Sayfalar

EZAN MESELESİ

Prof. Dr. Niyazı Kahveci


EZAN MESELESİ 

Felsefi ve Bilimsel Analiz

“Lafa gelince, insanların söylediklerini dinleyin; onlara göre kendi dinsel inançları kadar kesin bir şey yoktur. Onların hayatlarını inceleyin; bu kişilerin en küçük bir inanç beslediklerini göremezsiniz bile!”  D. Hume

Ezan hakkında teolojik ve bilimsel teknik bilgi vereceğiz ve biraz da felsefe yapacağız.

İSLAM’DA EZAN 

Kuran’da ezan okunmasına dair bir tane ayet yoktur. Hatta Kuran’da ezan kelimesi bile yoktur. Peygamber, ezanı, insanları camiye çağırmak için değil, namaz vakitlerini belirlemek için sadece tek yerde ve bazen okutmuştur. Çünkü camide ve imamın arkasında ibadet yapmayı farz yapmamıştır. O zamanlar ezan vaktini belirleyecek uzmanlar bulunmadığından bu işi Peygamber yapıyordu. Nitekim fıkıh kitaplarımız ezanın “ilam” yani vakti bildirmek için olduğunu söylerler. Yine ezan, namazın geçerli olmasının farzlarından olmadığı gibi sünnetlerinden dahi sayılmamıştır. Ezansız namaz caizdir.

“Kuran’ın ezana vermediği önemin kat kat fazlasını Türkiye neden veriyor?”

Ezan Kelimesi 

Ezan kelimesi Kuran’da olmadığı gibi, Arapça da değildir. Aramice ve İbranice “ezna” kelimesinden gelir ve Akkadça “uznu” kelimesi ile eş kökenli ve eş anlamlıdır; kulak vermek, dinlemek demektir. Akkadça dili; Arapça, İbranice, Aramice ve hatta Sanskritçe (Hindu) dilinin atasıdır. 

Minare 

Kuran’da ve Hadislerde minare kavramı yoktur. İslam’da mabette ve cemaatle ibadet ifa etmek farz yapılmadığından, insanları mabede ve cemaate davet etmek amacıyla Kuran’da ne ezan ne de minare kavramı vardır. Peygamber, minare inşa etmemiştir.

Minarenin anlamı, ateş (nâr) yakılan araç ve yer demektir ve ateşetapanlar (Mecusiler)ın ateş yakmak için yaptıkları bir araçtır. Minare şerefelerinde ateş yakarlar ve önünde secdeye gidelerdi. Müslümanlar daha sonraları ezan okudukları minareyi ateşetapan Mecusilerden almışlardır. Dolayısıyla minare inşa etmek ve minarelerde lamba yakmak, şerefeleri aydınlatmak, ateşetapanların dinine hizmet etmektir. Namaz kelimesi de Ateşetapanlardan alınmıştır. Farsça olan namazın anlamı; ateşin önünde eğilmektir.

Osmanlı ve Ezan 

Ezanı siyasal sembol yapan Osmanlı’dır. Osmanlı, fethettiği ülkelere kendi kimliğinin damgasını ezanla vurabiliyordu. Ancak böyle bir çözüm bulmuştu. Ezanla birlikte namazı ve camiyi götürüyordu. Çünkü asimile etmek için onlara götüreceği kendi ürünü hiçbir felsefesi yoktu. Osmanlı için aslında önemli olan namaz değildi. Onun için önemli olan minare idi. Çünkü minare ile, diğer ülkelerden görünürde ayrışıyor ve oralara kendi damgasını vuruyordu. Ezanın kutsal olduğuna dair Kuran ve Hadislerde bir mesnet yoktur. Bir kere ezan Kuran’da yoktur. Kuran’da kutsal olduğu söylenmeyen şey kutsal olamaz. Ezana inandığı için, ezan bahanesiyle, hiç kimse kendisini kutsal yapamaz.

“Ezanı İslam değil, Osmanlı kutsallaştırmıştır.” 

Paranoya 

Osmanlının, fethettiği ülkeleri Müslümanlaştırmak amacıyla kullandığı ezanı Türkiye, zaten Müslüman olan kendi milletini Müslümanlaştırmak için kullanıyor! Ülkenin her yerine bayrak asmak, ülkenin Türkiye olmadığına dair paranoyanın ve Türkiye yapılması çabasının göstergesidir. Aynı şekilde ülkenin her yerinde aşırı bağırmalarla ezan okumak da ülkenin Müslüman olmadığı paranoyasını ve Müslüman yapma çabasını taşır. Bunlar saçmalıktır. Bir üke ne bayrakla ülke olur ne de ezanla Müslüman olur. Bunlar kafa ile olur. Kafa ile yapılamama, ağızla ya da sembollerle telafi edilir.

Sala 

Ölüler için okunan sala ne Kuran’da ne de Hadislerde vardır. Hz. Peygamberin vefatından sonra uydurulmuştur. Müslümanlar, salayı çan çalmaktan almışlardır. Çan çalmak da genellikle kötü bir haberi topluma bildirmek içindi. Fakat çan çalmada kötü ruhların kovulduğuna da inanılırdı. Antik çağ krallıklarında, vatandaş öldüğünde şehir merkezinde çan bir kez, eşraftan biri ölürse çan iki kez, büyük bir devlet adamı ölünce üç kez, Kral öldüğünde dört kez çalardı. Bir felaket olduğunda çan yedi kez ve uzun uzadıya çalardı. 

“Türkiye antik bir pratiği, şimdi din formu ile uyguluyor.” 

Antikçağ insanlarının kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ve dar akıl çaplarıyla ürettikleri unsur ve motifleri çağımızda sürdürmeye çalışmak boşuna uğraşıdır ve hiçbir şey üretememekten dolayı kendini inkardır. Bu çağın insanı bu çağa göre kendi ürünlerini üretmesi gerekir.

Felaket ve Ölüm Çığırtkanlığı 

Sala, peygambere salat ve selam vermektir. Bir kişiye selam, başkalarına bağırarak verilmez, o kişiye doğrudan ve sessizce verilir. Aslında felaket ve ölüm çığırtkanlığı için peygambere selam alet ediliyor. Peygamberin bugün okunduğu biçimde kendisine selam verilmesini istemesi mümkün değildir. Çünkü kendisinin hayatta iken böyle bir uygulaması yoktur. Hatta bu tür uygulamalar Yahudilik ve Hristiyanlıkta mevcut idi ve peygamber bu çeşit ayinlerin ve dini törenlerin hepsini kaldırmıştır.

Yahudilik’ten esinlenerek Cuma akşamları ve sabahları Cuma namazına çağırmak amacıyla ölü haberi verir gibi “sala” okunmaktadır. Halbuki Cuma ölüm değil, diriliş içindir. Ama yaşatmayı bilmeyenler ölümü satarlar. Bir bakıyorsunuz, biri aniden sala bahanesiyle, eline mikrofonu alıp ulu orta, vakitli vakitsiz, ekolu ve stereolu sesi sonuna kadar açılmış hoparlörlerle formatsız, fütursuz bağırmayla sala diye, “aaaaaaahhh” ve “eeyyyyyy” naraları atılıyor. Bu naralardan, saladaki hiçbir kelime duyulmuyor. Kanunda suç olduğundan hiç kimseye bağıramayan kişi, bağırma ihtiyacını sala ile gideriyor. Dinde yeri olmayan bu sala okunuş biçimiyle insanları rahatsız etmek dinde haram, kanunda suçtur. Haram ve suç olan anormal bir eylemin dine reva görülmesi, o dinin normal olmadığını söylemektir. Dini bu duruma düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Şimdi İstanbul gibi büyük metropol şehirler ezanın ve salanın ilkel okunuş biçimiyle bu çağda eski köylere dönüştürülmüştür. Üstelik kanunda suç yapılmış olmasına rağmen hoparlörle her tarafı gürültü kirliliğine boğarak.

“Bugün Türkiye’de ezanın ve salanın okunuş biçimindeki bağırma, insanlık çizgisinin çağımız kesitine göre çok ilkel kalmaktadır.” 

Asıl Önemli Olan Simgeler Değil, Erdemdir 

Erdem (virtue, fazilet), akılla düşünmeyle elde edilen bir kalite durumudur. Kuran, erdemi “birr” kelimesi ile ifade eder. Kuran’a göre, tanrının ismi ve kıble gibi maddi simgelerin dahi değil, zihinsel bir kalite olan erdemli edimsel sonuçların önemli olduğunu kıble ile ilgili konuda şöyle söyler: “Erdem (birr), yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl erdem, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyene ve kölelere verenlerin; salatı ifa eden, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” Bakara, 177.

 MÜZİK BOYUTU 

Semitik dinlerde Kutsal metinlerin müzikle okunması işlemini Yahudiler icat etmiştir. Hatta onlar, Hindulardan almışlardır. Daha sonra Hristiyanlar almıştır. Müslümanlar da kendilerini onlara uydurmak amacıyla bu işlemi uygulamışlardır ve halen uygulamaktadırlar.

Teolojik Açıdan Kutsal Metni Müzikte Kullanmak 

Hz. Peygamber döneminde kutsal metinlerin müzikle okunduklarına dair tarihsel kayıt mevcut değildir. Hatta Hz. Peygamber, kutsal metinleri mesajı iletmek amacıyla bir söylev, söylem ve nutuk olarak okumuş ve okutmuştur. Üstelik o, Yahudilerin ve Hristiyanların Kutsal metinleri müzikli okuma geleneğini sonlandırmak istemiştir. Kutsal metinleri müzikli okumak, İslam’ın kabul etmediği bir şeydir. Allah’ın kelamını beste ve güfte malzemesi yapmak, hiç kimsenin haddine değildir.

Nağme, Ezgi, Teğanni 

Arapça “teğanni” nağme yapmak demektir. Teğanniye, Türkçede ezgi denir.  Teğanni, sesi hançerede tekrarlayıp çeşitli sesler çıkarmaktır. Teğanni, kelimelerin yapılarını bozar. Teganni ile kelimeleri bozarak okumak dinen caiz değildir ve namaz bozulur. Lokman suresinin 6. âyetindeki “lehv-el hadis” ifadesini, başta büyük müfessir İbni Mesud ve diğer alimler teğanni olarak tefsir etmişlerdir. Ezanı, zikri, duayı ve Kuran’ı teğanni ile okumak yani onu ezgi malzemesi yapmanın ittifakla haram olduğu “Bezzaziyye” adlı eserde yazılıdır.

Ses ile okunan kelimenin, anlamı ile arasındaki kopukluk, anlamın başbelasıdır. Ses, okunan kelimenin anlamıyla uyumlu olmak zorundadır. Ses ile anlam arasında kopukluk doğurmak, anlamın katilidir. Kur’ân-ı Kerimi, ezanı, mevlidi teğanni ile aşırı uzatarak okumak, manayı bozuyor ya da değiştiriyor. Meselâ “Allahu ekber”, “Allah büyüktür,” demektir. Harfi uzatarak “Aaaallahu ekber” şeklinde okunursa, “Allah acaba büyük müdür?” demek olur ki, böyle söylemek, fakihlere göre küfürdür.

Türkiye 

Türkiye, müziği değersiz ve haram sayar ama müzikli Kuran ve ezan okumayı eleştirmeyi de haram sayar. Bu durum, kolektif çelişkidir. Hem müziği değersiz görmek hem de Kutsal ve ilahi metinleri müzikle okumak ve eğlence malzemesi yapmak büyük bir çelişkidir. Hem Kuran’ın kitabını belden aşağıya koymamakta aşırı ısrar edip hem de belden aşağı işler olarak gördüğü müzik malzemesi yapmak da çok büyük çelişki, antinomi ve oksimoronluktur. Allah’ı ve mesajını müzik düzeyine indirgemek en büyük inançsızlıktır. Bu nasıl imandır?

“Türkiye eğlenceye düşkündür, her şeyi eğlenceye dönüştürerek uygular,” şeklindeki sosyolojik tespit gereği, ezanı da ulusal çapta bir açıkhava müzik konseri olarak görür. Hem müzik ihtiyacını karşılıyor hem de sevap alıyor. Yani “Hem sevap hem kebap duble menfaat.” Güzel sesli müezzin arar. Böylece ibadetleri nefsini tatminle bu dünya zevki almak için kullanır. İlahiler ve kasideler gibi litürjilerde bu durum daha bariz görülür. Osmanlı’da savaşa mehter müziği ile gidilmesi, toplumun müzikçi karakterine dayalıdır.

Sahne ve Stüdyo 

Ezan okuyanlar minareleri, kürsüleri, minberleri, mihrapları, sanatlarını icra ettikleri kişisel sahnelerine ve stüdyolarına dönüştürmektedirler. Nitekim bazı kurnazlar, diğer ezanlar bitince ezan okuyorlar.

“Bağırmak ezan okumak değildir. Ezan okumak başka, metalik gürültü başka şeydir.” 

TECVİT İLMİ AÇISINDAN 

Uzatma Süresi 

Her dilin yazılış, telaffuz ve okunuş kuralları vardır. Bu kuralar, kelimelerin anlam kaymasına uğratılmalarını önlemek amaçlıdır. İslam’ın kutsal metinlerinin okunuş biçimi ile ilgilenen ilim dalı Tecvit’tir. Harflerin çıkış yeri, sıfatı, uzatma süresinin miktarı, genişlik veya darlığı, birleştirme ve ayırma, kalın ve ince vurguları gibi konular bu ilmin konularıdır. Tecvit, kurallı okumadır. Yani Arapça kutsal metinler, Tecvit kurallarına göre okunmak zorundadır. Bu kuralları ihlal, harflerin zatının tahrif edilmesine ve sıfatının değişmesine neden olacağı için namazın bozulma nedenidir. Tecvitte bir harfi en fazla uzatım süresi “dört birim”dir. Allah lafzındaki “a” harfi, meddi muttasıl olduğundan ancak bir birim uzatılabilir. Yani “a” harfi çıkarılacak kadar uzatılabilir. Şu anda okunan ezanlardaki uzatma süreleri, bu sürenin en az yüz mislidir. Bu uzatma haramdır ve günahtır.

Şimdi bir ülkenin müzik özelliklerini ve dininin tecvit ölçülerini taşımayan bir müzikle okunan ezanla bu çağda insanlığa verilen imajın ne olacağını düşünün. DİB Başkanı, Diyanet TV’de tecvit dersleri verdiriyor. Kim bilir kaç bin lira harcıyor ders için? Ama kaydettirdiği ve merkezi okuttuğu ezan kasetinde, yine kim bilir kaç bin lira ödedi okuyan kişiye, uzatmaları yüz elif miktarı yaptırıyor. İslam’ın kurallarını DİB Başkanının ihlal ettiği ülkede Diyanet’in, doğru İslam’ı anlattığından söz edilemez.

EZANIN OKUNUŞ BİÇİMİ 

Bugün Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, İslam kaynaklarına göre haramdır.

Peygamber Döneminde Ezanın Okunuş Biçimi 

Peygamberin, ezanın, doğal insan sesini arttıran boru ile okunmasını ve metal bir şeyin kullanılmasını yasaklamıştır. Bunun nedeni, ezanı kamusallaştırmamak ve başkalarını din nedeniyle rahatsız etmemek amaçlı olmasıdır. Hz. Peygamberin kutsal metinleri teğanniyle okuttuğuna dair tarihsel kayıt mevcut değildir. Hatta Hz. Peygamber, hem teganniye karşı olmuş hem de kutsal metinleri mesajı iletmek amacıyla bir söylev, söylem, hitabet ve nutuk olarak okumuş ve okutmuştur. Peygamber döneminde ezanda cümleler tek okunurdu. Mesela bir kez “eşhedu en-lailahe illallah” denirdi. Emevilerle birlikte çift yapıldı.

“Hz. Peygamber, doğal sesi artırdığından ve bağırmaya neden olduğundan ezanın boru ile okunmasını yasaklamıştır.”

Kuran ve Bağırmak 

Bugün ezanda en önemli yapılan iş bağırmaktır. Hatta ezan, bağırmak için bir bahane olarak kullanılıyor. Bağırmaksızın okunamaz mı? Kuran bağırmayı yasaklamıştır: “Yürüyüşünde mütevazı ol! Sesini alçalt! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşek sesidir.” Lokman, 19. Bağırmaya, anırmak demektedir. Şimdi böyle söyleyen Allah, kendisinin isminin ezanda da olsa bağırılarak okunmasını istemesi imkansızdır. Normal konuşmada yasakladığı bağırmayı ezan okumada haydi haydi yasaklar.

“Türkiye’de ibadetler, Hinduzimin ve Manheizmin ritüellerine, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın ayinlerine dönüştürülmüştür.”

Türkiye’de ezanın okunuş biçimindeki bağırmanın ne dinde ne hukukta ve medeniyette ne de ahlakta meşruiyeti vardır. Bugün ezan bahanesiyle bağırmak yapılmaktadır. Sultanahmet ve Üsküdar gibi meydanlarda birbirine karışan ve kulak zarını yırtarcasına yüksek sesle birden çok çok düello şeklinde okunan ezan bağırmalarını duyan turist, bir taraftan kulaklarını tıkarken diğer taraftan yanındakine, “Bunlar ne satıyorlar?” diye soruyordu.

“Bir insan, kirli düşüncelere sahip olduğu için utanmaz. Onu bir başkasının, o kirli düşüncesini bilme ihtimali utandırır.” Nietzche

Kuran’a Saygı 

Kuran, ezanın okunmasına değil de Kuran’ın okunmasına saygı gösterilmesini ister. Araf Suresi, 204. ayette şöyle der: “Kuran okunduğu zaman, onu dinleyin. Susun! Ki merhamet edilesiniz.” Bu ayete dayanarak Fıkıh Kitapları; Kuran okumanın sünnet ama o duyulduğunda onu dinlemenin farz olduğunu belirlediler. Şimdi hoca caminin içerisinde bağırarak Kuran okuyor. Bu bağırmasını hoparlörle de dışarı veriyor. Sanki camiyi mahalledeki kendi stüdyosu veya sahnesi olarak görüyor. Dışarıdaki insanlar bu okunan Kuran’ı dinlemiyor. Bu durumda dinlemeyen ve onu okuyan günahkar oluyor.

Toplumda şu çelişki de vardır: Toplum, bir Kuran ayetini tuvalete sokmayı büyük günah görürken, dışarıya hoparlörle verilen Kuran’ın tuvaletlere kadar girmesine ses çıkarmaz. Çünkü bunda kendi egemenliğini topluma dayatma çıkarı görür. Halbuki Osmanlı, Kuran’ın, ezanın ve salanın, caminin tuvaletinde bile duyulmamasına dikkat ederdi. Cami tuvaletleri minarelerin tam zıddı tarafta yapılmışlardır. Şimdiki ezan, sala ve Kuran, okurken aşırı bağırma yoluyla sadece caminin değil, ülkedeki bütün evlerin tuvaletlerine sokulmaktadır.

“İslam’a göre; Kuran, ezan ve sala gibi kutsal metinler, müzikli değil hitabet, söylev, söylem ve nutuk üslubuyla okunmak zorundadır. Hiç kimse kutsal metinleri müziğin güfte ve beste malzemesi yapamaz.”

Ezana Saygı 

Yapmacık-Sahte Saygı 

Ezana saugı diye bir konu yoktur Kuran’da. Fakat ülmeizde ezana saygı konusunda da çelişki vardır. Mesela saygı göstergesi olarak ezan okunduğunda susulur ve dinlenir. Fakat geleneğimizde sayggı göstermek, ayağa kalkmakla olur, tıpkı İstiklal Marşı dinlerken yapıldığı gibi. Ama ezan okunurken hiç kimse ayyağa kalkmıyor. Ayrıca kamuoyunun önünde iken ezan okununca susuluyor. Kapalı kapılar arkasında iken susulmuyor. Bu saygıya yapmacık-sahte saygı denir. Din samimiyet ve ciddiyet ister. Her şeyin cıvığını çıkartanlardan dindarlık olmaz.

“Kuran okunurken susmayan kişi, ezana saygıdan söz edemez.”
“Kuran’a saldırılınca ses çıkarmayanın ezana saygısızlıkta söz edemez.”

DİL FELSEFESİ AÇISINDAN 

Harfin, Kelimenin ve Anlamın Öldürülmesi 

Kelimedeki sesli harflerin “aaaaııııııaaaııııııaaaaaaııııaaaa” diye kıvırılıp uzatılarak söylenmesine felsefede, hecelerin bölünmesi nedeniyle “harfin ve kelimenin öldürülmesi” adı verilir ve adın sahibi olan kişiyi anlamsızlaştırır. “Allah” kelimesini, “Al ve ah” olarak iki heceye ayırıp “Al” hecesini bırakıp “ah” hecesini uzatarak okumak, “Allah” ismini öldürüyor ve dolayısıyla anlamını yok ediyor. Kelimeler ve harfler, aşırı uzatma nedeniyle kendi içerisinde morfemlikten uzaklaştırılır, diğer harflerle koparılıp hece ve kelime oluşu bozulur. Bağırmak ve aşırı uzatmak, kelimenin anlamını ve temsil ettiği kimliği öldürür. Kelimeyi öldürmek, öldürülen kelimeyi gerçekliğin dışına atmaktır. “Allah” kelimesinin aşırı uzatarak ve bağırılarak okunması, onun gerçeklikliğini öldürmektir.

KANUN AÇISINDAN EZANIN OKUNUŞ GÜRÜLTÜSÜ 

Devletimiz, çağdaş insanlık felsefesini, hem Anayasa’ya hem medeni hukuka almıştır. Anayasamızın 56/1. maddesine göre “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”  Yine 17. maddesinde “herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Maddeler, sadece ezana inananları değil, ona inanmayanları da içerir.

Benzer bir düzenleme, “Gürültü” başlıklı 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 22. ve 36. maddelerinde yer almaktadır. Buna göre; “Başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idari para cezası verilir.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmının yedinci bölümünü oluşturan “Hürriyete Karşı Suçlar” arasında 123. maddede kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu düzenlenmiştir. 183. maddesinde düzenlenen gürültüye neden olma suçu da şu şekildedir: “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.”

Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 14’üncü maddesinde, “şehir ve kasabalarda gerek mesken içinde ve gerek dışında her ne suretle olursa olsun civar halkının rahat ve huzurunu bozacak surette gürültü yapanlar polisçe menolunur,” seklinde fıkra vardır.

Çevre ve Orman Bakanlığı, 4 Haziran 2010, Cuma, Sayı: 2760 ile “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”ni çıkarmıştır. Bu yönetmelikte Diyanet’e de ezan okumada kanunlara uyulmasını sağlama yükümlülüğü getirmiştir (Madde 8b). “Diyanet İşleri Başkanlığı; dini tesislerde ses yükseltici kullanımından çevreye yayılan sesin kontrolüne ilişkin esasların belirlenmesiyle, ilgili hususlarda gerekli tedbirleri alır.” Maddesi ile Diyanet’e ezanların gürültü rahatsızlığını önlemesi görevini vermiştir.

Fakat Başkan, İslamistliği ve belli kesime yaranarak kişisel çıkar elde etmek gibi nedenlerle, milyonlarca insanın rahatsız edilme günahını ve suçunu hiç sıkılmadan bu görevini ihlal ederek işlemektedir. DİB Başkanı suç işliyor, bürokratik anarşik davranıyor; kanun, nizam dinlemiyor. Fakat Türkiye’de din adı altında suç işlemek erdemlik görülüyor.

Şimdi bir devlet düşünün; bağırmayı kanunlarda suç yapmış, otogarlarda ve semt pazarlarında çığırtkanlığı yasaklamış ama hoparlörlü ezanla çığırtkanlığı kendisi yapıyor. Bu çelişki, kendi kendini inkardır ve suç işlediğini itiraftır.

“Bugün Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, ezanı ezan olmaktan çıkarmaktadır.” 

DESİBEL AÇISINDAN 

Desibel, ses şiddeti birimidir. Sesin hava ile yayılmasında havadaki gaz moleküllerinin titreşimi ile atmosferik basınçta meydana gelen değişiklik, ses şiddeti olarak adlandırılır. Birimi desibel (dB)dir. 80 dB, yüksek sesle konuşmadır. 90 dB, kuvvetlice bağırmadır. 140 dB ağrı eşiğidir. Ses seviye üst sınırı 85 dbA’dır. İstenmeyen düzeydeki sese gürültü denir. 80 db gürültüdür ve bu aşıldığında kulak koruyucuları kullanılmalıdır. Normal insanın konuşması 50-60 desibel gücüne eşittir. Ezan ve sala, en az 200 desibelle okunuyor. Kanun, 90 dB’in aşılmasını yasaklıyor.

Dış faktörler de ayrıca, ses dalgalarının hızı üzerinde bir dizi etkiler yaratır. Örneğin rüzgar, sesi uzaklara taşır. Gece ve gündüzün sıcaklık farkları da ses dalgalarını etkiler. Bir tek ezan böyle hava şartlarında en az on kilometrelik bir alanda etkili oluyor. Her kilometrede bir ezan okunduğunda doğan ezan gürültü kirliliği tahammül edilmez hal alıyor.

SONUÇ 

Bugün Türkiye’de okunan ezan biçimi Kuran, Hadis, Fıkıh ve Felsefeye göre ezan değildir. Okunan ezanda ezanın kelimeleri kaybolmakta sadece formatsız nağmelerle, hoparlörle aşırı bağırılarak kamusal alanda metalik gürültü kirliliği yapılmaktadır. Bağırma, kanunlarımızda da suçtur. Neden bu kanunu çıkaranlar, bu kanunu ihlal ederek aşırı bağırtmaktadırlar?

Bugün Türkiye’de namaz değil, ezan önemlidir. Halbuki Kuran’a göre ezan değil namaz önemlidir. Devlet eliyle, namazın sünneti dahi olmayan ezanı dinlemek herkese dayatılıyor ama asıl farz olan namazın ifası dayatılmıyor. Neden?

Şu iki sorunun cevabı var mıdır acaba: 

Türkiye’de neden devlet ezan okutur?
Neden böyle uzatılarak ve bağırılarak ezan okunur?

Türkiye, ezanı siyasal amaçla kullanır. Egemenliğini, insan ürünü kafasal ürünlerle egemen kılma beceriksizliğini, Allah vergisi doğal aygıtlar olan ağız ve sesle telafiye çalışır. Amaç, ezan okutup insanların namazlarını kılıp öbürdünyalarını kazanmaları değildir. Bu nedenle amaç, ezan okutmak değildir. Çünkü öbür dünya ezanla değil, namazla kazanılabilir, farz olan ibadet namazdır, ezan değil. Amaç, insanların öbürdünyalarını kazanmaları olsaydı ezan değil, farz olan namaz kılınması dayatılırdı. Neden farz olan namaz kılmak dayatılmıyor da sünnet dahi olmayan ezan dayatılıyor? Amaç, ezan bahanesiyle ağızla bağırarak egemenliği, zaten Müslüman olan kendi halkı üzerinde sürdürerek bu ülkenin budünyasını yemektir.

“Gâvur (!) icadı mikrofon ve hoparlörle aşırı bağırabilmek olmasaydı, ezan bu denli önemli olmayacaktı. Amaç ezan değil, bağırmaktır.”

Kuran, ezan okunmasını emreden bir tane dahi ayet içermez. Ama yolsuzluk ve hırsızlık yapmamak, haksız kazanç elde etmemek gibi ahlaki konularda yüzlerce emri vardır. Neden bu emirler icra edilmez de ezan edilir? Aslında Kuran, ezan yerine günde beş kez minarelerden bu ahlaki emirleri içeren ayetlerin okunarak kolektif bilinç yapılmasını ister.

Ezan adı altında bir kaşık suda fırtına koparmak, kendi kendine gelin güvey olmaktır. Allah’ın vermediği önemi ezana vermektir. 

“Ezan adı altında bir kaşık suda fırtınalar koparılıyor.”

Bırakalım bu, ağızla yapılan lüzumsuz, hem Allah hem de insanlık katında değersiz şeylerle enerji ve kaynak israfını bırakalım. Bir an önce her alanda değeri olan çağdaş kafasal ürünler verebilecek şekilde çağdaş akıl çapına ulaşalım. Yoksa değil var olmayı sürdürmek, milletin karnını bile doyuramayız. Asıl “Beka” sorunu budur.

“Lafla peynir-ekmek gemisi yürümez.”
“Bütün ağız kavgaları, ülkeyi yemek kavgalarıdır.”
“Herkes giderken Mersin’e biz gidiyoruz tersine.”
“Gelenekssel din, cehaletin sığınağıdır.” Spinoza
“Yanlış ve yalan, sürdürülebilir değildir.”
“Gerçekler geç ve güç ama güçlü ve kalıcı ortaya çıkarlar.”


14 Mart 2019 







Demokrasi ve Ezanın Okunuş Biçimi

Prof. Dr. Niyazi Kahveci 


DEMOKRASİ ve EZANIN OKUNUŞ BİÇİMİ 

“Türkiye, camiyi namaz kılmak için değil, minare için inşa eder.” 

İslam’da Ezanın Yeri 

Kuran’da ezan kavramı yoktur. İslam’da ezan, farz olan namaz için bir araçtır. Namazın sünneti dahi değildir. Farzlarından ve vaciplerinden olmadığından, namazın geçerli olması için ezan gerekli değildir. Nitekim Fıkha göre ezan okunmaksızın kılınan namaz geçerlidir.

Hz. Peygamber, namazları kendisinin kıldırmasına rağmen, imamın arkasında cemaatle ve camide namaz kılmayı farz yapmadığından ezanı, insanları camiye ve namaza çağırmak için okutmamıştır. Namaz vakitlerini bildirmek için okutmuştur. 

Ezanı okutmaktaki amacının duyurmak olmamasından dolayı, Hz. Peygamber, Bilali Habeşi’ye sadece bir yerde ezan okuturdu. Müslümanların yaşadıkları her mekânda ezan okutmazdı. Duyurmak amacı bulunmadığından, doğal sesi değiştirdiğinden ve yükselttiğinden dolayı ezanın boru ile okunmasını yasaklamıştır. Bu ilkeden hareketle fıkıh kitapları ezanın bir “ilam, yani bildirme” olduğunu, bir “ilan, yani duyurma” olmadığını söylerler. 

İslam’da minare yoktur. “Ateş yakma yeri” anlamına gelen Arapça minareyi Müslümanlar, Hz. Peygamber’den sonra, ateşetapan Mecusilerden almışlardır. 

İslam’a Göre Ezanın Okunuş Biçimi 

Günümüz Türkiye’sinde ezanın okunuş biçimi birkaç nedenden dolayı İslam’a göre haramdır. 

Birinci Neden; Bağırmak 

Kuran Lokman Suresi 19. ayetinde “Yürüyüşünde mütevazı ol! Sesini alçalt! İyi bilin ki, seslerin en kötüsü eşek sesidir,” şeklindeki ayetle bağırmaya izin vermeyen Allah’ın adının aşırı bağırılarak okunmasıdır. Hem mikrofonun tonu hem de okuyucunun sesi sonuna kadar açılarak okunması bu ayete göre haramdır. 

Günümüzde ezanın okunuş biçiminin, Antropolojinin tespitine göre, ilk insanların konuşmayı icadından önce kullandıkları iletişim kurma biçimi olan “bağırma” ile aynı olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüz medeniyet düzeyi nazarında bağırmak vahşilik görüldüğünden hukukumuzda sözlü şiddet suçu yapılmıştır. 

Kanunlarda suç olan anormal bir fiilin, din için normal görülmesi, o dinin normal olduğunu iddia etmeyi olanaksızlaştırır. Ezanın okunuş biçimiyle, günde beş kez, bir de buna vakitsiz okunan salalarla halka ulusal çapta oral şiddet uygulanmakta ve aşılanmaktadır. Bu oral şiddete şahit olan yabancılar, Kuran’ın yasakladığı İslamofobiye kapılmaktadırlar. 

İkinci Neden; Aşırı Uzatmak 

Kuran’ın okunuş biçimini düzenleyen Tecvid ilmine göre “Allah” lafzındaki “a” harfi ancak bu harf belli olacak şekilde bir elif miktarı kadar uzatılabilir. Fakat şimdi okunan ezanda “a” harfi bu miktarın yüz misli uzatılmaktadır ki bu, haramdır. 

Buna bağlı olarak aşırı uzatma dil felsefesi açısından şöyle yanlıştır: Bir harfin ya da hece yapısının bozulması nedeniyle kelimenin anlamının yok edilmesidir. Şimdiki ezanın okunuş biçiminde “Allah” lafzı, “Al” ve “Ah” şeklinde iki heceye bölünmekte, “Al” hecesi” atılmakta ve “Ah” hecesiyle “aaah” çeker gibi uzatılmaktadır. Ezan ve sala adı altında ortalığı bir “aaaa” bağırışı kaplamaktadır. Bu “aaaa” bağırışından başka hiçbir kelime duyulmamaktadır. 

Neticede “Allah” lafzı öldürülmektedir. Allah lafzının öldürülmesi haramdır. Bu tavır, filozof Nietzche’nin tanrıyı felsefi öldürmesinden daha vahim bir durum olarak, dinadamları tarafından “Allah”ın lafzen öldürülmesidir. 

Üçüncü Neden; Nağme ve Müzik 

Allah lafzını güfte ve beste yani müzik malzemesi yapmak haramdır.  Hz. Peygamber döneminde ne Kuran ne de ezan nağme ile okunduğuna dair bir kayıt yoktur. Onları söylev, nutuk ve söylem üslubuyla okumuş ve okutmuştur. 

Dördüncü Neden; Kul Hakkı Yemek 

Namazla yükümlü olmayan Müslümanları ve ezanı dinlemek istemeyenleri, özellikle uykuda iken, bugünkü okunuş biçimiyle ezan okumakla rahatsız ederek kul hakkı yemek nedeniyle haramdır. Dinlememe özgürlüğünü ihlal gibi temel insan haklarını çiğnemesinden dolayı demokratik hukuka göre de suçtur. 

Hırsız bile utangaç davranır uykuya karşı; hep sessizce çalar gecenin içinde. Ama utanmaz gece bekçisi, edepsizce çalar düdüğünü.” Zerdüşt (MÖ. 2000) 

Türkiye’de 18 milyon öğrenci bulunmaktadır. On dakika süren bir tek ezandaki bağırma nedeniyle 180 milyon dakika eğitim yapılamamaktadır. Buna bir tane sala eklendiğinde bu miktar 360 milyon dakikaya çıkmaktadır. Bu kadar kul hakkı yemek ne sonuç üretiyor? 

Türkiye’de okunuş biçiminin, ezanın, dini amaçtan başka her türlü amaç için okunduğunu dışavurmaktadır. Çoğunluğu ilgili bilim alanlarınca izahı yapılabilecek bu amaçların bir tanesinin izahını felsefe yapmaktadır. 

Ezan ve Sosyal Kimlik 

Türkiye, ezanı toplumun sosyal kimliği ve ideolojisi yapmış durumdadır. Halbuki kişisel ve sosyal kimlik ve ideoloji, özgün felsefi ürünlerle oluşturulur. Başkalarının ürünleriyle kimlik yapılamaz. Din de, Tanrı dahi olsa, başkasının ürünüdür, kişilerin ve Türk toplumunun ürünü değildir. Bu nedenle ezanı kimlik yapmak hem gerçekçi hem de sürdürülebilir değildir. Türk toplumu kimlik üretebilmesi için öncelikle felsefe ve fikir üretebilen düşünürler sonra da onlar tarafından özgün kimlik üretmek zorundadır. Başkalarının fikirleriyle üretilen kimlikler sözümona kimliklerdir. Bunlar toplumları avutmakta ve onları kimliksiz bırakmaktadırlar. Türkiye, kimlik üretme acizliğini, ezan bahanesiyle, Türk toplumunun kimliğinin “bağırma” olduğu imajını dünyaya vermek pahasına telafi etmektedir. 

FELSEFİ İZAH 

Devletin Siyasal İdeolojisinin Baskı Aygıtı 

Türkiye, ezanı neden devlet eliyle herkese zorla dinlettirir? Neden bağırarak okutur? Neden dinin başka unsurlarına değil de ezana aşırı önem atfeder? Bu soruların cevabını Fransız düşünür Louis Althusser (1918-1990) tarafından geliştirilen “Devletin İdeolojik Baskı Aygıtları” kavramı verir. Bu kavrama göre, toplumun olduğu gibi kalması için devlet, “Baskı Aygıtları” kullanır. Bu aygıtlar, devletin, kalabalıkları kontrol altında tutabilmesi için kullandığı bütün fiziksel güç ve şiddet biçimi ve yollarından oluşur. 

Althusser’e göre, gündelik zeminde Devlet, insanların, Simgesel Düzen içindeki çeşitli rollerini bilecek şekilde eğitilmiş ve biçimlendirilmiş olmalarını ister. Bu nokta, “Devletin İdeolojik Baskı Aygıtları”nın devreye girdiği yerdir. Bu aygıtlar sayesinde kişiler, devletin, sistem içerisinde kendilerinden istediği rollerini yerine getirirler. Devletin aygıtları; kiliseler, eğitim sistemi, aile kurumu, hukuk sistemi, siyasal sistem, medya ve kültürden oluşur. Bütün bu kurumlar temelde siyasal ideolojik olarak iş görürler, süngüyle dürtmek gibi zor kullanmaya gerek bırakmazlar. 

Demokratik olmayan devletler aileyi, dini ve eğitimi toplumunu yetkinleştirmek amacıyla değil, ideolojisini aşılamak için ideolojik aygıtları olarak kullanır. Bu nedenle bu kurumları kendi çıkarına göre bozarlar. Bu aygıtları kullanmak, çağımıza kadarki monarşist siyasal sistemlerde geçerli idi. Çağımızda ve demokrasilerde devletlerin, bu aygıtları ideolojiyi dayatmak amacıyla kullanmaları yasaklanmıştır. 

Devletin İdeolojik Baskı Aygıtı ve Ezan 

Dinsel inançlar, devlet iktidarını ellerinde bulunduran yöneticiler tarafından, insanların uysal yurttaşlar olarak tutulması ve sistemlerinin devamlılığını temin etmek amacıyla kullanılırlar. Bu nedenle, dinsel bir simge olan ezanın okunuş biçimini çok önemserler. Farz olan namazın kılınması için insanları zorlamamasına rağmen, namazın aracı olan ezanı devlet eliyle günde beş kez, hem de en yüksek ses tonuyla herkesin dinlemesini zorlarlar. Ezanın okunuş biçimi, baskı içermektedir. Devletin ideolojisini dayatma baskı aygıtı. Hem de bir yerleşim yerine en az otuz minarede yüz elli hoparlörden çıkan ve göğü çınlatan bir gürültü baskısı. Minareleri, hocaları ve hoparlörleri baskı aygıtı olarak kullanmak. 

Bunun Felsefi İzahı Şudur: 

Althusser’e göre devletin kullandığı ideolojik aygıtlarının görevlerinden bir tanesi, devletin ideolojisini öznelere işlemektir. Bu işlemenin en etkili usulü, “Hey, sen!” şeklindeki “çağrılma” ya da seslenilme” yoludur. Eğer bu biçimde çağrılıyorsanız, kendinizi neredeyse değişmez bir biçimde, o çağrının içinde tanırsınız ve çağrıların kesinlikle kendiniz olduğunuzu düşünürsünüz. Dolayısıyla Devlet, bu “çağrılma”nın var olduğunu sandığı için ezanı devletin ideolojisini topluma işleme makinası olarak kullanır. Ya da ezanı, kendi çıkarı için bu çağrılmaya dönüştürür. Fakat bu çağrılma namazda olmadığı için devlet, namazın kılınmasını zorlamaz. Bu makine ile devlet, sisteminin doğruluğuna ilişkin inancı, insanlar farkında olmadan insanlara aşılar, bilinçdışı bir biçimde insanların bu inancını yapılandırır ve böylelikle insanları ona alıştırır. 

Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin, çok sayıda cami ve minare inşa etmesinin nedeninin, daha fazla sayıda insanın namaz kılmasını sağlamak değil, herkese aşılayacak şekilde, ezan adı altında daha çok miktarda bağırarak ideolojisini dayatmak olduğu ortaya çıkmaktadır. 

Ortak Alan

Demokraside kamusal ortak alanı bir dinin, mezhebin, etnisitenin, cinsiyetin, ideolojinin, sosyal ve ekonomik sınıfın zihniyeti ile dizayn edilemez. Bu durum bir apartmandaki ortak alan gibidir. Bir apartmanın ortak alanına, oradaki daire sakinlerinin herhangi birisinin zihniyetini egemen kılmak kanunen yasaklanmıştır. Türkiye, bir apartmanda suç yaptığı fiili kamusal alanda ihlal etmektedir. Bu ihlal, demokrasinin çoğulculuk niteliğine aykırıdır. 

Nötr olması gereken kamusal ortak alanın ezan ve dinde yeri bulunmayan uydurma “sala” gibi dinsel unsurlar bahanesiyle Allah adı kullanılarak, üstelik Allah’ın yasakladığı ve Kuran’da merkep anırmasına benzettiği formatsız ve envai çeşit “bağırma” sayesinde ortak alanın gürültü istilasına uğratılması İslam’la ve demokrasi ile bağdaşmıyor. 

Yapılması Gereken 

Çağımızda devletin, ideolojik baskı aygıtı kullanması çağdışı kalmıştır. Özellikle dinen haram ve medeniyete göre vahşilik sayılan üstelik teknolojik hoparlör kullanılarak Antropolojik vahşiliği artıran “bağırma” aygıtını kullanmak demokrasi ile bağdaşmıyor. 

Ezanı ideolojik baskı aygıtı olarak kullanmakta istenen şey, ezanın anlamı değil, ezan bahanesiyle bağırmadır. Artık çağımız ağızla ifade edilen bedensel simgeler değil, beşeri zihinle üretilen fikirler çağıdır. Zihinlerini çalıştırmayıp fikirsel aygıtlar üretemeyenler, Allah vergisi fiziksel aygıtları kullanırlar. 

Ezanın ve salanın bugünkü okunuş biçimi dinimize, çağımıza ve demokrasiye aykırıdır. Bunların, dinen haram, çağımızın medeniyetine ve demokratik hukukuna göre insan haklarını ihlal eden suç olmayan okunuş biçimi ile okunur hale getirilmesi şarttır. Bu haliyle Türkiye, hiçbir zaman demokratik görülmeyecektir. 

Ezanın okunmasında sorun yoktur, sorun okunuş biçimindedir. Ezan neden bağırılarak okunur? Ezan bağırmaksızın insanlara huzur veren medeni bir şekilde okunamaz imajını vermek ezana yapılan en büyük düşmanlıktır. 

Ezanın ve Allah’ın, devletin ideolojik baskı aygıtı olarak kullanılmasına son verilmelidir.


7 Ekim 2017 







Yeni bir dünya kuruluyor



ABD Başkanı Lyndon Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye tehdit dolu o tarihi mektubu yazdığında, İnönü’nün yanıtı şu olmuştu: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır.” 

O gün için Türkiye’nin şartlarına en uygun yeni dünya aslında 1961’de doğan “Bağlantısızlar Hareketi”ydi. Tabii Johnson Mektubu’nun geldiği 1964 yılında Ankara çoktan tercihini yapmıştı: Atatürk’ün ölümünden hemen sonra imzalanan serbest ticaret anlaşmaları ile rota Atlantik’e kırılmıştı! Ardından Truman Doktrini, Marshall Planı, Kore’ye asker gönderme, NATO üyeliği, Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma süreci... 


Anlayacağınız 1964 yılında “yeni dünyada yer almak” uyarısı pratikte ABD’yle pazarlıktan öteye gitmeyen bir uyarı oldu. 

Amerikancı otoban 

ABD’nin 10 yıl sonra yine Kıbrıs konusunda Türkiye’yi tehdit etmesine ve silah ambargosu uygulamasına ise üslere el konması gibi çok somut bir karşılık verildi. Ancak o dönemeç de yine ABD’ye bağlılığın arttığı bir yola soktu Ankara’yı... 

Ve 12 Eylül sopasıyla tamamen Amerikancı otobana girildi... Kuşkusuz o günün şartları başkaydı: ABD’nin liderlik ettiği Batı bloku, SSCB’nin liderlik ettiği Doğu bloku ve bu iki blok dışında kalarak ulusal çıkarlarını koruyan Bağlantısızlar Hareketi vardı... 

Ve süreç gün geçtikçe ABD’nin liderlik ettiği blokun egemenlik savaşını kazanacağı bir tabloya dönüşüyordu... Öyle de oldu. Fakat bugün durum çok farklı! 

Atlantik’ten Pasifik’e 

Şu iki gerçeği saptamadan bugünü kavrayamayız:  

1. Dünyanın ekonomi merkezi Atlantik’ten Pasifik’e kaydı.

Son 20 yıldır süren bu gelişme artık siyasetin merkezinin de Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaymasına doğru evriliyor. 

2. Bu gelişmeye bağlı olarak, 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin liderliğinde kurulan uluslararası düzen de değişmeye başlıyor. 

Yeni dünyanın temsilcileri eski dünyanın düzeninden daha çok pay istiyor. Eski dünyanın IMF’den Dünya Bankası’na, Dünya Ticaret Örgütü’nden BM Güvenlik Konseyi’ne kadar pek çok taşıyıcı kolonunda artık yeni dünya temsilcilerinin ağırlığı artmış durumda. Dahası yeni dünyanın temsilcileri eski dünyanın taşıyıcı kolonlarına alternatifler de oluşturmaya başlıyorlar.

ABD-Çin çatışması 

Ve bu tablo pratikte eski dünyanın lideri ABD ile yeni dünyanın temsilcisi Çin’i karşı karşıya getiriyor: Taraflar Pasifik’ten Ortadoğu’ya, Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar dünyanın hemen her noktasında birbirilerine karşı pozisyon alıyorlar. 

Peki bu değişim nasıl olacak? Savaşlı mı, savaşsız mı? ABD değişimi kabullenecek mi, yoksa Çin’le çatışacak mı? Çin, henüz hazır olmadığı bu çatışmadan kaçınabilecek mi? ABD ile Çin’in birlikte liderlik edebildiği eski-yeni karışımı bir dünya mümkün mü? 

Kuşkusuz yanıtları bu köşenin boyutlarını aşan sorular bunlar. Biz Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan son kitabımız ABD Hegemonyasının Sonu’nda konuyu etraflıca inceledik. Bugün bu konuya değinmemizin nedeni ise teslimat tarihi yaklaştıkça daha çok tartışılmakta olan S-400’lerdir. 

Türkiye ve yeni dünya 

Türkiye’nin S-400 alma çabasını -AKP hükümetinin bunu ABD’yle pazarlığında kart olarak kullanma hevesinden ayrı tutarak- bu kurulmakta olan yeni dünya bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Artık eski dünya yok. Bugünün yönetimleri Soğuk Savaş’taki gibi sadece kendi kamplarının üyeleriyle kapsamlı ilişki kurmuyorlar. ABD’nin eski dünya müttefiki, yeni dünyada ABD kadar Çin ve Rusya’yla da ilişki kuruyor. 
Türkiye de bu koşullara uygun olarak yeni dünyada yerini almaktadır; kimin yönettiğinden bağımsız olarak, hatta yönetenlerin tersi eğilimine rağmen! Dahası, son dakikada S-400’den vazgeçse bile! Atlantik yüzyılı bitti, Asya-Pasifik çağı başladı!