Sayfalar

Türkiye'nin Libya'da ne işi var?..

“BM Trablus hükümetini tanıyor ama Libya’nın doğusundaki Tobruk meclisini de meşru olarak kabul ediyor”

Ceyda Karan 

Hamide Yiğit'e göre, BM Trablus hükümetini tanısa bile Libya'nın doğusundaki meclisi de meşru kabul ediyor, üç bölünmüş ülkede 'meşruiyet' sıkıntısı var. Trablus'taki İhvancıların ülkenin yüzde 6'sını kontrol ettiğini belirten Yiğit, Ankara'nın askeri destekle Suriye'nin ardından bir başka iç savaşa karışmasının stratejik hata olacağı görüşünde. 

2011'deki silahlı isyanı takip eden uluslararası müdahale ve NATO bombardımanı eşliğinde Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle kaosa teslim olmuş Libya, Doğu Akdeniz’deki enerji denklemi yüzünden yeniden gündem. Türkiye hükümeti kasım sonunda ülkenin sadece batısını kontrol eden Sarraj hükümetiyle deniz alanlarının sınırlandırılmasının yanı sıra savunma mutabakatı da imzalarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ülkeye asker gönderme olasılığını dile getirmesi tartışma yarattı. Libya iç savaşı, Türkiye’nin Suriye’nin ardından bir başka iç savaşa müdahil olması sorununu 'Libya’da Kanlı Bahar' isimli kitabıyla da tanınan araştırmacı yazar Hamide Yiğit ile konuştuk. 

‘Türkiye’nin imza attığı Trablus hükümetinin meşruiyeti tartışmalı’

Hamide Yiğit, Türkiye hükümetinin hem deniz alanlarının sınırlandırılması hem de savunma alanında mutabakatlar imzaladığı Trablus merkezli Sarraj hükümetinin meşruiyetinin tartışmalı olduğu görüşünde. 2011’de Libya’ya yönelik yabancı müdahalesinin hiçbir tarafın hayrına sonuçlar vermediğini anımsatan Yiğit, dokuz senedir ülkenin üç parçaya ayrılmasına yol açan bu sürecin sonucunda uluslararası bloklaşmaların farklılaştığını ancak Türkiye’nin sabit bir pozisyonda kalmaya devam ettiğini belirtti. Yiğit’e göre Ankara muhatap aldığı yönetimi desteklerken Katar dışındaki güçler bağlamında yeniden yalnız kalabilir: 

“Türkiye hükümetinin Libya ile ilgili bütün politikalarında tamamen yalnız ve aslında desteksiz bir başına karar aldığını söylemek mümkün. Libya müdahalesinde taraf olan ülkelerden birisidir. Ama müdahale eden taraflardan hiçbirisinin beklediği bir Libya ortaya çıkmadı. Sonuç itibariyle hem ABD hem Batılı müttefikleri hem de Katar haricinde bölgedeki diğer Körfez ülkelerinin farklı stratejileri gelişmeye başladı. Libya müdahaleden sonra üçe bölündü. Birileri bir hükümeti, birileri bir başka bir hükümeti muhatap alıyor. Ama esas olarak Libya’da üç başlı bir iktidardan söz etmek mümkündür. Tobruk hükümeti bir tarafta, Batıdaki Trablus hükümeti bir tarafta, bir de güneyde kabilelerin hakimiyet alanının olduğu bölgeler var. Ancak Libya müdahalesinden beklenen sonuç elde edemeyen küresel güçlerin tercihleri farklılaşmaya başladığında, Türkiye sabit bir yerde kalmaya devam etti. Bu yer Tobruk hükümetini destekleyen bütün küresel güçleri karşısına alarak sadece Katar ile birlikte Birleşmiş Milletler’in meşru kabul ettiği Trablus hükümetini destekliyoruz diyerek olduğu yerde durmaya devam etti.” 

‘BM ulusal mutabakat hükümetini tanıyor ama Tobruk'taki meclisi de meşru görüyor’

Yiğit Libya’daki ulusal mutabakat hükümetinin BM çağrısıyla ülkenin batısında kurulduğunu fakat bu kuruluşta bugün Libya’nın doğusundaki Tobruk’ta bulunan meclisin meşru kabul edildiğini anımsatırken, BM’nin bir başka şartının da İslamcı militanların tasfiye edilerek ulusal orduya katılması olduğunu vurguladı. Yiğit Trablus'taki İhvancı idarenin ise bu militanları 'devrimin koruyucusu' kabul ettiğini söylerken, sonuçta bu idarenin ülkenin sadece yüzde 6’sında hükmünün geçtiğini de anımsattı: 

“Trablus hükümetinde kimler var? Ulusal mutabakat hükümeti BM çağrısı üzerine kuruldu. Ulusal mutabakat hükümeti Batı Libya yani Trablus’ta. Orada İhvancı iktidar var, AKP’nin kardeş partisinin iktidarda olduğu bir bölge orası. Fakat Birleşmiş Milletler, ulusal mutabakat hükümetini meşru kabul ettiğinde aynı zamana başka bir şart da öne sürmüştü 2015’te. Bu mutabakat görüşmeleri devam ederken Trablus hükümetinin kontrolündeki silahlı İslamcı milislerin tasfiye edilmesini ve ulusal orduya entegrasyonunu talep etmişti. Buna karşılık da Tobruk’taki meclisi meşru meclis olarak da kabul etmişti. Yani bu durumda meşruiyet tartışması eğer BM nezdinde konuşulacak ise BM nezdinde meşru hükümet aslında Tobruk hükümetidir. Ama muhatap kabul ettiği Trablus hükümetinde yerine getirmesini istediği bir koşulu vardı, silahlı İslamcı milislerin tasfiyesi. Ancak Trablus hükümeti İslamcı milisleri terörist olarak kabul etmiyor, devrimin koruyucuları olarak kabul ediyor ve reddediyor. Dolayısıyla şu anda meşruiyeti tartışılan bir iktidar. Üstelik Llibya’daki alanın yüzde 6’sını sadece hakim durumda, geriye kalan yüzde 94’üne Hafter komutasındaki ulusal ordu ve güneydeki kabilelerin hakim olduğu bir alan. Güneydeki diğer bütün kabileler Libya’daki ulusal hareketler, hepsi ulusal orduya destek vermeye başladılar 2015’ten bu yana. Dolayısıyla Türkiye’nin muhatap olarak kabul ettiği ve anlaşma imzaladığı iktidar, meşru bir iktidar değildir, Libya nezdinde de uluslararası toplum nezdinde de değildir.” 

‘Türkiye’nin Trablus hattına askeri destek sağlaması stratejik bir hata olur’

Libya’daki Trablus hükümetine askeri destek ihtimali Yiğit’e göre Türkiye’nin büyük bir stratejik hata olur. Türkiye'deki İslamcı hükümetin bütün komşularıyla sorunlar yaratarak bölgede yalnızlaştığını anımsatan Yiğit, Türkiye’nin Suriye’de yaşadığı gibi bir iflas ile yüz yüze kalabileceğini dile getirdi: 

“Doğu Akdeniz ile ilgili tasarıları Türkiye hükümetinin ayağına dolanmaya başladı. Çünkü bütün komşularıyla yürüttüğü yanlış politikaların sonuçları nasıl iflasa sürüklendiyse, Doğu Akdeniz ile ilgili politikaları da bir iflas ile karşı karşıyadır. Akdeniz’e kıyıdaş olan bütün ülkeler en son geçen yıl bir araya gelerek Doğu Akdeniz gaz forumu gerçekleştirdiler Kahire’nin ev sahipliğinde, bunların içinde Türkiye yoktu. Yani Doğu Akdeniz ile ilgili tasarruflarda Türkiye dışarıda bırakılmış, tek başına kalmış durumda. Bütün stratejik hamleleri bu Doğu Akdeniz gaz forumunda tasfiye edildikten sonra Doğu Akdeniz denkleminde yer almaya dönüktür, ama ne kadar başarılı olur kestirmek güç. Bu arada bir ileri hamle daha gerçekleşti ki meşruiyeti tartışmalı olan Trablus hükümetiyle ikili anlaşmalar imzalandı. Daha önce Hulusi Akar’ın bir ulusal mutabakat hükümetini ziyareti söz konusuydu, 5-6 önceydi sanırım. Orada Hafter karşısında yenilgiye düşen Trablus hükümetine kaybettiği alanları geri kazanma sözü verilmiş, askeri anlaşmada bir işbirliği sözü verilmişti o zamanlar. Eğer bu askeri anlaşma, bu verilmiş söz nedeniyle gerçekleştiyse bu çok ciddi bir handikaptır Türkiye açısından. Sonu felaketle sonuçlanacak bir hamledir. Orada hiç kimsenin tanımadığı, Libyalıların asla irademizi temsil etmiyor dediği bir hükümet denilen bir oluşuma devlet olarak askeri anlamda destek vermiş sayılacak. Bu çok stratejik bir hata olur açıkçası.” 

‘AKP’nin elinde Trablus hükümeti modeli kaldı, Suriye’deki iflas faturası daha kesilmedi, ötelendi’

Erdoğan yönetimin gönüllü olarak Suriye savaşına girdiğini ancak bunun stratejik iflasla sonuçlandığını anımsatan Hamide Yiğit, Libya’daki iç savaşa ise Suriye’ye dalındığı gibi dalınmasının mümkün olmadığını vurguladı. Suriye ve Doğu Akdeniz’de izlenen politikalar yüzünden yaşanan iflas halinin faturasının henüz Türkiye’ye kesilmemiş olduğunu belirten Yiğit, Suriye’nin kuzeyinde ise bir ‘kazanım’ değil ‘faturanın ötelenmesi’ sürecinin yaşandığı görüşünü dile getirdi. Yiğit Libya hamlesinin bu iflası unutturmaya yönelik bir hamle gibi göründüğünü söylerken, Erdoğan yönetiminin özellikle iç siyasette kendisini ‘emperyal güçmüş gibi’ gösterme çabasına giriştiğinin altını çizdi: 

“Suriye savaşına nasıl herkesten daha fazla gönüllülük taşıyarak rol istenerek girildi ve sonuçta nasıl bir stratejik iflasla karşılaşıldıysa denizaşırı bir ülkeye aynı yanı başındaki Suriye’ye daldığı gibi dalması mümkün değil. Eğer askeri anlamda böyle stratejik bir hamle yaparsa çok ciddi yeni bir stratejik iflas anlamına gelecektir. Bir kere Suriye’deki savaşın iflasın faturasının en fazla Türkiye’ye kesildiğini biliyoruz. Her ne kadar orada kimi yeşil ışıkların yakılması sonucunda alan açıyorsa kendine Suriye’nin kuzeyinde, bu bir kazanım değil tersine iflasın faturasının tam olarak ilan edilmesinin bir nevi ötelenmesi demektir. Öbür yandan buradaki iflası unutturmaya dönük hamleler de söz konusu olabilir. İç politikaya dönüktür bu Libya hamleleri. Çünkü Suriye’deki ağır faturayı ödemek ile yüz yüze gelen bir Türkiye başka alanlarda başka stratejik hedefler ortaya koyacak ki iç siyasette kendini sanki emperyal güçmüş gibi bütün emperyalist güçlerle eşitmiş gibi böyle bir hamleyi ortaya koymak isteyecek denklemlerin içerisinde yer almak isteyecektir. Doğu Akdeniz’de yalnızlaştı, Suriye’nin ciddi bir iflas faturası Türkiye’ye kesilmek üzere elindeki mültecilerle ve dahası sayıları yüz bine yakın cihatçı, paralı askerle tek başına kalmak üzere.” 

‘Yeni Osmanlıcılık için Libya da Suriye gibi görülüyor’

Hamide Yiğit’e göre, Erdoğan yönetimi yeni Osmanlıcı hayaller için Libya’yı da Suriye gibi emsal olarak görüyor ancak İhvancı iktidar modelleri sunmaya yönelik bu proje çoktan iflas etmiş durumda. Son mutabakatlarla Libya halkının meşru gördüğü Tobruk parlamentosunun düşmanlığının kazanıldığını söyleyen Yiğit, Türkiye’nin bütün dünyanın ‘terörist’ olarak gördüğü İslamcı bir oluşuma açıktan silahlı destek sunmasının ağır sonuçları olabileceğine atıf yaptı: 

“Öbür yandan Libya’da büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığının üstlenildiği bir dönemde çok gururla söylenen bir şey var, yeni Osmanlıca hayalleri var, orada ciddi anlamda İhvancı iktidar modelleri sunmaya dönük bir proje vardı, bu ne yazık ki iflas etti. Şu anda AKP iktidarının elinde küçük bir alana sıkışmış Trablus hükümeti modeli kaldı, İhvancı iktidar diye elinde tuttuğu ve üzerine yatırımlar yapmak istediği sadece orası kaldı. Sadece elinde orası kaldı ama daha derin iflaslara dönük stratejiler söz konusu. Çünkü İhvan iktidarının orada barınması mümkün değil. Kaldı ki Libya’da uluslararası toplumun tanıdığı ve Libya halkının meşru olarak gördüğü Tobruk hükümetinin düşmanlığını kazanmış oluyor. Tobruk hükümeti ve Birleşmiş Milletler de dahil onları destekleyen bütün uluslararası güçler batıdaki iktidara terör iktidarı diyorlar, oradaki milislere teröristler diyorlar. Bütün dünyanın terörist kabul ettiği bir oluşuma Türkiye’nin açıktan silahlı bir destek sunduğunu gördük ve bunun üzerinden Türkiye’yi terörü desteklemekle suçladıklarını da gördük. İki defa Türkiye şikayet edilmişti. Her şeyden önce bu kısmı çok ciddi stratejik bir hata olur. Eğer gerçekten söz verdikleri gibi İhvancı iktidarın kaybettiklerini geri kazanma noktasına askeri destek verilecekse, gönderilen bir tane askerin vebali hem çok ağır olur hem de çok ciddi bir stratejik yenilgi olur.” 

‘Türkiye Libya’da Rusya’dan yardım isterse olumlu yanıt alması zor’

Yiğit, Türkiye'nin de diğer kıyıdaş devletler gibi Doğu Akdeniz’de çıkarları bulunduğunu belirtirken, Ankara’nın karşısında bu konuda Suriye sahasında sonunda birlikte çalışılmaya başlanılan Rusya’nın da çıkabileceğini belirtti. Moskova’nın İhvancıları ‘terörist örgüt’ listesinde andığını anımsatan Yiğit, Rusya ile Suriye’de geliştirilen ortaklığın Libya sahasına yansımasının ise zor göründüğünü dile getirdi: 

“Doğu Akdeniz ile ilgili çıkarları var tabii ki devletlerin. Dolayısıyla Türkiye’den en fazla kıyısı olması nedeniyle Doğu Akdeniz üzerinde kaybettiği hakları söz konusu olduğunda kimin kimlerle nasıl bir anlaşma yapacağını önden görmek mümkün değil. Fakat Libya ile ilgili Rusya’nın tutumu da ortadadır. Bir kere Libya’nın şu anda Hafter öncülüğündeki ulusal ordusunu meşru Libya ordusu olduğunu Rusya da kabul ediyor. Müslüman Kardeşleri yani Tobruk hükümetine karşı Trablus hükümetini kabul etmiyorum demiyor. Ama Rusya’nın kabul ettiği bir yasa gereğince söylediği net bir şey var: Müslüman Kardeşler’i terörist olarak görüyor. Dolayısıyla Trablus hükümeti üzerinden AKP ile bir mutabakata varmasının söz konusu olmadığını düşünüyorum. Ama Doğu Akdeniz ile ilgili Trablus hükümeti değil Türkiye’nin bütün bir Libya ile ilişkilerini masaya yatırıp onun üzerinde stratejik bir ittifak zinciri kurulabilir mi Doğu Akdeniz doğalgazı üzerinde, onu önden kestiremiyoruz. Ama Libya’nın Suriye olmaması meselesi, Suriye’de bütün yenilgilerin arkasında daha doğrusu Türkiye’ye yansıyan Suriye yenilgilerinin görünemez hale getirilmesinin arkasında aslında Putin var. Yani bir nevi koltuk değnekliği yaptı Rusya, Türkiye’ye ve bir miktar belini doğrulttu. Halep’in temizlenmesinden itibaren Türkiye ile çok stratejik anlaşmalar yapmakla birlikte aslında Türkiye’yi koruyan bir politika izledi. Yoksa o iflasın altında çoktan kalıyordu Türkiye. Putin’den beklentileri buysa eğer, Suriye’deki ortaklığımız, karşılıklı ulusal çıkarlarımız gereğince yürüyordu. Aynı şekilde Libya’da da bu stratejik ortaklığımızı yürütelim gibi bir talepse, bu mümkün değil. Suriye gibi olmaz orası. Bir kere paylaşılmış bir Libya söz konusu değil. Hiç kimse beklediği bir sonucu elde edemedi, sadece bir iç savaş söz konusu. Ne zaman gerçek bir vatan bütünlüğü olan bir Libya olacağı tamamen belirsiz. Orası üzerinden böyle stratejik ittifaklık söz konusu olamaz. Ama Rusya’dan destek talep ediliyor olabilir, Suriye’deki ulusal çıkarlarımız gereğince orada da devam edebilir gibi beklentileri olabilir. Ama Doğu Akdeniz’in ortakları çok fazladır.” 

10.12.2019



************ 

“Türkiye ve Libya’nın imzaladığı anlaşmanın karşılığı yok, Türkiye Libya iç savaşının parçası haline geliyor”

Ceyda Karan 

Fehim Taştekin’e göre Türkiye’nin iç savaştaki Libya ile deniz alanlarını sınırlandıran mutabakatı hukuki, siyasi ve askeri sorunlar barındırıyor. Mutabakatın ancak Trablus’un zaferi halinde anlaşmaya dönüşeceğini belirten Taştekin, karşısında uluslararası blok oluşan Ankara’nın Suriye’den sonra Libya savaşının da parçası haline geldiğini söyledi. 

Türkiye ile hükmü sadece Libya’nın batısında geçen yönetim arasında imzalanan Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair ‘Mutabakat Muhtırası’ TBMM'de onaylandı.

Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Lübnan ve İsrail, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) yaratarak ilerlemeler kaydetmişken, ‘geç kalmakla’ eleştirilen Türkiye'nin iç savaş içerisindeki Libya’daki son hamlesi tartışma yarattı. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin meseleyi taşıdığı AB, Ankara’ya karşı tavır almış görünüyor. Atina, geçen hafta Türkiye ile mutabakat nedeniyle ‘Libya büyükelçisini’ sınır dışı etme kararı alırken, Ankara’dan sert tepkiler yükseldi. Gelişmeleri Duvar internet sitesinin yazarı gazeteci Fehim Taştekin ile konuştuk.

‘Türkiye, Doğu Akdeniz sürecinde yaya kaldı’

Fehim Taştekin’e göre, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler 2000’lerin başından bu yana kurulan enerji denkleminde çok yol kat ederken, Türkiye ‘yaya kalmış’ durumda. Bu durumda Ankara’daki eski bürokratik yapının ikazlarının dinlenmemesi ve İhvancılık yönünde ideolojik tutumun da rol oynadığını belirten Taştekin, bugün gelinen noktada ortaya sürülen argümanların karşılığının kalmadığı ve sonunda ‘kas gücünün’ devreye sokulduğu görüşünü dile getirdi: 

“Bir tarafıyla doğru bir tarafıyla yanlış. Çünkü meselenin kendisi içindeki çelişkiler taraflara istediği gibi kendi tarafına çekme şansı veriyor. Bu mesele çok uzun bir mesele. Bir dönem Kardak kriziyle başlayan Adalardaki hakimiyet kavgası aslında 2000’lerden sonra da geldi dayandı enerji havzalarıyla ilintili hale geldi. Türkiye kendi deniz sınırlarını Libya ve Mısır ile orta hattı esas alarak paylaşmaktan yana, bunda ısrar ediyor. Yunanistan ise Girit Adası ve Adaları esas alarak kendi alanını geniş tutmaya çalışıyor. Temel problem bu fakat bu yeni değil. Bu konuda Yunanistan ya da Rumlar epey yol aldılar, 2002’de müzakerelere başladılar. Önce Mısır ile 2003’te bir anlaşma oldu, Lübnan ile 2007’de ardından İsrail ile 2010’da. Türkiye bu süreci kaybetti, geç kaldı ve aslında tam kavrayamadı olup bitenleri. Çünkü bazı eski bürokrasi kanadında bu konuda ısrarlı uyarılar söz konusuydu. Türkiye bu konuda yaya kaldı. Aslında şimdi Mısır ile güncel kavgalara, 2013 sonrası ihvan nedeniyle oluşan kavgalara atfen Mısır’ın Rumları tercih ettiği söyleniyor. Ama mesele o anlaşmanın yapıldığı dönemde Türkiye-Mısır ilişkilerinde herhangi bir sorun yok. Burada mantıksal bir problem var. Türkiye’nin argümanına göre Rumlarla anlaşma yapmış her üç ülke de aslında Türkiye ile anlaşma yapmış olsaydı daha fazla alana hakim olacakken daha azına razı oldu gibi bir anlayış ile yaklaşıyor. Her 3 ülkeye de siz kendi çıkarlarınızı bilmiyorsunuz, bana sorun ben söyleyeyim diyor. Burada bir açmaz var. Türkiye masanın dışında kaldığı bir süreçte kendi kas gücünü ortaya koyarak gemileri devreye sokarak durumu etkilemeye ve tersine çevirmeye çalıştı. Son hamle de Libya ile yapılan anlaşma. Bunun argüman boyutunda Türkiye’nin eline bir koz verdiği doğru. Bunu Birleşmiş Milletler’e mektup gönderecek, benim sınırlarım bundan sonra bu diyecek. Nasılsa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla tanınmış bir hükümet ortada diyecek. Bu argüman olarak Türkiye’yi idare edebilir. Ama sorunu çözmez.”

‘Anlaşmanın Libya kanadında karşılığı yok’


Taştekin, imzalanan mutabakatın Libya ayağında ise önemli sorunlar bulunduğunu belirtti. Libya’daki iç savaşın devam ettiğini anımsatan Taştekin, verili hukuki duruma göre uluslararası anlaşmaları onaylama hakkının Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nde olduğunu, onların da bu mutabakattan memnun olmadıklarını vurguladı. Taştekin, Trablus’taki hükümetin BM nezdindeki ‘meşruluğunun’ da Britanya sayesinde geldiğini ancak hükümeti kuran anlaşmanın yasallığının da sıkıntılı olduğunu belirtti: 

“Libya kanadında kesinlikle sorun var, sadece o değil. Ama bir kere eldeki anlaşmanın Libya kanadında karşılığı yok. Uluslararası anlaşmaları onaylama yetkisi Temsilciler Meclisi, Tobruk’ta bu meclis şiddetle bu anlaşmaya karşı çıkıyor. Libya’da çok bölünmüş bir tablo oluştuğunda seçime gelindi, seçim sonrasında İslamcılar yeni mecliste ağırlığı kaybettiler. Bunu kabullenmek yerine kurucu eski meclis devam ediyor dediler. Milli genel kongre dediğimiz yapıdır, onu devam ettirdiler. Bu şekilde yeni meclis Trablus’ta açılamadığı için Tobruk’a gitti, orada faaliyetlerini yürüttü. İki meclisli, iki hükümetli, birkaç ordulu Libya ortaya çıktı. Sonra Birleşmiş Milletler aracılığında Fas’ta Suheyrat Anlaşması imzalandı, 2015 Aralık’ta. Bu anlaşmaya göre bir ulusal mutabakat hükümeti kurulacak, bu Temsilciler Meclisi tarafından onaylanacak, sonra Anayasa yazılacak. Bu mutabakatta uluslararası anlaşmaları kimin yürüteceği ve onaylanacağı da maddeler halinde yazılıyor. 67 maddelik bir anlaşma, ekleriyle birlikte bu anlaşma iki katına çıkıyor. Orada açık bir şekilde uluslararası anlaşmaların müzakereleri yürütme makamının hükümet ve onay makamının da Temsilciler Meclisi olduğunu söylüyor. Bu anlaşmaya imza atanlar daha henüz anlaşma imzalanır imzalanmaz İngilizler bir uyanıklık yapıp hemen bir tasarı sundular BM Güvenlik Konseyi’ne. Henüz hükümet kurulmadan hükümetin meşru olarak tanınmasını sağladılar. Henüz ortada hükümet yok. Sonra bu anlaşma henüz tam olarak onay süreçlerinden geçmemiş. İmzayı atan iki meclis başkanı sonradan biz bunu meclisler değil kendi adımıza imzaladık, anlaşmayı ortada bıraktılar. Anlaşma uygulanmadı ama hükümet kuruldu. Kurulan Serrac hükümeti, Temsilciler Meclisi’nden de onay almadı. Haliyle şimdi Libyalıların bir kısmı zaten bu meclis onaylamadığı için bu hükümet zaten meşru ve geçerli değil. Bir kısmı da şöyle diyor; geçerli olsa bile bunun görev süresi bir yıldı ve Aralık 2016’da doldu. Haliyle bu hükümet Aralık 2016’dan beri zaten meşru değil. Meşru olsa, bu anlaşmayı imzalamış olsa, tekrar Temsilciler Meclisi onay makamı oraya gitmesi lazım. O taraf zaten kesinlikle böyle bir anlaşmayı yapma yetkisi olmadığı gibi tanımıyoruz. Libya ayağında bu muallakta kalan bir anlaşma.”

‘Ancak fiilen savaşı kazanırlarsa imza meşrulaşabilir’

Taştekin’e göre Ankara’nın yaptığı mutabakat ancak Trablus’taki İhvancı hükümetinin savaşı kazanması halinde geçerli olabilir, bunun da garantisi yok: 

“Ancak fiilen savaşan taraflardan Trablus ayağı, Türkiye’nin desteklediği, Müslüman Kardeşler ve İslamcı örgütlerin ağırlıkta olduğu bu hükümet eğer savaşı kazanırsa, altına attığı imzayı geçirir, belki meşrulaştırır. Ama diğer taraf savaşı kazanırsa, bu anlaşmayı kesinlikle kabul etmeyeceklerini görüyoruz. Zaten deklare ediyorlar. Libya savaşında Türkiye sonuna kadar işin içine girmiş durumda. Eğitim desteğinin ötesinde insansız uçaklarıyla bu savaşın içine girmiş durumda, sürekli olarak askeri malzeme gidiyor. Çok sayıda gemilerle silah gitti, bunların 5-6’sı yakalandı. Birkaçı Yunanistan’da, biri Mısır’da biri Libya açıklarında, böyle ortaya çıkan bir tablo var. Hükümet bundan sonra kendi kamuoyu ve dünyaya böylesi bir kritik anlaşmayı da korumak için de ‘Akdeniz’deki çıkarlarımı da savunmak için bu savaşı meşru olarak destekliyorum, bu benim hakkım diyecek’ ve kendi iç kamuoyunu da susturacak.”

‘Libya konusunda Türkiye karşıtı blok oluştu’


Taştekin’e göre Libya meselesinde uluslararası tablo da karışıkken, Türkiye Suriye’nin ardından Libya’da da adım adım iç savaşın parçası haline geliyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın, Fransa ve Rusya’nın Hafter’e destek verdiğini söyleyen Taştekin, Libya’da Türkiye’nin karşısında çok fazla blokun oluştuğunu ifade etti. Doğu Akdeniz konusunda Filistin’in de Yunanistan ve Rumlar ile yoluna devam ettiğini belirten Taştekin, Türkiye’nin yalnızlığının daha da derinleştiği görüşünde: 

“Bundan sonra askeri mutabakat da var, Türkiye’nin asker bulundurmasına izin veren bir anlaşma da imzalanmış durumda. Türkiye’yi işin içine daha fazla çekiyor, iç savaşın bir parçası haline getiriyor. Bu anlaşmayı Türkiye ve dünya kamuoyuna bir koz olarak sallayacaklar. Fakat bunun yol açtığı başka tetikleyici bir sürü şey var. Doğu Akdeniz’de bir cephe oluştu ve bu cepheyi Türkiye aleyhine daha fazla keskinleştirecek bir boyuta sahip. Kahire’de Doğu Akdeniz Enerji Forumu oluşturuldu. Mısır, Ürdün, Lübnan var, Filistinliler bir kenarında varlar. Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi var. Türkiye ve Suriye hariç herkes var Doğu Akdeniz’de. Burada Mısır’ın önemli bir aktör olduğunu düşünelim. Mısır, Libya’da Türkiye ile tam zıt cepheyi destekleyen bir pozisyon almış durumda. Onlar Libya’daki Hafter grubunu daha sonra destekleyeceklerdir bundan sonra. Bu savaş daha da kızışacak. Birleşik Arap Emirlikleri Suudi Arabistan var işin arkasında, bunlar daha fazla destek olacaklar. Son dönemlerde Suriye ile Türkiye’nin işbirliği yaptığı bir şekilde, iyi kötü Astana sürecinde bir ortaklık kurduğu Rusya, tarafsız pozisyonunu Hafter’den yana değiştirdi, özel şirket savunma savaşçıları Hafter’den yana sahada yer aldılar ve durumu epeyce değiştirdiler. Trump çok açık çek verdi Hafter’e. Zaten Amerika’da uzun süre kalmış biri Hafter. Libya’nın aslında Kaddafi sonrası dönemini idare etmek üzere de bir şekilde sahaya yeniden sürülmüş birisiydi. Son dönemlerde Amerikan yönetim Hafter’i yakın plana aldı. Fransa zaten burada çok önemli bir aktör. Fransız güçleri çok görünmez bir şekilde Hafter’in işini kolaylaştıracak birtakım adımlar atıyorlar. Bu cephe kızışacaktır. Bu cephenin oluşumuna baktığımızda Türkiye’nin karşısında epey bir blok oluşmuş gözüküyor. Türkiye çok da yanında olmasa da bir İngiliz ve İtalyanları görebilir, onların kendi çıkarları var. Bu yüzden Türkiye ile aynı şeyleri söylemeyecekler. Hele hele Doğu Akdeniz’deki hesaplarda Türkiye’nin yanında olacaklarını hiç sanmıyorum. Ama Libya’da aynı tarafı destekliyorlar. O açıdan İngiliz ve İtalyanlardan yarım ağız belki bir destek görebilirler. Bunun ötesinde çok ciddi bir karşı cephe oluştu. Avrupa Birliği zaten tamamen Rumların yanında. Bir yaptırım tasarısı gündemde. Dışişleri Bakanlığı bu tasarıyı gündemden almışlardı. Geçen ay çerçevesini çizdiler. AB karşımızda, Amerika Hafter tarafında. Zaten Amerikalı şirketler de Rumlar ile enerji anlaşması yapmış durumdalar. Katar da Rumlar ile çalışıyor. Filistinliler de Yunanistan ve Rumlarla çalışıyor. Türkiye’nin yalnızlığı daha da derinleşti aslında. Suriye’den daha da derinleşti. Belki ikinci kozu da orada oynatabilirler. Ruslar öyle bir telkinde bulunuyor. Doğu Akdeniz’deki enerji konusunda Suriye ile birlikte çalışabilirsiniz diye böyle bir havuç politikasını öne sürüyor Moskova. Belki Libya ile yaptığını Şam ile de yapabilirler. Bir kıta sahanlığı anlaşması ya da Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması. Bu bir senaryo, Rusların Türkiye’yi daha fazla tavize zorlamak için. Doğu Akdeniz’de büyük bir savaş geliyor, bu konuda Suriye ile ortak olursan dengelerini değiştirirsin diye böyle bir suflörlük yaptıklarını anlıyorum. Ama bu o kadar kolay değil. Çünkü Doğu Akdeniz’deki denge çok büyük, içinde çelişkileri ve zorlukları olan bir denklem. O kadar basit olacağını zannetmiyorum.”

06.12.2019