Sayfalar

“Great Reset” operasyonu başarılı olacak mı?

Ahmet Müfit

 

 

Biden’ın ABD Başkanı seçilmesinin ülkemiz siyasetine, ekonomisine etkilerini ele aldığım, “Atatürk’ün uyardığı tehlikeyle 100 yıl sonra karşı karşıya geldik” ve “Berat Albayrak kararı ilk adım mı?”  başlıklı yazılardan sonra, bu kez Biden’in seçilmesiyle başlayacağı beklenen, “Great Reset” operasyonunun “başarıya”ulaşıp ulaşamayacağını ele alacağım. 

 

Neoliberal küreselleşmeci dünya düzeni projesinin, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen koşullar, altüst olan büyük hayaller nedeniyle adı değiştirilerek, görünüşte farklı bir kimlikle yeniden diriltilmesi, mümkün mü, sorusunun iki farklı düzlemde tartışılmasının uygun olacağını düşünüyorum. 

 

Birinci düzlemde, ABD seçimleri özelinde hangi toplum kesimleri hangi nedenle/beklentiyle Biden’a oy verdi sorusunu yanıt arayacak, Biden’ın, kendisini destekleyerek seçilmesini sağlayan kesimlerin/güçlerin bu beklentileri karşılayıp karşılayamayacağını tartışacağım. Bu kapsamda yanıtlanması gereken diğer soru, seçimlerde Trump’ı destekleyen kesimlerin Biden’ıın politikalarına karşı tavrının ne olacağı, Biden’ın iddia ettiği gibi, yeniden tek ABD’nin oluşmasını sağlayıp sağlayamayacağı. 

 

İkinci düzlemin konusu, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen dünya güç dengelerinin -değişen jeopolitiğin-, aynı yemeğin farklı ad altında ısıtılarak yeniden servis edilmesine karşı tavrının ne olacağını, 1970-1990 arasında olduğu gibi, geniş bir destek bulup, bulamayacağı. 

 

ÇOĞUNLUĞUNU OLUŞTURUYORLAR 

 

Biden’ın siyaseten kalıcılığı ve küresel hedeflerine ulaşma noktasındaki gücü ve desteği bulabilmesi açısından büyük önem taşıyan birinci düzlemle başlayalım. 

 

Bu noktada, öncelikle dikkat çekmem gereken husus, seçim öncesi yapılan araştırmaların ve seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerin de çok net olarak ortaya koyduğu gibi, bu soruyu kolayca yanıtlamanızı sağlayacak, homojen bir kitle ve nedenler manzumesiyle karşı karşıya olmadığımız. Birbirinden oldukça farklı sosyal ve ekonomik kesimler, yine birbirinden oldukça farklı nedenlerle/beklentilerle Biden’ı desteklemiş, seçilmesi için oy kullanacağını açıklamış ve oy kullanmış olsa da, bu gurupları başlıca üç ana gurupta toplamak ve değerlendirmek olanaklı. 

 

İlk iki gurubun ortak özelliği, 2008 krizi ve özellikle Covid-19 salgınından ekonomik olarak en çok etkilenen kesimler olmaları. 

 

Birinci gurup, esas olarak Atlantik ve Pasifik Okyanusları kıyısında yoğunlaşan büyük kentlerde ikamet eden, göreli olarak düşük ücretli işlerde çalışan ve 2018 yılı itibarıyla hane başına 25000 dolar ve altı yıllık gelire sahip yani yoksulluk sınırına yakın ya da yoksulluk sınırı altında yaşayanlar. Bu kesimin diğer bir özelliği, Trump politika ve uygulamaları nedeniyle de, Trump karşıtı tavır alan Afrika ve Latin Amerika kökenli ABD vatandaşlarının çoğunluğu oluşturuyor olmaları. 

 

VARLIK KAYBINA UĞRAMALARI ETKİLİ OLDU 

 

Biden’ın, Trump’a göre daha yüksek oy aldığı ikinci gurup, etnik ve dini kökenlerinden bağımsız olarak, evini geçindirmek, ailesini bir arada tutabilmek, konut kredilerini ödeyebilmek için çalışmak zorunda olan, hizmet sektöründe ve mavi yakalı işlerde istihdam olan yani nispeten düşük ve orta gelir getiren işlerde çalışan kesim. ABD rüyasının geleneksel savunucusu da olan bu kesimin Biden tercihinin altında yatan temel neden, 2008 krizi sonrasında büyük ölçüde varlık kaybına uğramaları, evini, işini kaybetmeleri, işlerini kaybetmeseler de, ciddi oranda düşen ortalama ücretler nedeniyle ailesini geçindirebilecek geliri kazanmasını sağlayacak bir iş bulmakta zorlanan, 50 yaş altı nispeten genç nüfus. 

 

Ağırlıklı olarak Biden’a oy veren üçüncü ve son gurup olarak ise sosyoekonomik nitelikleri açısından diğer iki guruptan oldukça farklı olan, etnik kökenlerden bağımsız olarak sosyal ve ekonomik olarak daha iyi durumda olan ya da olacağını düşünen daha iyi eğitimli nüfusu saymak gerekiyor. 

 

Trump’ın politikaları/uygulamaları ve Biden’in vaatleri açısından bakıldığında, seçim öncesi ve sonrasında yapılan araştırmalarda, birinci ve ikinci gurupları yani sosyal ve ekonomik koşullar açısından özellikle 2008 krizi sonrasında büyük zorluklar yaşayan kesimleri Biden’a oy verme konusunda buluşturan iki önemli neden olduğu ortaya çıkıyor. Birinci neden olarak, virüs salgınının, 2008 krizinde de en büyük darbeyi yiyen, halihazırda özellikle geçici/yarım zamanlı, düşük ücretli işlerde çalışarak ayakta kalmaya çalışan bu iki gurup seçmeni vurmuş olması öne çıkarken, ikinci neden olarak, Biden’ın sağlık sisteminin nispeten de olsa sosyalleştirilmesi, göçmen nüfusa yönelik artan baskı ve kısıtlamaların yumuşatılması, zor durumdaki toplumsal kesimlere yönelik doğrudan maddi desteklerin ve asgari ücretin artırılması yönlü vaatleri öne çıkıyor.  Seçimlerde Biden’ı destekleyen bu iki toplumsal gurup, yani dar gelirli, görece düşük eğitimli ve düşük gelirli kesimler ile Amerikan rüyasının nasıl bir anda verdiklerini geri alarak kabusa dönüşebildiğini, 2008 krizi ve küresel salgın sonrası acı tecrübeler olarak bizzat yaşamış olan ABD alt-orta ve orta sınıfları açısından bu vaatlerin başarı şansı olacağı, Biden’a olan desteklerinin kalıcı olmasını sağlayacağı kanısında değilim. 

 

Böyle düşünüyor olma nedenim, Biden’in, neoliberal küreselleşmeci politikaların, özellikle dar ve orta gelirli kesimler üzerinde yarattığı derin ekonomik ve sosyal tahribatı ortadan kaldırmaya yönelik vaatlerinin, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin temel varsayım/kabul ve dinamikleri çerçevesinde uygulanabilir olmaması. Farklı bir ifadeyle, sorunların nedeni, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin temelini oluşturan “sermaye ve mal akımlarının serbestliği”, “sanayi ve fikri mülkiyet haklarının sınırsızlığı”, “arz güvenliği”, “küresel kamusal mal” gibi ulus devleti ve ulusal kalkınmayı dışlayan, yok sayan kavram ve dinamikler konusunda en ufak bir eleştiri dolayısıyla bu politikaların esasında bir değişiklik içermiyor olması. 

 

BEKLENDİĞİ GİBİ OLMAYACAK 

 

Sorunları ve Biden’a oy verme nedenleri açısından, yukarıda saydığımız toplumsal kesimlerden bütünüyle farklı olan üçüncü ve son gurup açısından da Biden dönemi, iki başlıkta toplayabileceğim beklentileri karşılayacak gibi görünmüyor. Biden’ın, çevre yatırımlarını, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin en çok kazananı finans ve teknoloji sektörlerini, yapay zekaya dayalı sanayileşmeyi destekleme vaadi ve serbest piyasacı, neoliberal küreselleşmeci dünya düzenini kaldığı yerden sürdürme sözünün, küresel düzeyde iş imkanlarında artış ve daha yüksek kazanç olasılığı anlamına geleceğini düşünen bu kesimin beklentileri önündeki en önemli engel, 2008 krizinden bu yana oldukça değişen küresel dengeler. 

 

Hal böyle olunca, Biden tarafından ABD’li seçmene yönelik olarak gündeme getirilen vaatlerin, Biden’a oy veren kesimlerin yaşam biçiminde nitelikli ve kalıcı bir değişikliğe neden olabileceği, Biden’ın iddia ettiği gibi, yeniden tek ABD’nin oluşmasını sağlayabileceği, sonuç olarak Bidan’a verdikleri desteğin kalıcı olmasını sağlayacağı kanısında değilim. 

 

İkinci düzlemin konusu olan, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen dünya güç dengelerinin, değişen jeopolitiğin, aynı yemeğin farklı ad altında ısıtılarak yeniden servis edilmesine karşı tavrının ne olacağını, 1970-1990 arasında olduğu gibi, geniş bir destek bulup, bulamayacağı konusu açısından da sonucun beklendiği gibi olmayacağı kanısındayım. 

 

Gelelim niçin böyle düşündüğüm konusuna. İki farklı neden söz konusu. 

 

Birinci neden, neoliberal küreselleşmeciliğin günümüzdeki en önemli savunucusu, finans ve teknoloji firmalarının küresel ölçekli güç talepleri ile sıradan insanların yaşamlarını insanca koşullarda sürdürme -bu durum ABD seçmenine yönelik değerlendirmelerde de belirtmeye çalıştığım gibi, günümüzde tam bir yaşamda kalma mücadelesi niteliği kazanmış durumda- talepleri arasındaki uzlaşmaz çelişki. 

 

İkinci neden ise neoliberal küreselleşme sürecinin başlangıç yıllarındaki küresel rol dağılımının, aşağıda kısaca değineceğim gibi, özellikle geçen 40 küsur yılı kendi avantajına kullanan ülkeler özellikle Rusya, Çin ve uzak doğu ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından tatmin edici olma özelliğini kaybetmiş olması. 

 

TİCARET SAVAŞINI SÜRDÜRECEK 

 

Neoliberal küreselleşmenin en canlı yılları olan 1990’lardan farklı olarak, Rusya yeniden küresel bir askeri güç haline gelmiş durumda ve ABD’nin NATO kanalıyla sürdürdüğü işgal operasyonuna, Kırım, Belarus ve Karabağ’da yaşanan gelişmeler konusunda olduğu gibi ciddi bir direnç gösteriyor. Sovyetler Birliği’nin, Gorbaçov ve Yeltsin’in maşa olarak kullanılarak yıkılması sonrasında tarumar edilen sanayi ve teknoloji altyapısı farklı bir anlayışla/mülkiyet yapısıyla da olsa ciddi oranda yeniden oluşturulmuş durumda. 

 

ABD ve küresel sermayenin, batının teknolojisi ve parasına muhtaç durumu korunmak şartıyla, ucuz emek cenneti bir üretim üssü olarak küresel şirketlere ev sahipliği yapması projesinin en önemli hedefi Çin açısından da durum eskisinden çok farklı. Gelinen noktada, bırakın ABD’nin teknoloji ve parasına muhtaç olmayı, “Bir kuşak, bir yol” benzeri projelerle, farklı ülkelerde yaptığı yatırımlarla kendisi sermaye ve teknoloji ihraç eden, bu noktada ABD ve genel olarak batıyla kıyasıya rekabet edebilen bir duruma gelmiş durumda. 

 

Kasım ayı içerisinde gerçekleşen Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği'nin (ASEAN) 37. Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmelerinde, anlaşmaya varılmasıyla daha da güçlenen etki, Modi iktidarı ile birlikte, Çin’e karşı güç dengesini oluşturabilmek için ABD’nin ipine sarılan Hindistan’ın bu organizasyonun dışında kalması ya da Hong Kong’da yaşanan batı destekli renkli ayaklanmalarla durdurulabilir mi, kişisel görüşüm çok da kolay olmayacağı. Biden’ın, Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşını sürdüreceğini söylüyor olması boşuna değil anlayacağınız. 

 

Avrupa açısından da durum 1990’lardan oldukça farklı. Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında doğuya doğru hızla genişleyen, Büyük Biritanya’nın AB’den ayrılma kararı ile beklenenin aksine kendi içerisinde daha homojen hale gelen, en yetkili ağızlardan, bağımsız bir askeri ve siyasi güç olma talebini/isteğini dile getiren bir yapı söz konusu. Kimi zaman ABD ile kimi zaman Rusya ve Çin’le birlikte tavır alıyor, Trump’ın “beleşçi” nitelemesini haklı kılacak şekilde, NATO’ya doğru dürüst maddi katkı yapmaksızın, NATO çatısı altında ABD’nin askeri gücünü siyasi olarak kendi operasyonları için kullanıyor. 

 

Sonuç olarak, Biden’in gelişi bu durumu değiştir mi? Sanmıyorum. Neresinden bakarsanız bakın, ABD liderliğinde dünya hayali, yerini tüm büyük güçlerin ayrı hedef ve gündemlere sahip olduğu, tüm tarafların kendi egemenlik alanlarını genişletmeye çalıştığı, bizim gibi ülkelerin içinde bulundukları ekonomik bağımlılık sarmalı nedeniyle bütünüyle edilgen bir konumda olduğu yeni bir paylaşım mücadelesine/savaşına bırakmış durumda. Geçmişten referansla söylersek, 1. Dünya Savaşı ile başlayıp, 2. Dünya Savaşı'yla sonlanan kavganın günümüze uyarlanmış halinden bahsediyoruz aslında. 

 

 

Kaynaklar:

 

https://www.pewresearch.org/politics/2020/10/09/the-trump-biden-presidential-contest/pp_2020-10-09_election-and-voter-attitudes_1-04

 

https://www.aecf.org/topics/child-poverty/?gclid=EAIaIQobChMIk66qr9WH7QIVlR4YCh3fLwRHEAAYAiAAEgIJI_D_BwE

 

https://www.statista.com/statistics/203183/percentage-distribution-of-household-income-in-the-us

 

https://nces.ed.gov/pubs2019/2019038.pdf

 

https://www.bbc.com/news/election-us-2020-53575474

 

https://www.atauni.edu.tr/yuklemeler/88c537e262d438bb1cad2cda746989c7.pdf

 

13.12.2020 

 

 

https://odatv4.com/great-reset-operasyonu-basarili-olacak-mi-13122048.html

 

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com