarak TİP’in bu süreçteki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortak listeyle seçime girilseydi sonuç çok farklı olur muydu?

TİP’in kararı yanlıştı, halen yanlıştır. Devrimci, öncü siyasetin görevi kitlesini değiştirme, dönüştürme iddiasında ısrar etmektir. Erkan Baş’ın beni ziyaretinde de öncesinde de bu görüşlerimi kendilerine iletmiştim. “Kürtlerle yan yana durmazsak oy alabileceğimiz kesimler var” deyip alacağınız oylar, neyi ne kadar çözmeye ve dönüştürmeye yarar ki? Kürt sorunu trafik sorunu değil ki ‘’bu cadde tıkalı, öbür yoldan gidelim’’ diyebilesiniz. Kürtleri ve Kürt halkının ulusal taleplerini ıskalayıp, görmezden gelip Türkiye’nin hangi sosyal, sınıfsal, siyasal soruna kalıcı çözüm üretebilirsiniz ki? TİP bunları en iyi bilen partilerden biri olmasına rağmen gerçeğe sırtını dönmeyi tercih etti. Yanlış yapıldı. Umarım bunun telafisi için herkes çok samimi bir çaba sarf eder, etmelidir.

BUNDAN SONRA SİYASİ İTTİFAK YERİNE MÜCADELE ORTAKLIĞI ESAS ALINMALI

- Seçimden sonra bazı Kürt çevreleri, artık Türkiyeli sosyalistlerle birlikte yol yürünmemesi gerektiği yönünde değerlendirmeler yaptı. Sizce bundan sonra Kürt hareketi nasıl bir hatta ilerlemeli, ne yapmalı?

HDP’nin sadece seçim dönemlerinde sosyalist partilerle ittifak arayışında olmaması gerekir. Mücadele birliği çok daha anlamlı ve önemli. Bundan sonra da siyasi ittifak yerine mücadele ortaklığı esas alınmalı. 1 Mayıslardan Newrozlara, grevlerden protesto yürüyüşlerine kadar her yerde ortak mücadele yürütülmeli. Seçim ittifakına sıkışan birliktelikler yarardan çok zarar getiriyor çünkü. HDP’de bileşen kotası, kontenjanı ve benzeri uygulamalara son verilmeli. Bu, HDP’li kimliğini oluşturmak için de gerekli. Tüm bileşenler mücadele birliği yapar, seçim zamanı da herkes ön seçime girer, Genel Merkezin az sayıda kotası olur, gerisi halk tarafından belirlenir. Bu çok daha demokratik ve halkçı bir yöntem. Bu yöntem genel seçimlerde de yerel seçimlerde de uygulanmalı. Dışarıdayken de bunları savunuyordum, halen aynı düşüncedeyim.

ADAY BELİRLEME YÖNTEMİYLE İLGİLİ GENEL MERKEZLE HERHANGİ BİR İSTİŞAREMİZ OLMADI

- Yeşil Sol Parti’nin milletvekili aday listelerinin, yereldeki bazı itirazlara rağmen merkezden belirlemesinin mevcut sonuçta etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin bu konuda partinizle herhangi bir istişareniz oldu mu? Başka türlü bir yöntem, başka türlü bir sonuç yaratır mıydı?

Elbette başarısızlığın nedenlerinden biri, yerelin yeterince gözetilmemesi. Aday belirleme yöntemiyle ilgili, Genel Merkez ile herhangi bir istişaremiz olmadı. Az önce de belirttiğim gibi, Genel Merkeze sınırlı bir kota ayrılması ve adayların çoğunun ön seçimle belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Elbette ön seçimin de çeşitli sorunları var, o sorunları en aza indirecek çalışmalar yapılması gerekir. Ön seçimle belirlenecek belediye başkanı ve milletvekili adayları, yerelin tercihi olacaklarından çok daha güçlü çalışmalar yürütürler. Şayet bu yöntem benimsenseydi bazı yerlerde daha fazla milletvekili çıkarabilirdik ama tamamen bambaşka bir sonuç olur muydu, onu bilmek mümkün değil.

- Seçim çalışmaları sürecinde HDP’yle yoğun bir temasınız oldu mu? Seçim kampanyasından cumhurbaşkanlığı adaylığına ve milletvekili listelerine kadar, çeşitli konularda sizinle istişareler yapıldı mı?

Avukat arkadaşlarım düzenli ziyaretler yaptıkları için partimizin Genel Merkezi ile iletişimde teknik bir sorunumuz olmuyor. Ancak sanırım Genel Merkezin yoğunluğu nedeniyle zaman zaman bizi bilgilendirme konusunda eksiklikler yaşanıyor. Özellikle seçim dönemlerinde bu eksiklik daha fazla olabiliyor.

AKTİF POLİTİKAYI BU AŞAMADA BIRAKIYORUM AMA…

- HDP Eş Genel Başkanları 14 Mayıs sonrası tablo karşısında özeleştiri yapacaklarını söyledi. Sizce bu özeleştiri ne ve nasıl olmalı?

Her şeyden önce ben dahil hepimiz fedakar, emektar, yurtsever halkımıza amasız fakatsız bir özür borçluyuz. Halkımız elinden gelenin fazlasını yaptı, biz etkili politikalar ve taktikler geliştiremedik. Samimi ve özlü bir özeleştiri vermek zorundayız. Ben kendi adıma, halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum. Pratikteki çabalarımla bu eksiklikleri giderme sözü veriyorum. Ayrıca, bana yönelik yapıcı eleştirilere teşekkür ediyorum. Eleştirilerden yararlanmaya çalışacağım. Mücadeleyi cezaevinden her yoldaşım gibi dirençle sürdürürken, aktif politikayı bu aşamada bırakıyorum.

- Yani HDP’den istifa mı ediyorsunuz?

Tartışmalar bir kez daha hatalı bir zeminde yürütüldüğü için şunu ekleme ihtiyacı hissediyorum; ben ne HDP’den ne de herhangi bir görevden istifa ediyorum. Güncel, aktüel siyasete müdahil olmayacağımı ve bu çerçevede aktif politikayı bıraktığımı belirtiyorum. Sevgili Seyhan Avşar’ın Halk TV internet sitesinde yaptığı habere dair de şunu belirtmem gerekir, kendisi işini yapmış ama haber kaynağı doğru bilgi aktarmadığı için ortaya yanlış bir haber çıkmış. HDP Genel Merkezi ile güvene dayalı bir yoldaşlık hukukumuz var. Eksiklerimiz, hatalarımız karşılıklı ve birbirimizi yoldaşça eleştirir, yola da birlikte devam ederiz. Partimiz HDP’nin de tüm yerellerde kapsamlı, geniş katılımlı halk toplantıları alarak bu özeleştiri sürecini işletmesi gerekiyor. Bu toplantılar aynı zamanda halkın görüş, öneri ve eleştirileri alınarak büyük kongreye gidişin de bir altyapısı olmalı. Bize en çok lazım olan şey, parti içi demokrasi. Parti içi demokrasi azaldığında sapmalar ve hatalar peş peşe geliyor.

PARTİMİZİN GERÇEK VE TEK SAHİBİ HALKTIR, BIRAKALIM HALK PARTİSİNİ YÖNETEBİLSİN

- Parti içi demokrasiyi sağlamanın yolu ne?

Demokrasiyi işletebilmek için artık yeni mekanizmalar ve parti içi kurumlar oluşturmak zorundayız. İletişim teknolojisinin geldiği aşama, cep telefonlarından süreçlere katılımı, denetlemeyi mümkün hale getirmişken artık delege sistemine son verip tüm kademelerdeki yönetimlerin doğrudan halk tarafından, parti üyeleri tarafından seçilmesini sağlamalıyız. Parti, önemli kararları da bu yöntemle mutlaka halkın onayına sunmalı. Halk istediği her anda ve her yerde partiyi denetleyebilmeli, sorgulayabilmeli. Bunun imkanlarını yaratmak zorundayız. Yeni yönetimimiz ilk iş olarak bunu önüne koymalı. Bu yapılmadıkça ilerlememiz mümkün değil. Çünkü partimizin gerçek ve tek sahibi halktır, o halde bırakalım da halk partisini yönetebilsin, siyaset yapabilsin. HDP’nin kuruluş paradigması hayati derecede önemlidir, pratikte bunu boşa çıkarmak ciddi bir sapmadır. Dışa karşı demokrasiyi savunurken içte dar bürokratik, grupçu yaklaşımlar HDP siyasetinde olamaz, olmamalıdır. Bu sadece bir eksiklik değil, aynı zamanda suç pratiğidir. Herkesin bunu bilerek hareket etmesinde yarar var.

PARTİME CUMHURBAŞKANI ADAYLIĞINA HAZIR OLDUĞUMU BELİRTTİM, GEREKÇE SUNULMADAN REDDEDİLDİ

- Emek ve Özgürlük İttifakı, aday çıkarmama kararını nasıl aldı? O süreçte ne tür tartışmalar yaşandı? Sizin görüşünüz, öneriniz ne yöndeydi?

Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları başlamadan önce ben Genel Merkezimize, Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazır olduğumu ve seçimi ikinci tura bırakıp o aşamada demokratik hamlelerle daha fazla katkı sunabileceğimizi belirttim. Ayrıca, benim adaylığım partimizin de oy oranını artırabilir dedim. Aslında siyasi yasağım yoktu ama ola ki Yüksek Seçim Kurulu adaylığımı reddetse bile sonrasında çıkaracağımız adayın tabanımızın sahiplenmesinin daha kolay olacağını belirttim. Fakat bu önerim, herhangi bir gerekçe sunulmadan reddedildi. Gerekçesini halen bilmiyorum. Bu tartışmalar sürerken deprem oldu ve sonrasında aday çıkarmamaya doğru evrildi süreç. Bu karar da Genel Merkez ve ittifak bileşenlerince ortak alındı. Bana da öncesinde bilgi verildi, elbette bu kararın arkasında durduk.

KÜRTLER ERDOĞAN’A HAKETTİĞİ CEVABI FAZLASIYLA VERDİ

- Erdoğan seçim sürecinde sık sık sizin isminizi (Selo) andı ve sizi hedef gösterdi. İktidarda oldukları sürece sizin hapisten çıkarılmayacağınızı söyledi. Erdoğan’ın Demirtaş karşıtı söylemine siz ve partiniz yeterli yanıtlar verebildiniz mi?

Erdoğan, direnen Kürt halkını hedef almanın bir yolu ve Kürt karşıtlığını kodlamanın bir yöntemi olarak “Selo”yu kullanıyor. Açıkça Kürt demek yerine Selo demiş oluyor yani. Erdoğan son üç seçimi de benim ismim üzerinden Kürtlere karşı bir karalama kampanyası şeklinde yürüttü. Ondan beklenen de farklı olmaz herhalde. Ben buradan kendisine, hak ettiği cevap verme imkanına sahip değilim. Dışarıdaki arkadaşlarım ise son günlerdeki birkaç kısa tweet hariç, neredeyse hiç cevap vermediler. Bu gerçekten ilginç bir durum. Ancak Kürtler, Erdoğan’a hak ettiği cevabı fazlasıyla verdi. Halkımızın mücadeleye, kendi değerlerine sahip çıkmaktaki kararlılığı gerçekten çok değerli ve saygıdeğer. Bu konuda halkımıza hep borçlu olacağım.

- Daha önceki bir söyleşimizde de sormuştum; hapisten ne zaman çıkabileceksiniz?

Hakkımda zaten verilmiş tahliye kararları var, bu kararlar ancak hukuk işlediği gün uygulanacak herhalde. O günün ne zaman geleceğini de mücadelemiz belirleyecek.

AKP’NİN YIPRANDIĞI İÇİN GİREMEDİĞİ YERLERE KÜRT KİMLİĞİ KULLANILARAK HÜDA PAR ELİYLE GİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR

- İçişleri Bakanı, 23 Mayıs günü Twitter hesabından paylaştığı bir TV konuşmasında şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk siyasetinin en önemli attığı adım, son yıllarda bu konudaki, HÜDA PAR adımıdır. Bak bundan 10 yıl sonra göreceksiniz, HÜDA PAR adımının hangi stratejik adımla atıldığı ve kimlerin önünü tıkadığı ve Türkiye’de bu adımla beraber Doğu ve Güneydoğu politikasında muhafazakârlık aksının tekrar nasıl devreye gireceği ve Türkiye’nin bir kesiminin olduğu gibi… Bu öyle stratejik bir adım oldu ki, bu HÜDA PAR adımı; niteliği, sayısı, yani yüz bin olur, yüz elli bin olur, iki yüz bin olur, iki yüz elli bin olur, hiç önemli değil. Bazı adımlar devletler açısından, ülkeler açısından nicelik değil, nitelik adımlarıdır… Burada Türkiye Cumhuriyeti devleti çok önemli ve stratejik bir adım atmıştır. Ve bunun faydasını Türkiye’de on yıl sonra, ‘bunu Süleyman Soylu diye bir fani söyledi’ diyecekler. Ama bunu Tayyip Erdoğan yaptı.” Sizce Soylu neden devletin HÜDA PAR planını açıkça ilan ediyor?

Süleyman Soylu bu demeciyle devlet içi ve dışı tüm yapılara “HÜDA PAR’dan korkmayın, kendileri devletimizin aparatıdır, çekinmenize gerek yok” demeye getiriyor. HÜDA PAR’dan ürküp Erdoğan'a oy vermekten cayabilecek ulusalcı, milliyetçi, ırkçı çevrelere de garanti veriyordu aslında. Tabii aynı zamanda Kürt siyasal hareketine de açık bir tehdit mesajı göndermiş oluyor. 90'lı yıllardaki operasyonların 2023 versiyonuna hazırlandıklarını açıkça söylüyor ki bu da korkutma, sindirme amaçlı. Zaten uzun yıllardır Kürt coğrafyasında bürokrasiye HÜDA PAR yerleştiriliyor, devlet imkanları HÜDA PAR’in hizmetine veriliyor. AKP’nin yıprandığı için giremediği yerlere Kürt kimliği kullanılarak HÜDA PAR eliyle girilmeye çalışılıyor.

Bizim Kobani Kumpas Davası içeride tutulmamız da HÜDA PAR’a alan açmanın yol vermenin amaçlarından biri. Süleyman Soylu açıkça, HÜDA PAR’ın bir devlet aparatı olduğunu söylerken HÜDA PAR’dan buna itiraz gelmiyor. HÜDA PAR’da iyi niyetle siyaset yapanlar bilmeli ki, bu politika kendilerine de Kürtlere de kazandırmaz. Tarihimiz bunun gibi hatalarla dolu; ders çıkarmaları gerekir. Kürdü Kürde kırdıran hiçbir politika hayır getirmez. Doğru olan politika, tüm Kürtlerin el ele vermesidir. Diyalog ve istişare içinde, Kürtlerin hakları için yan yana durmasıdır.

HÜDA PAR GENEL BAŞKANI ZEKERİYA BEY’E ŞUNU BELİRTMEK İSTERİM…

Peki HÜDA PAR’a vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Bey’i avukatlık yıllarımdan tanırım, kendisine şunu belirtmek isterim: Kürdün eli, Saray’ın bahçesinde bir Kürt siyasetçi için idam sloganları atılırken tuttuğunuz Mustafa Destici’nin elinden kıymetsiz değil. Bugün gidip tutmanız gereken el, Meclis’te HDP’lilerin elidir. Hiçbirimiz artık kirli oyunlara prim vermeden halkımızın çıkarlarına odaklanmalıyız. Umarım bu mesajlarım, tarihsel önemi itibarıyla karşılık bulur.

KÜRT HALKI İSLAMI DEVLETTEN ÖĞRENMEDİ, DEVLETE PEŞKEŞ ÇEKİLMESİNİ DE KABUL ETMEZ

- Soylu’nun açıklamasını sorduğumuz Prof. Hamit Bozarslan şöyle bir tespitte bulunuyor : “Bu planda iki önemli hedef var. İdeolojik hedefte Kürt toplumunun muhafazakârlaştırılması ve buradan yola çıkılarak HDP ve geleneğinin yok edilmesi, Kürt toplumunda özellikle kadınların aldığı rolün, elde ettikleri konumun yerle bir edilmesi bulunuyor. Bunun mümkün olup olmadığını şu anda kestirmek mümkün değil ama Kürt hareketi bunu bir uyarı olarak almalı.” Bu “uyarı” karşısında Kürt hareketi ne yapmalı, ne yapabilir? Sizce Kürt toplumunun muhafazakârlaştırılması planı tutar mı?

Bu öyle basit bir plan değil tabii. Kapsamlı bir çöktürme planının yeni aşaması. Çok yönlü ve çok boyutlu saldırının sadece bir ayağıdır bu söylenenler. Tabii ki Kürt hareketi deneyimleri, birikimleri ve kurmay zekasıyla tüm bu planlara karşı kendi direniş planını ortaya koyacaktır. Elbette halkımızın inancı, yaşam tarzı, ibadeti, hassasiyetleri; kimliğinin parçasıdır. Buna sahip çıkmak hepimizin görevidir. Ancak dinin, iktidar ve devletin hizmetine sunulmasına da karşı çıkacağız. Kürt halkı İslam’ı devletten öğrenmedi, devlete peşkeş çekilmesini de kabul edemez. Kürt halkı da bu konuda şerbetlidir, dirençlidir. Kültür ve sanattan basına, siyasal alandan kadın ve gençliğe, ekonomik sahadan yerel yönetimlere kadar her yerde zaten dehşet bir saldırı yıllardır kesintisiz sürüyor ve tüm barbarlığına rağmen sonuç alamıyorlar, yine alamayacaklar. Sonuna kadar ve tüm gücümüzle direneceğiz, hepsini boşa çıkaracağız.

ARTIK BAŞKA BİR AŞAMAYA GEÇİLDİ TÜRKİYE’DE, MÜCADELEYİ HIZLA ÖRGÜTLEMELİYİZ

- Bozarslan aynı söyleşimizde şu tespitlerde bulunuyor: “Muhalefetin kendisinin demokratik bir perspektife sahip olamaması, iktidara iktidarınkiyle aynı dilde cevap vermeye çalışması… ‘Biz de muhafazakârız, biz de milliyetçiyiz’ söylemi, başarıyı ıskalatan önemli unsurlardan biriydi. Hannah Arendt’in de altını çizdiği gibi, size hangi sıfat yakıştırılarak saldırılıyorsa, kendinizi ancak o sıfatla savunabilirsiniz. Eğer size, örneğin Alevi olduğunuz için saldırılıyorsa, kendinizi ancak Alevi olarak savunabilirsiniz. Bunu da yapabilmek için Aleviliği meşrulaştırarak yola çıkmalısınız. Eğer size LGBTİ olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘hayır efendim biz muhafazakârız, biz Türküz’ filan diye kendinizi savunamazsınız. Eğer size Kürt olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘bağışlayın ama biz de Türküz’ diyerek kendinizi savunamazsınız. Eğer size ateist olduğunuz için saldırılıyorsa, ‘evet ama biz dine saygı gösteriyoruz’ diye kendinizi savunamazsınız. Çünkü size yönelik saldırı, karşı tarafa saygı gösterip göstermemenizden değil, doğrudan varlığınızdan kaynaklanıyor. Bir kadına mini eteği yüzünden saldırılıyorsa, o kadın ancak mini eteğiyle savunulabilir. Saldırıya uğramamak için mini etek giymeyen bir kadın, artık mini etekli bir kadın değildir. O halde karşı taraf mini etekli birini yok etmiştir. Saldırıya uğramamak için yok olmak mı, gizlenmek mi, görünür olmaktan çıkmak mı, yoksa varlığını sürdürmek için direnmek mi? Maalesef Türkiye’de muhalefetin genel olarak bu bilince varması şu veya bu nedenle mümkün olamadı. İttifaklar da bunu mümkün kılamadı. Başkanlık sistemini oluşturan anayasa değişiklik paketinin barındırdığı en tehlikeli nokta sanırım ittifak zorunluluğuydu. Belki de artık siyaseti ittifaklar dışında, hatta siyasi partiler dışında düşünmek gerekiyor. Yarınki siyasi hareketlerin ne olabileceği sorusu üzerine kafa yormalıyız.” Bozarslan’ın bu değerlendirmelerinin üstüne, özellikle “yarınki siyasi hareketlerin ne olabileceği” sorusuna nasıl bir yanıt eklersiniz?

Hamit Hoca çok değerli tespitlerde bulunuyor. Kendisine selamlarımı, saygılarımı iletiyorum. Umarım tüm muhalefet, özellikle bizim arkadaşlar o röportajı dikkatle okurlar. Çünkü artık başka bir aşamaya geçildi Türkiye'de. Bizim de toplumsal, siyasal mücadeleyi hızla örgütlememiz, buna öncülük etmemiz gerekiyor. Yani partilere ve Meclis’e sıkışan muhalefet anlayışı hızla terk edilip mitingden yürüyüşe, grevden boykota kadar tüm sivil siyasi mücadele yöntemlerini öne çıkaran toplumsal mücadeleyi esas almalıyız. Ben ve cezaevlerindeki binlerce arkadaşımızın direnişinin temel dayanağı halkımızın mücadelesidir. Halkımıza çok teşekkür ediyorum. Halkımızın mücadelesi olmazsa hiçbirimiz de olmayız. Mücadeleye hep birlikte devam ediyoruz.

https://artigercek.com/makale/selahattin-demirtas-ben-hdpliyim-ve-oyle-de-kalmaya-devam-edecegim-252314

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com