Sayfalar

İngilizce sözcüklerin yarısı Türkçe

 

Kisamov söyleşide “Günlük İngilizcede konuşulan sözcüklerin yaklaşık yarısı Türkçedir. Avrupa dillerinin pek çok kökü Türkçedir” ifadelerini kullandı...

 

Avrupalı akademisyenler kullandıkları pek çok sözcüğün kaynağını bulamıyor. Avrupalı bilim adamları kökleri ve anlamsal evrimi izlemeden bir fonetik yeniden yapılandırma tekniği geliştirdiler. Başlangıçta genel terim “Hint-Germen” idi, Dünya Savaşı’ndan sonra “Hint-Avrupa” olarak yeniden adlandırıldı. İlk araştırma, içtenlikle bilgiyi arayan bilginlerce yürütüldü. Ancak bu, sürekli biçimde söz konusu doktrinin partizan ve milliyetçi onaylarını aramaya indirgendi. Binlerce “bilimsel” kuruluşu besleyen kendi kendini idame ettiren bir endüstri haline geldi. 

 

Hint-Avrupa dil teorisi düzmecedir. Bu yükü kaldıramaz. İki ana Avrupa dili, İngilizce ve Rusça, temel sözlüklerinin yarısından fazlası, morfoloji dahil olmak üzere Türki sözlüğüne dayanmaktadır. Ne yazık ki Hint-Avrupa etimologları ne Türk dillerinin dilbilimsel incelemesini ne de Avrupa dilleriyle karışmasını araştırmıştır. Bu etimoloji bir bilim değildir. Uyumlu kanıtların araştırılması ve üretilmesiyle uğraşan bir dogmadır. 

 

BİR E-POSTA ALDIM 

 

Kasım ayının başında Norm Kisamov adında bir yazardan e-posta aldım. 

 

“Radloff Sözlüğünden Çıkan Bulgulara Göre Batı Dillerinin Kökündeki Güçlü Türkçe” adlı kitabımla ilgilendiğini ve bu kitabın bazı bölümlerini çevirip yayınlamak istediğini belirtti. Uzun süredir Türkoloji üzerine çalıştığını, bir web sitesi kurduğunu ve dünya dilleri üstünde Türkçe baskınlığı üzerine kapsamlı bir çalışması bulunduğunu ifade etti. Hemen siteye girdim, orada kendisinin ve birçok yazarın makaleleriyle karşılaştım. 

 

Kisamov’un asıl çalışması ise gerçekten heyecan vericiydi. Pek çok okumaya, genetik ve arkeolojik bulgulara, kültürel araştırmalara dayanan zengin bir teorik bölüm ve binlerce yıl önce İngilizceye geçmiş yaklaşık 1200 kelime örneğinin incelenmesi… Çok geniş bir eser. 

 

Kitabımın tercümesine hemen ve seve seve izin verdim. Ve onunla bu röportajı yaptım. Bu röportaj, birçok e-posta yazışması dışında, esas olarak onunla Skype’ta yaptığım iki saatlik bir sohbete dayanıyor. 

 

Norm Kisamov, eski Sovyetler Birliği kökenli bir yazar, çok uzun yıllardır ABD’de yaşıyor. Hiçbir siyasi amacı ve milliyetçi eğilimi yok. Rusça ve İngilizce okuyup konuşuyor ve ne yazık Türkçeyi veya herhangi bir Türki dili bilmiyor. 

 

PEKİ, NEDEN ODATV 

 

Çünkü en çok okunan yazarlar arasında bu alandaki çalışmalarımıza bugüne kadar destek veren tek kişi Soner Yalçın’dır. Ahmet Yıldız’ı da unutmamalı. Soner Yalçın’ın gizlenen gerçeklerin ortaya çıkması için katkı sağlayacağı açıktı. Ki bu gerçeklerin üstü yüzyıllardır süre giden çok iyi örgütlenmiş bilinçli bir uğraşla örtülmektedir. - Gerçeğin ise en kötü özelliği, bir gün mutlaka ortaya çıkacak olmasıdır. İroni bir tarafa işin daha da kötü yanı, çoğunun çok geç açığa çıkması... 

 

İşte o röportaj: 

 

Kaan Arslanoğlu: Türkçeye ve özellikle Batı ve Dünya dillerine olan güçlü etkisine nasıl ilgi duydunuz, çalışmaya nasıl başladınız? “Bununla ilgili hikâyem ilginç” demiştiniz. Bize anlatır mısınız? 

 

Norm Kisamov: Hikâyem şöyle başlıyor: Yıllar önce, 40’lı yaşlarımdaydım,  ABD’de yaşıyordum. Kızımın arabası bozuldu. Uzakça bir yerdeydi okulu, bir üniversitede okuyordu. Dönerken yolda kalmış. Akşam çok geç vakitte yardıma gittim. Bir tamirci bulduk, o da sorunu çözdü. Tamirciye problemin ne olduğunu sorduğumda su soğutma sisteminden kaynaklandığını söyledi. Adam bir Filistinliydi ve o ara suyu adlandırmak için birçok kelime kullandı. Almanca, Farsça, Arapça vs. Sözcüklerden biri bana “aba” gibi geldi. Moldovca “su” “apa”dır. Moldova’yla bağlantım var, oradan biliyorum. Ondan sonra merak etmeye başladım, Farslar nasıl oluyor da Moldovca bir kelime kullanıyorlar, birbirlerinden bu kadar uzaklar... 

 

Moldova tarihini okumaya başladım. Bu beni Sarmat tarihine götürdü. Sarmatlar hakkında çok iyi bir kitap okudum. Bir Sulimirsky kitabıydı ve çok ilginçti, o kitaba göre Sarmatlar Perslerdi. Ama her bölümdeki tüm örnekler Türkleri tarif ediyordu. Persler göçebeydi, işte Türk örneği... Atlılardı, işte Türk örneği... Vs. Merakım arttı. Gumilev’in eski Türkler hakkındaki kitaplarına döndüm. Detaylar, detaylar… Sonunda Gumilev ile tarihi bir tablo görmeye başladım. Persler göçebe değil, yerleşik çiftçilerdi. Atları yoktu ya da bilmiyorlardı, atlardan korkuyorlardı. Posta hizmetlerini yürütmek için etnik Türkleri tutuyorlardı… 

 

Moldova veya Rus okullarında öğretilen tarih bir tarih değil, bir propagandaydı. Bunu herkes bilirdi ama kimse dile getirmezdi. Türklerden ya hiç bahsedilmiyordu bu tarihte ya da onlardan bahsedildiğinde sadece olumsuz yönleriyle, düşman olarak söz ediliyordu. Böylece merakım arttı. Birkaç yıl sonra Samara şehrinde bir işe atandığımda, oradaki müzeleri sık sık ziyaret ettim.

 

SOVYET DÖNEMİNDE ESERLERİ 50-100 NÜSHA OLARAK BASILIYORDU 

 

Arkeologlar, antropologlar ve tarihçilerle görüştüm. Bana birçok tarihi kitap bağışlandı. Mirfatih Zakiev ve kitaplarıyla da böyle tanıştım. Sovyet döneminde eserleri 50-100 nüsha olarak basılıyordu, yasadışıydı bu yayınlar. Sovyet döneminin sona ermesinden sonra birkaç yıl boyunca Türk tarihi yasağı kaldırıldı. Bana birçok kitap gönderdiler ve onları İngilizceye çevirip en ilginç materyalleri yayınlayabildim. Benim sitem genellikle iki dilli, İngilizce ve Rusçadır. Her iki taraf da Türk tarihi ve onun tarihlerindeki rolü konusunda oldukça cahildi. Ve her zaman olduğu gibi, şeytan ayrıntıdaydı. 

 

K.A. - Size göre özellikle Almanca ve İngilizce başta olmak üzere Batı dillerinde Türk etkisi oldukça baskındır. Ve diğerleri, Latince, İskandinav dilleri vb. Bugün konuşulan İngilizce kelimelerin neredeyse yarısının Türkçe kökenli olduğunu söylüyorsunuz. Eklerde ise bu oran yüzde 63’e çıkıyor. Buna rağmen, batılı dilbilimciler ve etimologlar bunu reddediyor. Sözcüklerin kaynağı belli değilse, “bilinmeyen köken” diyorlar veya saçma ya da yanlış açıklamalara girişiyorlar. Niye? 

 

N.K. - İlk cevabım: Bilmek umurlarında değil. İkinci cevabım: Umursamamalarının sebebi Attila. Attila onları iliklerine kadar korkutmuş. Kültürel olarak o korkudan kurtulamazlar, psikolojik bir engel yatar altında. Ortaçağ Avrupa toplumları dinsel bağnaz, cahil ve önyargılı hale getirilmiş. Onlara göre Attila ve Türkler şeytandı. Onlar her türlü kötülüğü yapabilecek şeylerdi. Türklerden sadece kötülük gelirdi. O zihniyet devam ediyor. Kültürleri bu gelenek üzerine inşa edilmiştir. Dogmalarına bir kaynak bulamıyorlar. Etimolojik olarak açıklayamadıkları hemen her şey Proto-Germanic olarak etiketlenir. Proto-Germen dedikleri şeyin büyük bir kısmı Türkçedir. Kök bulamayınca icatlara başvuruyorlar. Bazı yönlerden Hitler ve Stalin geleneği bu dünyada hâlâ yaşıyor. 

 

Sovyetler Birliği’nde yaşadığımda, genetik çalışmalar yoktu. Ancak son 20 yıldır genetik çalışmalar çok şey söylüyor. Eskiden kimin Türki, kimin olmadığı bilinmiyordu. Genetik araştırmalar bunu ortaya koyuyor. Almanya, İngiltere vb.’deki nüfusun çoğu kendi eski dillerini bile bilmiyor. Ancak bu dillerin kalıntıları yaşıyor. Genetik araştırmalar bunu gösteriyor. Avrupalı bilim adamları bunu anlamadı. Henüz. Böylece, hoşa giden dilsel, biyolojik, ikame edilmiş tarihsel çeşitlemeler çoğaltılıyor. Ama iki ve iki toplanmadı henüz. Y-DNA izleme ve tarihleme gibi bazı araçlar, bilgi vermeyen, ilgili ve yabancı bileşenlerden oluşan bir çorba olan bütün bir genom çalışmaları lehine küçümseniyor. İnsan genomları ve insan bağırsağının bakteri genomları aynı çorbada karıştırılıyor. Bu bir astronomi olsaydı, evrende tek tek yıldızları, gezegenleri ve etkileşimlerini değil, yalnızca sisli bulutları görürdük. 

 

K.A. - Kurgan teorisinin mantığıyla da Türk dilinin Avrupa dilleri üzerindeki etkisini kanıtlıyorsunuz. Kurgan hipotezi, Hint-Avrupa ailesi teorisyenlerinin açıklamalarından biridir. MÖ 3000 yıllarında Avrupa’da Türk dillerinin belirleyici olduğunu söylüyorsunuz. Bunu bize biraz açıklayabilir misiniz?

 

HEPSİ BU İŞ İÇİN PARA ALIYOR, STATÜKOYU SÜRDÜRMEKTE ÇIKARLARI VAR 

 

N.K. - Kurgan teorisi diye bir şey yoktur. Kurgan mezar demektir, bir mezar teorisidir. Kurgan kelimesi Türkçedir. “Grave” kelimesi de Türkçedir. Doğudan Avrupa’ya kitlesel göçler oldu. Bu göçmenler hangi dilleri konuşuyordu? Genetik araştırmalar bunu gösteriyor. Arkeolojik çalışmalar bunu gösteriyor. “Tengri”ci mezarlar bunu gösteriyor. Dil çalışmalarımız da aynı şeyi gösteriyor. Bu konularda Londra’yı dolduracak kadar büyük bir akademisyenler ordusu var. 

 

Hepsi bu iş için para alıyor, statükoyu sürdürmekte çıkarları var. Gösteriyi yürütürler ve istenmeyen yöntemleri ve sonuçları idari düzeyde engellerler. 

 

2015 yılına kadar, eşanlamlı bir terim olan höyük altındaki kurganlar, Türki mezar geleneğinin arkeolojik bir işareti, Tengriizm’in bir kanıtı ve reenkarnasyon inancının göstergesiydi. 2015’te Doğu Ural kurganlarının önemli bir genetik çalışması, ölen kişinin R1a/b Y-DNA’sını açığa çıkardı. Yani, Avrupalıların çoğunluğunun haplo grubunu. Hemen hemen tüm Avrupa bağlantılı genetikçiler, raporlarında merhumu Hint-Avrupa dilinin bir kanıtı gibi gösterdiler. Dünün Türkleri sihirli bir şekilde dilsel Avrupalılara dönüştürüldü. Ama bu sadece bugün için geçerlidir. Dün, Batı Avrupa’ya göç etmeden önce Türkçe konuşuyorlardı ve Türkçe gömülüydüler. Hatta bazılarında Türk runik alfabesiyle yazılmış mezar taşları var. Kurgan teorisi sahtedir. “Kurgan, Grave, Coffin, Mound, Tumulus” vb. sözcükler de Türkçedir. Türkçe, çok sayıda Avrupa diliyle kaynaşmıştır. Birleşme (alaşım) süreci, ilk R1a göçmenlerinin yaklaşık 9 bin yıl önce gelmesiyle başladı ve sürekli devam etti. Bunun da ötesinde, “derrick” gibi bazı kelimeler İngiltere’den Amerika’ya kadar sayısız dilbilimcinin radarından görünmeden geçti ve beklenmedik bir şekilde Amerikan topraklarında ortaya çıktı. 

 

K.A. - Batı dillerinde Farsça kökenli kelimeler çok. Hint-Avrupalı teorisyenler kendi anlayışlarıyla bunu doğal buluyorlar. Çünkü aile aynı ailedir. Bu görüş Türkiye’de de ezici bir çoğunlukla hakim. İngilizcede Türkçeye benzer bir kelime görülürse, bu hemen Türkçedeki Fars etkisine atfedilir. Oysa örneğin 10. yüzyılda Türkçe üzerindeki Fars etkisinin, Farsça üzerindeki Türkçe etkisinden daha az olduğunu söylüyorsunuz. Farsça kökenli olduğu düşünülen kelimelerin birçoğunun Türkçe olup olmadığını merak ediyorum. 

 

BU ÇOK KATMANLI BİR UYDURMACA 

 

N.K. - Yine bir uydurmacayla karşı karşıyayız. Ve bu çok katmanlı bir uydurmaca. Tarihsel boyutları da olan çok katmanlı bir yalan. Başlangıç olarak Hint-Aryan nedir? Ar, Ir, Er, Arian Türkçe’de “savaşçı adam (Sözlük: AR koca, erkek, savaşçı, eş, erkek, kişi, tanımlayıcı cinsiyet tanımı) ve İngilizcede (teacher, div-er) anlamına gelir ve Almanca (Herr). Erkek savaşçılar tebaa köylülerini Hindistan’a ve (gelecekteki) İran’a sürdüler. Onlar göçmenlerin bir azınlığıydı, tebaası çoğunluktu. Atları ve insanları kontrol etmek arasında hiçbir fark yoktur, yöntemler aynıdır. Savaşçıların torunları şimdi Hindistan’da yönetici bir Brahman sınıfını oluşturuyor. Denetimi elinde tuttuğun sürece savaş ya da din önemli değil. Din savaştan iyidir, çünkü sonunda insanlar gönüllü olarak boyun eğerler. Yabancıları yönetmek için yabancı bir dile geçmelisin. Böylece yabancılar biraz Türkçe öğrendi ve göçebe Türkler yerel dillere geçti. Bu asimilasyon Sanskritçe ve Hintçede çok görünür. En iyi Türk geleneklerinde görülür, 3600 yıl sonra İngilizler de aynısını yaptı. İngilizce Hint dilleri arasına girdi. Benzer bir gelişme İran’da da yaşandı. Yerli Dravid dilleri, (Hint-Arian) göçmenlerin dilleriyle birleşerek bir lingua-franca geliştirdi. Behistun yazıtı her dili ayrı ayrı gösterir, ancak zaman onları birbirine karıştırıyordu. Pers tarihi, Hintlilerden çok daha çalkantılı bir geçmişe sahiptir, ancak son krala kadar her zaman Türkler önemli bir rol oynamıştır. Dravid dünyası çoktan gitti, Med dünyası çoktan gitti, İskender - Makedon dünyası çoktan gitti, Part dünyası çoktan gitti, Halifelikler çoktan gitti vb. Partlar Türki atlı göçebelerdi, yerel dilleri öğrenmekle ilgilenmeyen özel Türkilerdi. 

 

Mevcut durum da gelmiş geçmiş olacak, zamanı hiçbir şey durduramaz. Fars tarihi yeniden yazılacak, sözlükler düzeltilecek ve tahminen kuzenler arasındaki dini nefret, hava durumuna göre birbirini görmezden gelen veya kucaklayan Katolik ve Ortodoks kiliselerinin örneğini takip edecektir. 

 

BİLSEK DE BİLMESEK DE HEPİMİZ KISMEN TÜRKÜZ 

 

Genel olarak Türkçe üzerindeki Farsça etkisi ve özellikle Türkçenin Farsça üzerindeki etkisi sidik yarıştırmaya kalkmadan halledilmesi gereken ve hâlâ zamanını bekleyen özel bir araştırma meselesidir. Avrupalı ataların yarısı bir zamanlar Türkçe konuşuyordu. Çeşitli Türki dilleri Avrupa’ya yaya olarak ya da at arabasıyla göçen çiftçiler tarafından getirildi. Çiftçiler savaşçı değildi. Kendi dillerini taşıyarak savaşçılar tarafından Batı’ya göçe zorlandılar. Perslere gelince: Bilsek de bilmesek de hepimiz kısmen Türküz. Y-DNA’nın erkek çizgisi izlenebilir; mt-DNA’nın dişi çizgisi izlenemez. Türki anneler, Fars, Ermeni, Germen veya başka bir öz olsun, çocuk üretmeyi asla bırakmadı. Bunu asla bilemeyeceğiz. 

 

K.A. - Dillerin benzerliklerini ve farklılıklarını karşılaştırmak için bir Swadesh listesi var. 207 temel kelimeden oluşur. Hem buradaki mantığı eleştiriyorsunuz hem de bu listeye göre Türkçe ile İngilizceyi karşılaştırıyorsunuz. Bulduğunuz özdeş kelimelerin sayısı 207’de 64. Bu çok büyük bir oran. Listeyi gözden geçirdim. 44 tanesine katılıyorum. Yaklaşık 20 tanesini incelemem gerekiyor. Ben de aynı listeye göre bir çalışma yaptım ve 207’de 78 tane eşleşen kelime buldum. Bazıları doğru olmayabilir. Tekrarları düşüp bulgularımızı toplarsak 99 olur. 15 şüpheliyi eleyelim: 84 çıkıyor. Bu çok muazzam bir oran. Aynı şeyi bu açıdan da soralım. 

 

N.K. – Siz bir liste yaparsanız, başka biri başka bir liste yapar. O kadar önemli değil. Swadesh listesindeki birçok kelime Türkçe kökenlidir. Siz yenilerini ekleyin, ben yenilerini. Oran değişebilir, ancak gerçeğin yığını ortada. Swadesh listesi iyice arındırılmalıdır. Bu da bizi Eski Avrupa dillerinden oluşan kümeye götürecektir. 

 

K.A. - Bir sonraki çalışma hedefleriniz neler? Birlikte daha hızlı yol alabilir miyiz? Türkiye Türkçesini iyi bilen bizler ve özellikle Rusya ve Batı’da konuyla ilgili literatüre hakim olan siz? 

 

N.K. - İletişimi güçlendirmeliyiz. Ve en önemli şey, üretken olmamız gerektiğidir. Birlikte çalışacağız ve sonuç alacağız. Bunun üstesinden geleceğiz. 

 

Kaan Arslanoğlu

Odatv.com / 29 Kasım 2021


https://odatv4.com/kultur-sanat/amerikali-turkolog-norm-kisamov-ingilizce-sozcuklerin-yarisi-turkce-222662

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

KUR KRİZİ

Dolar/TL kuru 13’ü aştı: Kur krizi mi yaşanıyor?

 

Özge Özdemir

BBC Türkçe / 18 Kasım 2021

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Kasım’daki kabine toplantısı sonrası “Kur artışı istihdamı artırır” demesi sonrası Dolar/TL kuru yeni bir rekor kırarak 13,46’yı aştı.

 

Euro/TL kuru 15,16’yı geçerken, Sterlin/TL kuru da ilk kez 18’i gördü. 

 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) Eylül, Ekim ve Kasım aylarında piyasaların beklentisinin aksine toplamda 400 baz puan faiz indirimine gitmesi, TL’deki değer kaybını hızlandırdı. 

 

Enflasyonun yüzde 20’ye yakın olmasına rağmen TCMB’nin faizleri yüzde 15 seviyesine çekmesi, TL üzerindeki baskıyı artırıyor.

 

Dolar/TL kuru ilk defa 12 Kasım Cuma günü psikolojik sınır olan 10 seviyesinin üzerine çıktı. 

 

Bloomberg’in verilerine göre TL kasım ayında en kötü performans sergileyen gelişmekte olan ülke para birimi oldu. 

 

TL’nin altı haftadır kesintisiz değer kaybetmesi, kimi analistlerin Türkiye’nin bir kur krizi içinde olduğu yorumunu yapmasına neden oldu. 

 

Peki bu şartlar altında bir kur krizinden bahsetmek mümkün mü? 

 

Kanada merkezli yatırım bankası TD Securities’ten gelişen piyasalar baş stratejisti Cristian Maggio’ya göre bu sorunun cevabı “Evet”. 

 

Maggio, “Evet, bir kur krizi var. Ancak şimdilik yoğunluğunun düşük olduğunu söyleyebiliriz. 2018 yılında kur bunun iki katı hızda hareket ediyordu” diyor. 

 

Türk Lirası, bu haftanın başından beri dolara karşı yüzde 8 değer kaybetti. TCMB’nin Kasım ayı faiz kararı öncesi günlük değer kaybı ise yüzde 3’ün üzerine çıktı. 

 

 

2018 yılının Ağustos ayında ABD ve Türkiye arasında yaşanan Pastör Brunson krizinin tetiklemesiyle TL’de değer kaybı günlük yüzde 10’ları aşıyordu. 

 

Bu kur krizinden önce de TCMB uzun bir süre faizleri yükseltmekte direnmiş; ancak TL’deki keskin değer kayıplarıyla Eylül ayında faizlerde sert bir yükseliş kararı almıştı. 

 

“TL’deki kanamanın durması için faizlerin artırılması gerek” diyen Cristian Maggio, ister istemez TCMB’nin eninde sonunda faizleri yükseltmek zorunda kalacağı görüşünde. 

 

İsviçre merkezli Swissquote bankasından piyasa stratejisti İpek Özkardeşkaya ise Türkiye’de kur krizinden ziyade bir Merkez Bankası bağımsızlık krizi olduğunu düşünüyor: 

 

“Para politikası kararları siyasi güçlerin gölgesinde kalıyor ve bu çok vahim bir durum.” 

 

Özkardeşkaya, Dolar/TL kurunun yakın zamandaki performansı ile ilgili olarak, “Kur 20 ve hatta daha da üzerine çıkabilir. Dolardaki yükselişin hızını, piyasanın güveninin tekrar ne zaman kazanılacağı belirleyecek” yorumunda bulunuyor. 

 

‘Şirketlerde borç krizini tetikleyecektir’ 

 

Swissquote bankasından Özkardeşkaya, TL’deki bu hızlı değer kaybının ekonomiye olan etkisini ise şu şekilde anlatıyor: 

 

“TL’deki değer kaybı ülkenin fakirleşmesini, ekonominin yavaşlamasını ve şirket borç krizini tetikleyecektir. Özellikle doların zaten güçlendiği ve enerji fiyatlarının bu kadar arttığı bir dönemde TL’nin güç kaybetmesi demek, ekonomi için ağır bir yük demek.” 

 

TD Securities’ten Cristian Maggio da Dolar/TL kurunun çoktan beklentileri aştığını vurguluyor. 



Erdoğan'ın kur üzerindeki etkisi

 

Döviz alım ve satım platformu FxPro’dan kıdemli piyasa analisti Alex Kuptsikevich ise “TL’deki değer kaybı, düşük faiz politikasına destek verdiğini tekrar açıklayan Erdoğan’ın yardımı olmadan gerçekleşemezdi” diyor. 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun zamandır yüksek faizin enflasyona neden olduğunu öne sürerek genel kabul gören ekonomi teorisinin tersi bir politika izliyor. 

 

Çoğu uzmana göre ise faizleri yüksek tutmak enflasyonla mücadele etmek için takip edilmesi gereken bir para politikası aracı. 

 

Erdoğan, son olarak dün AKP Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada “Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanla beraber olmam” demişti. 

 

Londra merkezli ekonomik danışmanlık kurumu Capital Economics’in gelişmekte olan piyasalar kıdemli ekonomisti Jason Tuvey de Türkiye’nin kur krizi etkisi altına girmek üzere olduğunu düşünenlerden. 

 

Jason Tuvey’e göre Erdoğan’ın baskısı faizlerin düşürülmesine bu da enflasyonun yükselmesine neden oluyor. 

 

Tuvey, en büyük riskin bankacılık sektörü üzerinde olduğu görüşünde. 

 

Kur krizi nedir?

 

Para biriminin değerindeki ani ve yüksek frekanslı değişimler, “kur şoku” olarak adlandırılıyor. Kur şoklarının enflasyondan faiz oranlarına, ithalat ve ihracattan istihdama kadar yayılan etkileri var. 

 

Bir ülkenin para biriminde ani değer kaybı yaşanması durumuna da “kur krizi” adı veriliyor. Kur krizinin en sert etkisi yükselen enflasyonda kendini gösteriyor. 

 

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59332181

 

 

 

 

 

Dolar: Merkez Bankası faiz indirimleriyle ne hedefliyor, ekonomideki tıkanma aşılabilir mi?

 

Prof. Dr. Selva Demiralp

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi

18 Kasım 2021

 


Kurun faiz indirimi beklentileri ile kontrolden çıkmasına, yıllık enflasyonun yüzde 20’ye dayanmasına ve artan risklere rağmen Merkez Bankası 18 Kasım’da bir kez daha faiz indirimine gitti. Politika faizi 100 baz puan daha indirilerek yüzde 15’e düşürüldü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Kasım’daki kabine toplantısının ardından “Kurdaki rekabet gücü yatırım, üretim ve istihdamda artışa yol açar” demesi sonrası, 23 Kasım’da Dolar/TL kuru ilk kez 13’ü aştı. Piyasalar çalkalanıyor.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önce yaptığı bir açıklamada, düşük faizle kredi almadıkları için iş insanlarını anlamadığını söyledi. Sistemde bir tıkanma olduğu çok net. İş dünyası neden kredi almıyor? Yatırımlar neden arzu edilen hızda artmıyor? Sistemdeki tıkanma politika faizini daha çok düşürerek çözülebilir mi? 

 

Öncelikle, yatırım iştahını salt politika faizini düşürerek canlandırabilmek mümkün değil. Kredi maliyeti yatırım iştahını belirleyen etmenlerden sadece bir tanesi. Bunun yanında ileriye yönelik güven, fiyat istikrarı, finansal istikrar, kurun yükselttiği ara malı maliyetleri de üretim kararlarını etkiliyor. 

 

Kredi faizleri fazla düşmüyor 

 

Belki daha da önemlisi, Merkez Bankası enflasyon düşmeden politika faizini indirdiği için politika faizinden kredi faizine sirayet eden kanal tıkandı. Kredi faizleri fazla düşmüyor. Düşse de bu durum sürdürülebilir olmuyor. Bunun nedeni piyasa faizinin enflasyon beklentilerinden ve risklerden bire bir etkileniyor olması. Merkez Bankası’nın faiz indirimin takiben kur, enflasyon ve riskler arttığında piyasa faizi de artıyor. 

 

Kısa vadede enflasyonu düşürmek amacı ile politika faizini artırmak, yeterli sabır ve kararlılık gösterildiğinde daha düşük piyasa faizi olarak geri döner. Bu şekilde üretim sürdürülebilir şekilde artar. Merkez Bankası’nın büyümeye verebileceği en değerli katkı budur. Enflasyon yüksekken politika faizini düşürmek ise daha yüksek enflasyon yaratacağı için uzun vadeli piyasa faizler düşmez, bilakis artar. Bu durum yatırım iştahını, harcamaları ve üretimi azaltır. Faiz indirimlerinin arzu edilen ekonomik canlanmayı yaratmamasının sebebi bu. 

 

 

Şekilde siyah çizgi 10 yıllık gösterge tahvil faizini, kırmızı çizgi ise ticari kredi faizini gösteriyor. İki değişkenin birbirine çok benzer seyir izlediğini ancak 10 yıllık faizin daha erken hareket ettiğini gözlemliyoruz. Aradaki ilişkinin iki noktada bozulduğu göze çarpıyor. Birincisi 2020 başında kredi faizinin 10 yıllık faizin altına indiği dönem. Ancak bir süre sonra kredi faizlerinde sıkıştırılmış yay gibi bir düzeltmeye gidildiğini ve 2020 ikinci yarısından itibaren gösterge faizi aştığını görüyoruz. 

 

Sadece düşük kredi faizinin tetikleyici bir etkisi olmaz

 

Eylül 2021 sonrası dönemde yine bir anormallik göze çarpıyor. Merkez Bankası'nın politika faizini indirmesini takiben artan enflasyonist beklentiler ve risklerle 10 yıllık faiz artarken kredi faizleri bir miktar aşağı geliyor. İki seri arasındaki uzun vadeli ilişki bu durumun sürdürülebilir olmadığına ve enflasyonist baskılar kontrol altına alınamazsa kredi faizlerinin tekrar artacağına işaret ediyor. 

 

Kredi faizlerinde yükseliş beklentisinin kredilerde son dönemde gözlenen artışın altında yatan bir gerekçe olabileceğini düşünüyorum. Firmalar muhtemelen faizler yükselmeden likidite ihtiyaçlarını düşük faizle karşılamak istiyor olabilirler. Ancak ileriye yönelik belirsizliklerin bu kadar yüksek olduğu, kurun saat saat değiştiği bir ortam yatırım ve harcamaları desteklemez. Bu şartlarda sadece düşük kredi faizinin tetikleyici bir etkisi olmaz ve kredilerde arzu edilen canlanma gözlemlenmez.

 

 

Merkez Bankası ne diyor? 

 

28 Ekim tarihindeki Enflasyon Raporu toplantısında Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, kurumun reeskont kredi faizlerini düşürüp vadeleri uzatarak ihracatı ve üretimi artırmayı amaçladığını, bu şekilde cari fazla vererek finansal istikrar ve fiyat istikrarın sağlanacağını söyledi. Kavcıoğlu aynı toplantıda bir kur hedefleri olmadığını, kurun serbest piyasada belirleneceğini not etti. 

 

Parçaları birleştirdiğimizde şu sonuca varıyoruz: Üretimi teşvik etmek için faizler düşük tutulacak, bunun sonucunda TL serbest piyasada değer kaybederse bu sonuca katlanılacaktır.

 

Piyasalar gerekçeleri satın almadı

 

Şahap Kavcıoğlu, faizleri düşük tutarak cari fazla verip böylece enflasyonun düşeceği söylemi ile "düşük faiz ile enflasyonun düşeceğini ima eden" Merkez Bankası Başkanı olarak bir ilke imza atıyor. Hükümet cephesinden düşük faizin enflasyonu da düşüreceği söylemini çok duyduk. Ancak hiçbir Merkez Bankası başkanı bu söylemi tekrar etmemiş, faizler düşürülse de bu durum bir şekilde temel iktisadi prensiplerle tutarlı gösterilmeye çalışılmıştı. Faiz indirimleri kimi zaman "sadeleşme", kimi zaman "sıkı parasal duruşa devam", kimi zaman da enflasyonda beklenen düşüşe paralel "önden yüklemeli" indirim gibi gerekçelere dayandırıldı. 

 

Bu tür gerekçeler her ne kadar piyasalar tarafından satın alınmasa da en azında Merkez Bankası'nın faiz indirimi için temel iktisadi prensipler çerçevesinde kalmaya çalışması nedeniyle olumlu değerlendirilmişti.

 

 

Bugün geldiğimiz noktada Merkez Bankası ilk defa artan enflasyonu düşük faizle bertaraf edeceğini iddia ediyor. Politika faizinin ve enflasyonun mevcut seviyelerini düşünürsek söz konusu mantıkla politika faizinin ineceği epeyce bir yol var.

2008 finansal krizi sırasında durumun vahametini anlatmak ve kongreyi harekete geçirmek için ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, "Eğer doğru ve zamanlı adımlar atılmazsa yarın sabah kalktığımızda kurtaracağımız bir ekonomi olmayabilir" demişti. Merkez Bankası'nın faiz indirimlerine devam etmesi ihtimali bende benzer endişeler yaratıyor.

 

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59332074

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Göçmen Kaçakçılığı

Türkiye’de göçmen kaçakçılığı sektörü neden büyüyor?

 

Belarus-Polonya sınırındaki göçmen kriziyle birlikte Türkiye’nin göçmen kaçakçılığındaki rolü sorgulanıyor. Uzmanlara göre kaçakçılık uluslararası sektöre dönüştü ve Türkiye’de insan kaçakçılığının cezası ağır değil. 

 

Van’da sınırda nöbet bekleyen Türk askeri

 

Türk Hava Yolları (THY) göçmenlerin kaçak yollarla Avrupa’ya taşınmasında rol oynadığı iddialarını reddettiyse de, Polonya-Belarus sınırındaki büyüyen göçmen krizinde Türkiye’nin üzerinde yoğunlaşan dikkatler bir türlü dağılmıyor. 

 

AB’nin sınır koruma gücü Frontex’in verilerine göre AB’nin doğu sınırlarından girmeye çalışan göçmenlerin geldikleri ülkeler Irak, Suriye, Afganistan, Türkiye ve İran olarak gösteriliyor. Belarus havayolları şirketi Belavia’nın, THY ile işbirliği içinde haftada 4 ile 7 uçuş düzenleyerek her uçuşta 180 göçmeni İstanbul’dan Minsk’e taşıdığı belirtiliyor. 

 

Uluslararası organize suçla mücadele hedefiyle hareket eden sivil toplum kuruluşu Global Initiative Ekim 2021’de yayımladığı Küresel Suç İndeksi’nde,  Türkiye’nin suç örgütleriyle arasına mesafe koyamadığını  ve Asya, Ortadoğu, Avrupa arasındaki konumundan ötürü insan kaçakçılığında önemli bir durağa dönüştüğünü duyurdu. 

 

Peki Türkiye insan ve göçmen kaçakçılığıyla yeterince mücadele etmiyor mu? Türkiye açısından sorun tam olarak nedir? 

 

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı’nın verilerine göre 2020’de Türkiye’ye kaçak giriş yapan 122 bin 302 göçmen yakalandı. 2021 yılında ise bu sayı 24 bin 503’ü buldu.

 

Kaçak yollarla Türkiye’ye girdikleri belirlenen iki Afganlı yakalandı

 

Ankara’ya sınır bölgelerinden ulaşan bilgilere göre özellikle İran sınırında büyük problem yaşanıyor. Sınırın bir bölümüne duvar örülse, sınır karakolları aktif hale getirilse ve sınırın gözetlenmesi için insansız hava araçları devreye sokulsa da sınırdan kaçak geçişler bir türlü engellenemiyor. 

 

Göç İdaresi; Türkiye'de son dönemde yakalanan düzensiz göçmenlerin geldikleri ilk 10 ülkeyi; Afganistan, Suriye, Pakistan, Özbekistan, Irak, Bangladeş, Türkmenistan, Somali, İran ve Filistin olarak sıralıyor. 

 

 “Uluslararası bir şebeke devrede” 

 

Yaşar Üniversitesi UNESCO Uluslararası Göç Kürsüsü’nden Doç. Ayselin Yıldız göçmen kaçakçılığı üzerine çalışmalarıyla öne çıkan bir isim. Yıldız, çalışmalarından çıkan sonuçları DW Türkçe’yle paylaşırken, her şeyden önce kaçakçılığın uluslararası bir şebeke tarafından yönetildiğinin bilinmesini istiyor. 

 

Yıldız, “Yasal yollar açık olmadığı, insanlar vizeyle Avrupa’ya ya da dünyanın başka yerlerine ulaşamadığı için kaçakçılara güveniyorlar ve onlara başvuruyorlar. Türkiye de Avrupa’ya erişimde önemli bir güzergâh olduğu için dikkatler buraya yöneliyor” diyor. 

 

Ayselin Yıldız’a göre göçmenler Türkiye’ye ulaşana kadar zaten bir uluslararası kaçakçılık şebekesinin eline düşmüş oluyor. O şebekenin Türkiye’de de küçük bir bağlantıya ulaşmasıyla Türkiye’nin de uluslararası bir kaçakçılığa dahil olduğunu anlatan Yıldız, “Türkiye bu sorunla ilgilenmiyormuş gibi olaya bakmak dar ve yanlış bir bakış açısı olur. Uluslararası alanda bir sektöre dönüşen göçmen kaçakçılığıyla mutlaka uluslararası düzeyde mücadele edilmesi gerekiyor” mesajı veriyor.

 

Van sınırına kaçak göçü önlemek amacıyla örülen duvar

 

Türkiye’nin son dönemlerde göçmen kaçakçılarına dönük cezaları artırma eğilimine girdiğini ve bunun da Avrupa’da olumlu karşılandığını belirten Yıldız, “Türkiye’nin üzerindeki göç baskısı çok yüksek. Göçmenler düzensiz yollarla sadece komşu ülkelerden değil çok uzak yerlerden Afrika’dan, Afganistan’dan geliyor. Türkiye’nin yapması gereken kaçakçılara cezaların daha da artırılması” diye konuşuyor. 

 

“Yozlaşmış kamu görevlileri de kaçakçılık işinde” 

 

Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu’ndan avukat Mahmut Kaçan, Türkiye’nin sınır bölgelerinde göçmen kaçakçılığının giderek yaygınlaştığı bilgisini veriyor. Kaçan’ın, bunun nedenlerini DW Türkçe’ye anlatırken “Fiilen bir cezasızlık var. Kimse kaçakçılıktan suçlanıp da cezaevine girmiyor. Daha az riskli olduğu için başka kaçakçılık işinde olanlar bile göçmen kaçakçılığına yöneliyor” cümlesini kullanması dikkat çekiyor. 

 

Geçen yıl bir tekne kazasında 61 göçmenin hayatını yitirdiğini hatırlatan Kaçan, olaydan sonra tutuklanan 9 kişiden 8’inin kısa sürede serbest bırakıldığını anlatıyor. Kaçan, bu olay öncesinde yaşanan bir başka tekne kazasında da 9 kişinin hayatını kaybettiğini ancak bu kazayla ilgisi olduğu gerekçesiyle yakalananların sadece 27 gün tutuklu kaldığını söylüyor. 

 

Kaçan, “Kaçakçılık olayına karışanlara bu kadar hafif cezalar veren  Türkiye’nin her göçmen krizinde dikkatleri üzerine çekmesinin  temel nedeni cezasızlık politikasıdır. Türkiye, bu politikayı sürdürdükçe göçmen kaçakçılığı iddialarının odağında olacaktır” eleştirisi getiriyor. 

 

Bir dönem Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Van Saha Ofisi’nde de çalışan Kaçan’a göre göçmen kaçakçılığı Türkiye’de kendi endüstrisini yaratmış durumda. Kaçan, “Göçmen kaçakçılığı endüstirisinde büyük paralar dönüyor. Kimi askerin, polisin ve kamu görevlisinin de göçmen kaçakçılarıyla işbirliği yaptıklarına ilişkin dava dosyaları var elimizde. Kimi kamu görevlilerinin ne kadar yozlaştığını da bu dosyalarda görüyoruz. Onlardan da kaçakçılık işine karışanlar ne yazık ki var” diyor. 

 

Kaçan, özellikle Pakistan ve Bangladeş’ten gelenlerin Türkiye’yi transit ülke olarak kullandıkları ve yüzde 99’unun Avrupa’ya ulaşmaya çalıştığı bilgisini de paylaşıyor.

 

İnsan kaçakçılarının kullandığı bir barınak imha edildi

 

Avukat Kaçan’a göre Türkiye’ye İran, Afganistan, Irak ve Suriye’den gelenler için sığınmacı prosedürü uygulanması durumunda da göçmen kaçakçılığı önlenebilecek. Kaçan, “Sığınma talepleri alınmaksızın, yakalanan düzensiz göçmenler hakkında sınır dışı kararı veriliyor. Türkiye’deki sığınma sistemi erişilebilir olmalı. Böyle olmadığı için birçok sığınmacının hayatını riske atarak Türkiye’ye geldiğini hükümet anlamalı” diyor. 

 

Geri kabul anlaşmalarına bağlılık 

 

Türkiye, düzensiz göçte uluslararası işbirliği sürecinin en etkili yöntemlerinden biri olarak “Geri kabul anlaşmaları”nı görüyor. Ülkelerin düzensiz göçe karşı tedbir almalarını zorunlu hale getiren bu anlaşmalar, düzensiz göçmenlerin insan haklarının korunmasına, ülkelerine ya da en son transit geçtikleri ülkeye gönderilmelerini sağlıyor. 

 

2001’den beri Türkiye ile Suriye, Yunanistan, Kırgızistan, Romanya, Ukrayna, Pakistan, Rusya, Nijerya, Bosna-Hersek, Yemen, Moldova, Belarus, Karadağ, Kosova, Norveç ve AB arasında geri kabul anlaşmaları imzaladı. AB ile geri kabul anlaşması 2014’te tarafların kendi vatandaşlarının geri kabulü ve transit geçiş hükümleri açısından yürürlüğe girdiyse de, anlaşmada yer alan üçüncü ülke vatandaşlarının geri kabulüne ilişkin hükümler henüz yürürlüğe girmedi. İçişleri ve Dışişleri bakanlığı yetkilileri Türkiye’nin geri kabul anlaşmalarına bağlılığını vurguluyor.

 

İran sınırında devriye gezen askeri araçlar

 

Türkiye, 18 Mart 2016 tarihinde de AB ile bir mutabakata vardı. Mutabakatın en önemli unsuru; Yunan adalarından alınacak her bir Suriyeli için Türkiye’de geçici koruma altındaki bir Suriyelinin AB ülkelerine yerleştirilmesi şeklinde özetlenen “1’e 1 formülü” oluşturuyor. 

 

Göçmen kaçakçılığının Türk Ceza Kanunu’nda suç sayıldığını belirten Türk yetkililer ise, kaçakçılara gerekli cezaların verildiğini savunuyor. 

 

Hilal Köylü

© Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/türkiyede-göçmen-kaçakçılığı-sektörü-neden-büyüyor/a-59796727

 

 

 

 

Yeni göçmen rotası: Belarus krizi Türkiye’ye sıçrar mı?

 

Polonya-Belarus sınırındaki göçmen krizinde Türkiye’nin de transit ülke olarak adı geçerken THY iddiaları yalanladı. Peki AB’nin yaptırım kartını çıkardığı bu krize Türkiye’nin de dahil olma ihtimali var mı? 

 

 

Avrupa'ya göçmen akınını teşvik etmekle suçlanan Belarus, Asya ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya yeni göç rotası oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilerin odağında. Göçmen geçişlerinin artması üzerine Polonya’nın Belarus sınırını kapatmasıyla derinleşen krizde,  Avrupa Birliği’nden (AB) Rusya ve Türkiye’ye  de eleştiriler yöneltiliyor. Rusya, Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko’yu göçmenleri AB’ye karşı kullanmak için yönlendirmekle suçlanırken,  Türkiye’nin de göçmenleri havayoluyla Belarus’a taşınmasını mümkün kıldığı  iddia edildi. Avrupalı yetkililer de göçmenlerin Belarus’a taşınması ve insan kaçakçılığında rol oynayan herkesin, transit ülkeler de dahil, yaptırım kapsamına alınacağı mesajı verdi. 

 

Ancak Türk Hava Yolları (THY) göçmenlerin havayoluyla Beluras’a taşındığı iddialarını yalanladı. Ankara'dan ise Belarus kaynaklı krizle ilgili resmi bir değerlendirme yapılmadı, ancak göçmen krizinde Türkiye’nin de rol oynadığı iddiaları ve yaptırımlarla tehdit edilmesi başkentte rahatsızlık yaratıyor. DW Türkçe’nin konuştuğu Türk Dışişleri yetkilileri, Türkiye’den Belarus’a hiçbir şekilde yasadışı göçmen taşımacılığı olmadığını, Türkiye’nin AB'yle yürüttüğü işbirliklerine bağlılığının AB makamlarınca bilindiğini söyledi. Türkiye’nin Avrupa’yla yaşadığı sorunların çözümünde “mültecileri kullanmayı düşünmediğini” belirten yetkililer, Lukaşenko’yla yaşanan problemin Türkiye’yle ilişkilendirilmesini ise “Türkiye-AB ilişkisini bilmemek” olarak nitelendirdi. 

 

Öte yandan Belarus-Polonya sınırında yaşananlar, Avrupa’da Şubat 2020’de Türkiye’nin Yunanistan’la sınır kapısı olan Pazarkule’de yaşananları hatırlatıyor. Türkiye’nin Yunanistan’la sınır kapılarını açmasının ardından binlerce göçmen Pazarkule’ye akın etmiş, bu da Türkiye ile AB arasında krize neden olmuştu.

 

“Göç politikaları yenilenmeli” 

 

Peki göçmenlerin yeni Belarus rotasının Türkiye ve AB arasında yeni bir krize yol açma potansiyeli var mı? Belarus-Polonya sınırında yaşananlar Türkiye’yi etkiler mi? 

 

Belçika’daki Liege Üniversitesi HUGO Göç Gözlemevi araştırmacılarından Doç. Başak Yavcan göç krizlerini ve politikalarını saha araştırmalarıyla sürdüren bir isim. Belarus’un sınırdan geçişleri kolaylaştırarak göçü araçsallaştırmasının, Türkiye’nin Pazarkule sınır kapısını açarak AB’yle düzensiz göçmenler üzerinden bir çeşit pazarlığa girmesini hatırlatmasını doğal karşılıyor. Ancak Yavcan’a göre Belarus ve Türkiye gibi ülkelerle AB arasındaki göç krizinin derinleşmesinin arkasında AB’nin göç politikalarında kendi sınırlarını korumaya çalışması yatıyor. 

 

Yavcan, “AB unutuyor ki; bu ülkeler AB ülkeleri değil. Demokrasi ve insan hakları konularında AB’yle zaman zaman zıt düşen ülkeler. AB buna bakmadan, onlarla masaya oturup geri kabul anlaşmaları yapıyor, onların sınır koruma kapasitesini geliştiriyor. Ve bu şekilde o ülkeleri aslında güçlendiriyor. Bu tarz bir göç korkusu AB'nin normatif gücünün sorgulanmasına yol açıyor. AB için ideal olanı; geri kabul ya da sınır koruma anlaşmaları yapmak için olası çatışma içinde olduğu liderlerle masaya oturmamaktır. Aksi durumda her seferinde kendi elini kolunu bağlayacaktır” analizini yapıyor. 

 

Türkiye’nin Şubat 2020’de yaşanan krizin ardından AB ile diyaloğunu bir şekilde genişlettiğini ve mevcut durumda mali işbirliği anlaşması içinde olduğunu söyleyen Yavcan’a göre hayatlarını kolaylaştıracak politikalar geliştirilmediği sürece göçmenlerin kendisine mutlaka bir sınır kapısı bulacağı gerçeğinin dikkate alınması gerekiyor. 

 

Polonya-Belarus sınırındaki krizin Ankara’da iyi yönetilmesinin önem taşıdığını da vurgulayan söyleyen Yavcan, bunun nedeni de şöyle anlatıyor: 

 

“Eğer AB, Belarus’a karşı çok sert çıkarsa bu, bir başka gün Türkiye’ye de çok sert çıkabileceği anlamına gelir. İşte bu yüzden Türkiye de bir gün Avrupa’ya karşı mülteci kartını oynayabilir. Avrupa bir yandan göçten korkuyor, bir yandan da çevresindeki ülkelerle anlaşmalar yapıyor. Dahası, göçün kaynağı ülkelerdeki sorunlara gözünü kapatıyor. Bu, sürdürülebilir bir politika değil. Bu politikanın revize edilmesi gerekiyor.” 

 

“Türkiye başka bir uzlaşı içinde” 

 

Türkiye, bugün Suriyelilerden sonra Afgan göçmenlerin de ilk adresi. Türkiye’de yaklaşık 4 milyon Suriyeli göçmenin bulunduğuna dikkat çeken Türk İçişleri Bakanlığı yetkilileri, Suriyelilere zorunlu bir geri dönüş politikası uygulanmayacağını söylüyor. Yetkililer, Türkiye’ye bu yıl içinde düzensiz göçle giriş yapan 29 bin 118 Afgan’la ilgili olarak da bu göçmenlerin uluslararası hukuk kurallarına uygun şekilde ülkelerine gönderileceğini, ancak önceliğin göçmenlerin güvenliğinin korunması olduğunu aktarıyor. 

 

Türk-Alman Üniversitesi’nden (TAU) göç uzmanı Prof. Dr. Murat Erdoğan da AB ile yeni mali işbirlikleri içine giren Ankara’nın Afgan göçmenleri şu an için bir baskı aracı kullanacağına ihtimal vermiyor. 

 

Erdoğan, Belarus’un mültecileri kullanarak “AB'ye şantaj yaptığını, AB’ye karşı bir oyun oynadığını” düşünüyor. Ancak göç krizi konusunda Belarus’la Türkiye’nin doğrudan karşılaştırılamayacağını ifade eden Erdoğan, Türkiye’nin bugün vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin yenilenmesi başta olmak üzere göç krizini AB’yle birlikte yönetmek gibi bir irade ortaya koyduğunu dile getiriyor. 

 

Erdoğan, “Cumhurbaşkanı Erdoğan da AB’ye baskı yapıyor, ama onun baskısı Türkiye’yle sadece göçmenler üzerinden ilişki kurulmaması için. AB’yi bu konuda uyarıyor. Bugün Türkiye, AB ile farklı bir uzlaşı içinde. Mali işbirlikleri genişletiliyor. Afganlar için yeni bir mali paket üzerinde çalışılıyor. Tabii ki Türkiye de göçmenlere AB’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanabilir, ama Türkiye’de böyle bir politikanın işaretleri yok” şeklinde konuşuyor. 

 

Türkiye’deki Suriyeli göçmenlere yardım konusunda AB’nin Ankara’ya 6 milyar euroluk bir yardım paketi desteği söz konusu. Bu yardımların 4 milyar 200  milyon eurosunun harcandığını belirten Türk Dışişleri, geriye kalan kısmın projelendirilmesiyle ilgili çalışmaların sürdüğünü aktardı. AB’nin Ankara'yla anlaşmasına göre yakında Türkiye’ye Suriyeli göçmenler için 3 milyar euroluk bir yardım daha yapılacak. Ankara ile AB, Afgan mültecilere yapılacak yardım paketi üzerinde de görüş alışverişini sürdürüyor.

 

“Türkiye göçmenleri koz olarak kullandı ama işe yaramadı” 

 

Türkiye’nin bir dönem AB Daimi Temsilciliği görevini de yapmış olan emekli büyükelçi Selim Yenel de Ankara’nın bugün hukukun üstünlüğünün sağlanması konusunda AB ile zorlu bir süreç yaşadığını, ilişkilerinin bozuk olduğunu ancak göçmenleri Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullanmayacağını öngörüyor. 

 

Yenel, “Türkiye göçmenleri koz olarak kullanmayı denedi. Kullandı ama hiçbir işe yaramadı. Pazarkule sınır kapısında Yunanistan göçmenleri geri itti. İnsanlık dışı görüntüler yaşandı. Yanlış bir politikaydı Türkiye’nin sergilediği. Şimdi Türkiye dersini aldı. Avrupa ile ilişkilerini bozmak istemez” diyor. 

 

Türkiye’ye pasaportlarıyla gelmiş her göçmenin biletini alıp istediği yere gitme hakkı olduğunu belirten İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır da Belarus’a Türkiye’den kaçak göçmenin gönderildiğine dair bilgiye sahip olmadıklarını söyledi. Çorabatır, “Düzensiz göçmenler uçağa bindirilip belli ülkelere yollansa bilinir bu. İddia olarak kalamaz. Böylesi iddialarla Türkiye-AB ilişkisi, göçmenlere dönük ortak çalışmalar baltalanmak da isteniyor olabilir" diye konuştu.

 

Hilal Köylü / Ankara

© Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/yeni-göçmen-rotası-belarus-krizi-türkiyeye-sıçrar-mı/a-59775986

 

 


 

Rusya’dan AB'ye: Türkiye gibi Belarus’a da yardım edin

 

Polonya Belarus’tan gelen sığınmacı dalgasından Putin’i sorumlu tutarken, Rusya’dan “Türkiye’ye yardım ediyorsunuz Belarus’a da edin” mesajı geldi. AB, menşe ve transit ülkelere yaptırımlar üzerinde çalışıyor. 

 


Belarus’dan Polonya sınırına yığılan sığınmacılar Avrupa Birliği’nde (AB) yeni bir krize neden olurken Polonya sığınmacı akınıyla ilgili olarak doğrudan Rusya’yı hedef aldı. 

 

Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, Polonya’ya yönelik sığınmacı akınının arkasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in olduğunu belirterek, “Lukaşenko’nun uygulamaya koyduğu bu saldırının fikir babası Moskova’dadır. Fikir babası, Devlet Başkanı Putin’dir” dedi. 

 

Polonya parlamentosunda konuşan Morawiecki, sığınmacıların “Polonya ve AB’deki durumu istikrarsızlaştırmak üzere kalkan olarak kullanıldığını” belirtti. 

 

AB, Mayıs ayında Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko’nun yeniden göreve seçildiğinin açıklandığı Belarus’taki seçimleri tanımamış ve Belarus’a yönelik sertleştirilmiş yaptırımları uygulamaya koymuştu. Lukaşenko ise bu adım üzerine, ülkesinden AB’ye sığınmacı geçişlerini artık engellemeyeceğini açıklamıştı.

 

Belarus sınırındaki Polonya asker ve polis güçleri takviye edildi.

 

Dahli bulunan herkese yaptırım tehdidi 

 

AB içinde Belarus’a ek yaptırımlar üzerinde çalışmalar sürerken menşe ve transit ülkeler üzerindeki baskı da artıyor. 

 

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, AB’nin Belarus’a karşı yeni yaptırımları devreye sokması çağrısını yineleyerek “Lukaşenko, hesaplarının tutmayacağını anlamalıdır. Avrupa Birliği’ne şantaj yapılamaz” dedi. 

 

Sığınmacıların Belarus’a taşınması ve insan kaçakçılığında rol oynayan herkesin yaptırım kapsamına alınacağı mesajı veren Maas, “Hiç kimse Lukaşenko’nun insan onurunu hiçe sayan eylemlerine dahil olup bunun cezasız kalacağını düşünmemelidir. Bu, menşe ve transit ülkelerin yanı sıra Belarus’a seyahati mümkün kılan havayolu şirketleri için de geçerli” dedi. 

 

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen dün yaptığı açıklamada, AB’nin sığınmacıların Belarus’a taşınmasında rol oynayan havayolu şirketlerine yaptırımlar üzerinde çalıştığını bildirmişti. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas da önümüzdeki günlerde menşe ve transit ülkelere giderek temaslarda bulunacak.

 

Dondurucu soğukta bekleyenler arasında çok sayıda kadın ve çocuk da bulunuyor.

 

Lukaşenko: Diz çökmeyeceğiz 

 

Belarus ise Brüksel’in suçlamalarını reddederek sığınmacıların sınırdan geçişine izin vermeyen Polonya’yı insan hakları ihlaliyle suçladı. Lukaşenko, resmi haber ajansı Belta’ya yaptığı açıklamada “Kavga istemiyoruz. Ben deli değilim. Bu olayın nerelere gidebileceğini çok iyi anlıyorum. Ama diz çökmeyeceğiz” dedi. 

 

Rusya: Belarus’a niye yardım edilmiyor? 

 

Belarus’a destek, Lukaşenko’nun en önemli müttefiki Rusya’dan geldi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, sığınmacıların Avrupa’ya akın etmesine “Batı'nın askeri maceraları”nın neden olduğunu belirterek “Sığınmacılar Türkiye’den AB’ye yöneldiğinde AB onları Türkiye topraklarında tutması için neden kaynak sağlıyor? Niye Belaruslulara aynı şekilde yardım edilemiyor?” sorusunu yöneltti. 

 

“Sığınmacıların büyük bölümü Iraklı Kürt” 

 

Kriz, dün binlerce sığınmacının Belarus’tan Polonya’ya geçme teşebbüsünde bulunmasıyla patlak vermiş, Polonya güvenlik güçleri geçişleri engellemişti. Sınırın Belarus tarafına kamp kuran ve çoğu Afganistan ve Irak’tan gelen binlerce sığınmacı, geceyi dondurucu soğukta geçirdi. Geçici çadırlardan oluşan kampta 3 bin ila 4 bin sığınmacının bulunduğu belirtiliyor. 

 

Belarus sınır güvenliği, sığınmacıların büyük bölümünün Iraklı Kürtlerden oluştuğunu bildirdi. Açıklamada sığınmacıların fiziksel ve ruhsal durumunun “son derece kötü” olduğu, su ve gıda sıkıntısı yaşandığı kaydedildi. Kampta çok sayıda hamile kadın ve çocuğun da bulunduğu belirtiliyor.

 

AFP,dpa / BK,ET

© Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/rusyadan-abye-türkiye-gibi-belarusa-da-yardım-edin/a-59773925

 

 

 

 

 

Ankara’dan Belarus-Polonya sınırındaki sığınmacı krizine dair açıklama

 

Dışişleri Bakanlığı'ndan sığınmacı krizine dair açıklama: “Türkiye’nin, Polonya, Litvanya ve Letonya’nın karşı karşıya bırakıldıkları sınamayı en iyi anlayan ülkelerden biri olarak müttefiklerine desteği tamdır.”

 

Türkiye Dışişleri Bakanlığı

 

Dışişleri Bakanlığı,  Belarus-Polonya sınırındaki sığınmacı kriziyle  ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklamada  “Son on yıldır dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin, Polonya, Litvanya ve Letonya’nın karşı karşıya bırakıldıkları bu sınamayı en iyi anlayan ülkelerden biri olarak müttefiklerine desteği tamdır” denildi. 

 

“Sorunun parçası değiliz” 

 

Ayrıca “Türkiye’nin, tarafı olmadığı bir konuda sorunun parçasıymış gibi gösterilmeye çalışılmasını reddediyoruz” denilen açıklamada “Bu konuda şeffaf şekilde bilgi paylaşılmasına rağmen, Türk Hava Yolları gibi küresel çapta saygınlığa sahip bir şirketimizin hedef alınmasını kasıtlı buluyoruz” ifadeleri kullanıldı. 

 

Dışişleri Bakanlığı açıklamasında “Üçüncü ülke vatandaşlarının Belarus toprakları üzerinden müttefikimiz Polonya, Litvanya ve Letonya’ya yasadışı geçişi konusunda gerekli önlemlerin alınmadığı ve sınır bölgelerinde zor durumda bırakıldıkları üzüntüyle görülmektedir. Yaşanan çok boyutlu sorun bu yıl 70. yılını kutladığımız Mültecilerin Hukuki Statüsü Hakkında Cenevre Sözleşmesi’nden kaynağını alan uluslararası koruma sisteminin aşınmasına sebep olabilecektir” ifadelerine yer verildi. 

 

“Sorunun itidalle çözülmesini ümit ediyoruz” 

 

“Türkiye yasadışı göç ve insan kaçakçılığına karşı mücadelede gerekli adımların atılmasının önemini her fırsatta vurgulamakta, uluslararası toplumu bu konuda sorumlu ve duyarlı olmaya davet etmektedir” diyen Dışişleri Bakanlığı “İlgili tarafların sorunu itidalle çözmesini ümit ediyor ve Türkiye olarak sorunun aşılmasında her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu vurguluyoruz” ifadelerini kullandı. 

 

Belarus-Polonya sınırında binlerce sığınmacı soğuk hava şartlarına rağmen AB’ye girebilmek için bekleyişlerini sürdürüyor. AB, Belarus Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko’yu göçmenleri bilinçli olarak sınıra yönlendirmekle suçluyor. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki Salı günü yaptığı açıklamada yaşananlardan Rusya’yı sorumlu tutmuştu.  Almanya Başbakanı Angela Merkel  dün sorunun çözümünde Belarus üzerinde etkide bulunması için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin  ile bir telefon görüşmesi yapmıştı. 

 

DW / EC, TY

©Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/ankaradan-belarus-polonya-sınırındaki-sığınmacı-krizine-dair-açıklama/a-59793093

 

 

 

 

 

Bilet satışı yasağı göç krizini ne kadar çözecek?

 

Türkiye’nin Belarus’a gitmek isteyen Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına bilet satışını durdurmasına göç uzmanları sığınmacı krizi için “geçici çözüm” diyor. Hukukçulara göre ise ortada bir “ayrımcılık suçu” var.

 

 

Belarus-Polonya sınırındaki göçmen krizinde göçmenlerin yasa dışı şekilde Belarus’a taşındığı iddialarıyla gündeme gelen Türkiye, bu iddiaları yalanlasa da, Belarus’a gitmek isteyen Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına  bilet satışını durdurdu.  Belarus’a gitmek isteyen Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarının uçaklara alınmayacağını duyuran Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, kararın ikinci bir emre kadar yürürlükte olacağını açıkladı. 

 

Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel, desteği ve iş birliği için Türk yetkililere teşekkür ederken, Türkiye’nin bu kararı Polonya Dışişleri Bakanı Zbigniew Rau ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun telefon görüşmesinden sonra aldığı belirtiliyor. 

 

Türk ve Polonyalı diplomatik kaynaklara göre görüşmede bir yandan sorunun bir tarafı olmamasına karşın Türkiye’nin sorunun bir parçası gibi gösterilmeye çalışılmasından ve Türk Hava Yolları’na (THY) dönük iddiaların ortaya atılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiren Çavuşoğlu, Rau’dan gelen “Düzensiz göçle mücadelede iş birliğinize ihtiyacımız var” mesajını olumlu karşıladı.  

 

Belarus havayolu şirketi Belavia’nın, THY ile işbirliği içinde 4 ila 7 uçuş düzenleyerek her uçuşta 180 göçmeni İstanbul’dan Minsk’e taşıdığı iddiaları ortaya atıldığında THY, hiçbir uçuşunda uluslararası otoritelerle iş birliğinin dışına çıkılmadığını duyurmuştu. 

 

Ancak AB’nin doğu sınırlarından girmeye çalışan göçmenlerin geldiği ülkeler Irak, Suriye, Afganistan, İran ve Türkiye olarak gösterilmiş, AB makamları Türkiye’nin kaçak göçmenlerle mücadelesini daha da güçlendirmesi gerektiğini vurgulamıştı. 

 

“Siyasi ve idari bir karar” 

 

Türkiye’nin Belarus’a gitmek isteyen Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına bilet satmama kararının, “siyasi ve idari bir karar” olduğunda hem Türk hem de Avrupalı diplomatlar hemfikir. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) AB Direktörü Nilgün Arısan, Türkiye’nin bu kararı “AB’yi kaybetmemek için aldığını” düşünüyor. Arısan DW Türkçe’ye, “Polonya, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini destekleyen bir ülke. Ortada seyahat özgürlüğüne aykırı, siyasi ve idari bir karar var ama Ankara belli ki Polonya’yı kaybetmemek için böyle bir karar aldı” diyor. 

 

Bir dönem Türkiye’nin AB Daimi Temsilciliği görevini de yapan emekli büyükelçi Selim Kuneralp ise ‘Ortada siyasi bir talep ve idari bir karar var. Türkiye, göçmenlerin yasa dışı bir şekilde Belarus’a taşındığı iddialarını yalanlamıştı ama demek ki Polonya tam tersini düşündüğü için Ankara’dan siyasi bir talepte bulunmuş. Ankara’nın da bu talebe olumlu yaklaşması doğrudur. Aksi durumda, bir AB sınırında büyüyen krizin nedeni Türkiye olurdu” yorumunu yapıyor. 

 

“Göçmenler yeni kapı bulur” 

 

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden göç uzmanı Prof. Ayhan Kaya ise Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına bilet satışı yapılmaması kararının düzensiz göçle mücadelede sadece “geçici bir çözüm” olduğunu düşünüyor. Kaya DW Türkçe’ye, “AB şu an bir tehdit altında. Polonya ve Almanya, düzensiz göçten çok rahatsızlar. Türkiye’nin de AB’ye karşı yükümlülükleri var. Düzensiz göçmenler konusunda daha sıkı tedbirlerin alınması da çok normal” diye konuşuyor. 

 

Ancak Kaya’ya göre hem AB’nin hem de Türkiye’nin unuttuğu bir gerçek var. Kaya, bu gerçeği, “Düzensiz göç unsurları, yani göçmenler, bir takım kapılar kapandığında göçmen kaçakçılığı yapanlara yöneliyor, kendilerine başka kapılar buluyor. Göçmen yaratan ülkelere destek gitmediğinde daha iyi bir hayat için yollara düşen göçmenler daha maliyetli ve daha zor yolculukları her zaman göze alabiliyorlar. Bu yüzden geçici çözümler yerine kalıcı çözümlere odaklanılması gerekiyor. Göçmen kaynağı ülkelere maddi destek götürülmeli” sözleriyle anlatıyor. 

 

“Özgürlüğün kısıtlanması sorunu ve ayrımcılık” 

 

Peki seyahat özgürlüğünün kısıtlanması, Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarına bilet satılmaması konusunda göçmen hukuku ne söylüyor? 

 

Van 100. Yıl Üniversitesi Nüfus ve Göç Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Orhan Deniz’e göre bilet satışıyla ilgili kararın mutlaka daha açıklayıcı bir şekle dönüştürülmesi gerekiyor. Deniz DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, “Türkiye’ye yasal yollardan gelmiş insanlara bilet satılmayacaksa özgürlüğün kısıtlanması anlamına gelen bir karar var ortada. Yok eğer kaçak yollardan geldikleri tespit edilmişse, onların engellenmesi doğrudur. Kararın kimlere, nasıl uygulanacağı açıklanmalıdır ki tüm göçmenler nasıl bir uygulamayla karşı karşıya olduklarını bilsin” ifadesini kullandı. 

 

Dış Politika Enstitüsü Başkanı Prof. Hüseyin Bağcı ise bilet satışıyla ilgili kararı, “Var olan uluslararası hukukun ihlali” olarak tanımlıyor. Bağcı bu ihlalin, ülkelerin kendileri için tehdit gördükleri bir durumda karar alma hakkına da sahip olmalarından kaynaklandığına dikkat çekiyor. 

 

“Dünyada var olan uluslararası hukuk sürecinin kaosa dönüştüğü bir süreç yaşıyoruz. Devletler, uluslararası hukuka uymama haklarını kullanmaya başladı. Polonya istedi ve Türkiye karar aldı. Durum bu, yapılacak bir şey yok” diyen Bağcı, “Göç krizinin öyle ya da böyle çözülmesi gerekiyordu. Ama esas olan, kalıcı çözüm için nasıl bir adım atılacağı sorusudur. AB de, tüm dünya da bunu düşünmelidir” eleştirisini getiriyor. 

 

Ceza hukukunun duayen isimlerinden Prof. İzzet Özgenç de, bilet satışıyla ilgili kararın nasıl ve neye dayanarak alındığı konusunda Avrupa ve Türk makamlarının kamuoyuna ayrıntılı açıklama yapması gerektiğini savunanlardan. 

 

Özgenç DW Türkçe’ye, “Bir mal ve hizmeti satarken hiç kimse –bilet satmıyorum- diyemez. Satmıyorum dediğiniz anda ayrımcılık suçu işlersiniz. Vize kısıtlaması olmayan, pasaportu olan herkesin seyahat özgürlüğü vardır. Siz bu insanlara bilet satmadığınız anda o insanlara karşı ceza hukuku bakımından sorumlu olursunuz. Ayrımcılık yapamazsınız” diyor. 

 

Prof. Özgenç’e göre vize kontrollerinin neden artırılmadığı, sorunun kökenine neden inilmediği soruları üzerinde durup, düşünülmesi gerekiyor. Özgenç diğer yandan “Göçmen krizini çözeceğim diye hak ihlallerinin önünü açmak evrensel hukuka sığmaz. Hiçbir vize sorunu yoksa ve pasaportu sağlamsa sizden bilet isteyen herkese bilet satmak durumundasınız. Kararın ayrıntıları kamuoyu ile paylaşılmalı” çağrısında bulunuyor.

 

Hilal Köylü / Ankara

© Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/bilet-satışı-yasağı-göç-krizini-ne-kadar-çözecek/a-59809291

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com