Sayfalar

Türk devriminin temel taşı : Laiklik ilkesi

İlker Başbuğ
26. Genelkurmay Başkanı

Türk devrimiyle Türk halkının aydınlatılması amaçlanmıştır. İnsanın geleceğine hâkim olabilmesi, “düşünce” sahibi olmasına bağlıdır. Düşünce sahibi olmanın yolu ise eğitimdir. Atatürk önce, eğitimin önemine şu sözleri ile değinmiştir: “İlmi rehber kabul edeceğiz.”


Türk devrimi bir “aydınlanma” devrimidir. Türk halkının aydınlatılması amaçlanmıştır. Modeli ve esin kaynağı ise 18. yüzyılda Avrupa’da başlatılmış olan aydınlanma hareketidir. Aydınlanmanın gerisinde, bilindiği gibi hümanizm hareketiyle, rönesans vardır. Hümanizm, insan zihnine özgürlük verilmesi şekliyle tanımlanabilir.

Türk devriminin modeli Batılılıktır. Ancak Atatürk Türkiye’nin tam olarak ne Doğu’ya ne de Batı’ya gönül bağlamasına karşıdır.

16-17 Ocak 1923’te İzmit’te yaptığı konuşmada bu konuya şöyle değinmiştir: “Bugün, bu dakikada dayanmaya değer ve güven verici olan siyaset yalnız kendi mevcudiyetimize dayanarak yürümektir. Ne Doğu’ya ne de Batı’ya gönül bağlamalıyız. Fakat bu demek değildir ki, yarın vuku bulacak gelişmeler karşısında herhangi bir kısma daha çok yaklaşmak mümkün değildir, uygun değildir.”

Türk devrimi felsefesinin temel taşı nedir?

Atatürk aslında bu sorunun cevabını da, 28 Aralık 1919’da Ankara’nın ileri gelenleriyle yaptığı konuşmada vermektedir: “Efendiler! Bir millet varlığı ve hakları için bütün gücüyle, bütün maddi ve fikir, düşünce gücüyle ilgili olmazsa, bir millet kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Milli hayatımız, tarihimiz ve son dönemde yönetim şeklimiz buna çok güzel kanıttır...

Bugün bütün dünya milletleri yalnız bir hakimiyet tanırlar: Milli Hâkimiyet...

Teşkilatın diğer ayrıntılarına bakacak olursak  işe, köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani ‘kişiden’ başlıyoruz...

Kişiler düşünce sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere gönderebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceğiyle kendisinin ilgilenmesi gerekir... Hepimiz bu devletin Müslüman ve Müslüman olmayan unsurları ‘aynı haklar ve yetkiyle’, aynı şekilde vatandaşıyız.”

EĞİTİM SİSTEMİNİN REHBERİ

Kişilerin geleceğiyle kendisinin ilgilenebilmesi, yani insanın geleceğine hâkim olabilmesi, her şeyden önce kişilerin “düşünce, fikir” sahibi olmasına bağlıdır. Düşünce sahibi olmanın yolu ise eğitimdir. Eğitim sisteminin “aklı” ve “bilimi” esas alması ile her şeyi sorgulayan, analiz ve sentez yapabilen düşünce sahibi bireyler yetiştirilebilir. İngiliz asıllı Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, Türk devriminin temel taşını çok doğru şekilde tespit eden akademisyenlerden birisidir. Lewis’in görüşü şöyledir:

“Özgürlük bir devletin başka devletler karşısındaki yeriyle ilgili olduğu kadar, bireyin devlet içindeki yeriyle de ilgili bir kavramdır. Eğitim insanları özgürleştirir.”

Mustafa Kemal, yıllar önce aynı konuya, eğitimin önemine şu sözleri ile değinmiştir: “Milletin siyasi ve toplumsal hayatında, düşünce yapısında, her türlü dış etkiye karşı koyabilmesi için ilmi ve fenni bilimi rehber kabul edeceğiz.”
Mustafa Kemal’in 5 Ağustos 1922’de mekteplerde hangi genel konuların öğretilmesine ilişkin not defterine yazdığı düşünceleri de ilginç olduğu kadar, önemlidir de. “Mektep genç dimağlarda, insanlığa hürmeti, vatan ve millete sevgiyi, şeref ve bağımsızlığa bağlılığı ve bağımsızlık tehlikeye uğradığı zaman onu kurtarmak için uygulanması lazım gelen kurtuluş yollarını öğretir.”

Atatürk’ün 1922 yılında okullarda öğretilmesi gereken konuların başına “insanlığa hürmeti” koyması inanılmazdır. Onun büyüklüğünü net olarak ortaya koymaktadır. İnsanlığa hürmet, insan haklarına saygıyı, insanların geleceğine hâkim olmasına verilen öneme işaret etmektedir.

BİREYİN DÜŞÜNCE SAHİBİ OLMASI

Her devrim kendine özgü kurumsal örgütlenmeler ve kültür altyapılarını geliştirmiştir. 3 Mart 1924’teki Tevhidi Tedrisat Kanunu ile eğitime ve öğretime yeni bir yön verilmeye çalışıldığı ortadadır. Çünkü Türk devriminin oturması, gelişmesi ve korunması her şeyden önce “milli” ve “laik” bir eğitim ve öğretim sistemine bağlıdır.

Amaç; bireylerin düşünce sahibi olmasını ve kendi geleceğiyle ilgilenmesini sağlamaktır.

Bireylere bu hak tanınırken, kendilerine bazı sorumluluklar da yüklenmiştir. Bu sorumlulukların başında; vatan ve millet sevgisine sahip olmak, şerefli ve onurlu yaşamak ve ülkenin bağımsızlığı tehlikeye uğradığı zaman onu kurtarmak için mücadele etmek gelmektedir.

HEDEFE NASIL ULAŞILACAK?

Peki, Türk devrimi bu hedefe nasıl ulaşacaktır?

Atatürk, 5 Kasım 1925’te Ankara’da yaptığı konuşmada bu sorunun cevabını vermiştir:

“Millet bütün kanunlarının ancak dünyevi ihtiyaçlardan ilham alan ve ihtiyacın değişmesi ve gelişmesiyle, devamlı olarak değişmesi ve gelişmesi esas olan dünyevi bir idare zihniyetini hayat sebebi saymıştır.”

Atatürk, bu sözleriyle din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Laik devlet anlayışına işaret etmektedir. Laik devlet düzeni olmadan “kişilerin özgürlüğü, kendi geleceğine hâkim olabilmesi” yaşama geçirilemez.

Türkiye Cumhuriyeti’nin laik devlet oluşu kolay olmamıştır. Uzun bir mücadele sonunda bu hedefe ulaşılmıştır.

10 Nisan 1928’de anayasadan “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini İslam’dır” maddesi kaldırılmıştır. 1937 yılında da anayasaya laiklik ilkesi eklenmiştir.

Laiklik ilkesi, Türk devriminin ana omurgasını oluşturmaktadır.

Laiklik ilkesinin siyasi, hukuki, felsefi ve sosyolojik tanımları, anlamları bulunmaktadır. Bu nedenle, laiklik ilkesine bir bütün olarak bakılmalıdır. Aksi takdirde, tutarlı ve doğru sonuçlara ulaşılamaz.

LAİKLİK İLKESİ NEDİR?

Siyasi anlamda laiklik, siyasi otoritenin aynı zamanda dini otorite olmasına son verilmesidir. 3 Mart 1924’te hilafetin kaldırılmasıyla bu husus tam olarak gerçekleştirilmiştir.

Siyasi anlamda laiklik aynı zamanda siyasi faaliyetlere dinin karıştırılmamasıdır.

Dinin ve din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin “siyasi” veya “kişisel çıkar” yahut “nüfus sağlama” amacıyla her ne olursa olsun istismar edilmesi ve kötüye kullanılması da laikliğe aykırı bir davranıştır. Maalesef Cumhuriyet’in her döneminde bu konuda sorun yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.

AKLIN EGEMENLİĞİ

Hukuki anlamda laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bunun yanında devletin bütün din ve mezheplere karşı nötr ve eşit mesafede kalmasıdır. Felsefi anlamda laiklik ise her türlü inanca saygı yanında, “aklın egemenliğinin” kabul edilmesidir. Bu prensip milli eğitimin vazgeçilmez niteliğidir. 

Sosyolojik anlamda laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün korunmasıdır.

Türk milleti olarak, Atatürk’e çok şey borçluyuz. Böyle bir lidere sahip olduğumuz için ne kadar öğünsek azdır. Ama ona layık olabilmenin de hepimize düşen bir görev olduğunu unutmamalıyız.

Her şeyden önce Atatürk’ü doğru şekilde anlamaya çalışmalıyız.

UNESCO Genel Konferansı 27 Kasım 1978 günü bir karar almıştır. Bu kararda bakınız Atatürk şöyle tanımlanmıştır:

“UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda olağan-üstü bir devrimci olduğunu göz önünde tutarak... Özellikle, sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşlardan birinin ilk lideri olduğunu kabul ederek... Dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için bir örnek oluşturduğunu... Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din veya ırk ayrımı gözetmeden bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını hatırlayarak... Eylemleri her zaman barış, uluslararası anlayış ve ‘insan haklarına saygı’ yönünde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk.”

Düşünülmesi ve sorgulanması gereken diğer önemli nokta ise şöyledir:

Atatürk’ün Türk devrimini hangi zorluklara karşı inanılmaz bir mücadele ile gerçekleştirdiğini, Türk devriminin temel taşını, bireylerin hak ve sorumluluklarını, Türk devriminin ana omurgasını ise laiklik ilkesinin oluşturduğunu, her şeyin “milli” ve “laik” bir eğitim sistemine bağlı olduğunu bizler tam olarak anlayabildik mi? Bunların önemini ve vazgeçilmezliğini yeterli şekilde anlamadan, Türk Devrimi’ni bilinçli olarak korumak ve savunmak zordur. 

10 Kasım 2019






Atatürk’ün mucizesi : Türk Devrimi

İlker Başbuğ
26. Genelkurmay Başkanı

3 Mart 1924’te Devrim ve Laiklik Yasaları’nın en önemli halkası Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. Yasa teklifinin gerekçesinde şunlar yazılmıştı: “Bir ulusun bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise düşünce ve duygu birliğine ve dayanışma amaçlarına tamamıyla aykırıdır.” Görüldüğü gibi, Atatürk’ün gerçekleştirdiği mucizenin ismi, Türk ihtilali / Türk inkılabıdır. Türk devrimidir.


İhtilal sözcük olarak siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi anlamına gelmektedir.İnkılap ise sadece siyasal iktidar değişikliği ile sınırlandırılamaz. Toplumsal, ekonomik, sosyal ve hukuksal sonuçları da vardır. Devrim, Türkçe’deki özleştirme akımının ürettiği terimlerinden birisidir. Devrim, günümüzde hem ihtilal hem de inkılap karşılığında kullanılmaktadır.

Atatürk ise haklı olarak konuşmalarında inkılap sözcüğünü kullanmıştır.

HIZLI VE KAPSAMLI DEĞİŞİM


5 Kasım 1925’te Ankara Adliye Hukuk Mektebi (Hukuk Fakültesi) açılışında yaptığı konuşmada, Türk inkılabını / Türk devrimini şöyle tanımlamıştır:

“Türk inkılabı nedir? Bu inkılap kelimesinin ilk anda ima ettiği ihtilal manasından başka, ondan daha geniş bir dönüşümü ifade etmektedir. Bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri bertaraf eden en olgun tarz olmuştur. Milletin, mevcudiyetini devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, yani millet, dini ve mezhebi irtibat yerine, Türk milleti bağıyla fertleri toplamıştır. Millet, bütün kanunlarının ancak dünyevi ihtiyaçlardan ilham alan ve ihtiyacın değişmesi ve gelişmesiyle, devamlı olarak değişmesi ve gelişmesi esas olan ‘dünyevi bir idare zihniyeti’ni hayat sebebi saymıştır.”

Atatürk’ün gerçekleştirdiği bu mucizenin ismi, Türk devrimidir.

Türk devrimi, Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik ve hukuksal yapısında “hızlı” ve “kapsamlı” bir değişimi adeta mucize şeklinde gerçekleştiren bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır.

İKİLİ BİR YAPI


Bu devrim ile Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan siyasal, toplumsal, ekonomik ve hukuksal yapı, kapsamlı ve hızlı bir şekilde bir değişime tabi tutulmuştur.

Türk devrimini daha iyi anlayabilmek için ilk önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yapısını bir kere daha hatırlamak uygun olacaktır:
  • Osmanlı İmparatorluğu bir “monarşi”dir. Ülkenin siyasal meşruiyet kaynağı hanedandır.
  •  Toplum, yani halk (tebaa) padişaha ve onun gücünü temsil eden kişilere şahsi bağlarla bağlıdır.
  • Meşruiyeti temsil eden hükümdar, hem kamu düzeninin hem de dinin önderidir.
  • İslam dini birleştirici temel unsurdur. Dolayısıyla İslamiyet, yalnız bir din olarak değil, sosyal bir kimlik aracı olarak çalışmaktadır. Bunun sonucu ise ortaya bir “ümmet” yapısının çıkmasıdır. Ümmet yapısında İslam dini Müslümanları birbirine bağlayan temel bağdır.
  • Osmanlı’da hukukta ve eğitimde ikili bir yapı bulunmaktadır.

HukuktaMecelle örneğinde olduğu gibi “şeriat” ve “örfi hukuk” bir araya getirilmeye çalışılmıştır. Örfi hukuk, padişahlar tarafından ortaya konulan hukuki düzenlemelerdir. 

Eğitimde ise medrese eğitiminin yanında çağdaş eğitim veren okulların II. Mahmut döneminden beri açılmaya başlandığı görülmektedir. Bunun sonucu ise “iki türlü eğitim” ile ülkede “iki türlü insan” yetiştirilmesi olmuştur.


ÇAĞDAŞ DEVLETLER KURUMLARIYLA VARDIR


Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrim iki safhaya ayrılabilir: İhtilal ve inkılap safhaları. İhtilal safhası, Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişi ile başlamıştır. İhtilal safhasının doruğa ulaştığı tarih ise 1 Kasım 1922’dir.

1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararı ile saltanat hilafetten ayrılmış ve saltanat kaldırılmıştır. Bu o kadar da kolay olmamıştır.

Bunun nedenlerinden birisini Rauf Bey, Mustafa Kemal’e şöyle ifade etmiştir.

“Genel görüşüme göre, bizde genel vaziyeti tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam temin edebilir.”

KÖKTEN DEĞİŞTİRMİŞTİR


Padişah “baba”dır. Baba, koruyucu, ihtiyaçları karşılayan, doğruları bilen ve yönlendiren, gerektiği zaman da çocuklarını cezalandıran bir figürdür. Binlerce yıl bu kültür altında yetişen ve yaşayan bir topluma bu devrimi kabul ettirebilmek pek kolay olmayacaktır. Bunları savunan fikirlere ve faaliyetlere karşı yıllarca mücadele edilmesi gerekecektir.

Atatürk, 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleştirdiği ihtilal ile siyasal iktidarın kaynağını kökten değiştirmiştir. Hâkimiyet monarşiden, padişahtan alınarak halka verilmiştir. Bunun doğal neticesi ise “ümmet” yapısından “millet” yapısına geçilmiş olmasıdır.

1 Kasım 1922’de Osmanlı İmparatorluğu dönemi tamamlanmıştır. Ortaya yeni bir devlet çıkmıştır. O devletin adı ise Türk devletidir. Cumhuriyetin kurulması için ise Lozan Barış Konferansı’nın sonuçlanması beklenmiştir.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile artık inkılap safhası başlamıştır. 

İnkılap safhasının dönüm noktasını, en önemli olayını ise 3 Mart 1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Devrim Yasaları”nın kabul edilmesi oluşturmaktadır.

SALTANAT TARAFTARLARI


Hilafetin devam etmesi, Meclis’te saltanat taraftarlarını o an için tatmin ediyordu. Saltanat taraftarları zaman gelince, hilafet şekli altında hükümdar idaresi geri gelir diye ümitlerini koruyorlardı.

1 Mart 1924’te, Mustafa Kemal Paşa, Meclis’in yeni çalışma yılı açılış konuşmasında yaptığı konuşmada; İslam dininin, dindarlığının yüzyıllardan beri uygulandığı biçimiyle bir siyaset aracı olma durumundan kurtarılarak yüceltilmesi zamanının geldiğini söyledi.

Bu, hilafetin kaldırılması demekti.

Devrim Yasaları kapsamında, Şeriye ve Evkaf (Vakıflar) Vekâleti de kaldırıldı. Yeni düzenlemeyle “Diyanet İşleri Başkanlığı” kuruldu. Başkanlık, sadece “itikat” ve “ibadet” ile dini müesseselerin yönetilmesinden sorumlu kılındı. Diyanet İşleri Başkanı’na hiçbir ruhani nitelik ve yetki verilmedi.

Diğer değişiklik ile de Genelkurmay vekâletten başkanlığa dönüştürüldü. Aslında bir şekilde Genelkurmay’a özerk bir yapı verildi. Meclis ile ordu arasındaki ilişkilerin yürütülmesi görevi Milli Müdafaa Vekâleti’ne bırakıldı.

TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU


3 Mart 1924’te Devrim ve Laiklik Yasaları’nın en önemli halkasını ise Tevhidi Tedrisat Kanunu oluşturdu. Kanun teklifinin gerekçesinde şunlar yazılmıştı:

“Bir ulusun bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise düşünce ve duygu birliğine ve dayanışma amaçlarına tamamıyla aykırıdır.”

Görüldüğü gibi, Atatürk’ün gerçekleştirdiği mucizenin ismi, Türk ihtilâli / Türk inkılabıdır. Türk devrimidir.

Anadolu İhtilali’nin dönüm ve doruk noktası 1 Kasım 1922, Türk inkılabının dönüm ve doruk noktası ise 3 Mart 1924’tür.

Burada önemli olan; hem Anadolu İhtilali’nin hem de Türk inkılabının en önemli doruk noktalarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı kararlarla oluşmuş olmasıdır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır.

KURUMSALLAŞMA!


Türk devriminde saltanatın ve hilafetin kaldırılması ile 3 Mart 1924’te çıkartılan Devrim ve Laiklik Yasaları kadar diğer önemli olan bir husus da “kurumsallaşma”dır. Atatürk’e göre Cumhuriyet yeniden kurumsallaşmadır.

Atatürk, 9 Haziran 1933’te yaptığı konuşmada kurumsallaşmanın önemini şöyle ifade etmiştir:

“Türk devrimi, Türk milletini son asırlarda geri bırakmış kurumları yıkarak yerine, milletin en yüksek medeni icaplarına göre ilerlemesini temin edecek olan yeni kurumları kurmuştur.”

Kurumsallaşma, aynı zamanda siyasal, toplumsal ve ekonomik bir birimin varlığını “bir kişiye” bağlı olmadan sürdürebilmesini ve gelişmesini sağlayan kalıcı bir yapı oluşturulmasını hedeflemelidir.

Çağdaş devletler kurumlarıyla varlığını devam ettirirler.

Sonuç olarak neden ve sonuç ilişkileri çerçevesinde; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1 Kasım 1922, 3 Mart 1924’te alınan devrimsel kararların ve “kurumsallaşma”nın önemi ve sonuçları iyi anlaşılmadan, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği Türk devriminin yeterli seviyede anlaşılması zordur.

09 Kasım 2019

SÜRECEK...