Sayfalar

Adalet ve özgürlük mücadelesi devrimcidir



Uzun zamandır süren bir mücadele var. 

Faytonlarda zulüm çeken atların sömürüden kurtulması için... 

Her yıl bu yüzden can veren yüzlerce at için... 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, seçimden önce, “Atlı faytonları kaldıracağız” diyerek ve bu konuda taahhütname imzalayarak hayvan hakları savunucularına söz verdi. 

Koca yaz geçti ama atlı ayton zulmü bitmedi. Bu arada çok sayıda at acı içinde can verdi. 

Geçen ay ulaşım çalıştayı yapıyoruz dediler fakat atlı faytonlara karşı yıllardır mücadele eden aktivistlerin görüşlerini dikkate almadılar. 

Verimli” dedikleri çalıştay, hayvan hakları savunucuları için hükümsüzdü. 

Sonunda geçen hafta İmamoğlu bir TV programında açıkladı: “Nostalji anlamında makul ölçüde faytonun kalacağı, büyük oranda faytonun olmayacağı biçimde hedefliyoruz.” 

Birden medyada “Adalar’da atlı faytonlar kaldırılıyor!” başlıklı haberler yer almaya başladı. Adı Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) olan dernek de sosyal medyada “İmamoğlu sözünü tuttu! Adalar’da atlı faytonlar kaldırılıyor!” şeklinde paylaşımlar yaptı. 

Hayvan özgürlüğü aktivistleri olarak uyardık; atlı faytonların kaldırılmadığını, “sayıları azaltılacak ama bir kısmı nostaljik olarak kalacak” dendiğini belirttik. Dinlemediler...  “Hangi atın zulüm görmeye devam edeceğini zar atarak mı belirleyeceksiniz” diye sordum; yanıt vermediler. 

Çelişkiler ve ‘Sömürü Nostaljisi’ 

Cuma günü Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül konuştu ve atlı faytonların kaldırılmayacağını teyit etti... 

Birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. 

1- Atlı faytonlarda, insan gibi bilinç sahibi duyarlı canlı olan atlar arabaya bağlanıp yük çektirilir. Bunun için sırtlarına kırbaç vurulur; yazın sıcakta, kışın soğukta asfalt zeminlerde, yokuşlarda koşturulurlar. 

Atlı fayton, hayvan köleliğinin simgesidir. Birisi için zulüm olan, bir başkası için nostalji olamaz. Sokaklarında atların dövüldüğü, can verdiği, sırtlarında kırbaç şaklatılan bir kent umut ve hayat dolu olamaz. 

2- Erdem Gül’ün şu beyanatı çelişkili: 

Daha önce bazı belediyelerde faytonlar vardı ama onların kaldırılması çok kolaydı çünkü onlar turistik araçlar olarak kullanılıyordu. Adalar’da faytonlar bir ulaşım aracı olarak kullanılıyor ve kaldırılması çok zor. Faytonları bir ulaşım aracı olmaktan çıkarıp sembolik turistik araç haline getireceğiz. 

Adalar’da atlı faytonlar dışında ulaşımın başka hiçbir yolu olmasaydı, ikinci cümle kendi içinde gerçeği yansıtabilirdi. Oysa elektrikli/güneş enerjili faytonlar ve başka seçenekler var. 

Atlı fayton ulaşım aracı olmaktan çıkarılabiliyorsa demek ki zorunlu değil. Öyleyse “sembolik ve nostaljik, turistik araç” şeklinde tutulmasının nedeni keyfiyetten başka nedir? 

Can daima öncelikli olmalı 

Atlı faytonlara karşı verilen mücadelenin bir adalet ve özgürlük mücadelesi olduğunu yıllardır anlatmaya çalışıyorum ve diyorum ki: 

Canı daima paranın önüne koymazsanız; yaşam hakkı söz konusu olduğunda insanla hayvan arasında ayırım yaparsanız; sömürü insana ya da hayvana, kime yapılırsa yapılsın karşı çıkmazsanız; adaleti ve özgürlüğü insan ve hayvan, herkes için talep etmezseniz; sizden daha güçsüz olanı ezerseniz; sizinle aynı dili konuşamayanın gözlerine yansıyan acısını görmezseniz, oy vermiyor nasılsa diye zulme devam ederseniz; elinizde yetki varken onu adalet ve özgürlük için kullanmazsanız sorun siz olursunuz... 

Bir de şu var... 

Mustafa Kemal Atatürk’ün padişahlığı, halifeliği ve şeriatı kaldırdığı bu topraklarda, 21. yüzyılda “atlı faytonların kaldırılmasıçok zor” derseniz ben inanmam. 

Bunun onunla ne ilgisi var demeyin... 
 
Adalet ve özgürlük mücadelesi daima 
devrimcidir. 

22 Eylül 2019






2020'de yeni bir resesyon ihtimali tahminleri ne kadar gerçekçi?

Ergin Yıldızoğlu 
İktisatçı


Gittikçe artan sayıda ekonomist ve yorumcu dünya ekonomisinin bir viraja geldiğini, 2020 yılının bir kırılma noktası olabileceğini düşünüyor. Bu beklentilerin arkasında biri seküler, diğeri en azından şimdilik ideolojik iki gelişme var.

Birincisi; 2007 mali krizi ve “büyük resesyon” dünya ekonomisini ve siyasi dengeleri, hatta kültürel ortamı şiddetle sarsmıştı.

Bu sarsıntıların yankıları, krizin anıları, “büyük resesyonu” izleyen, düşük oktanlı da olsa, uzun büyüme döneminde giderek sönmüştü. 

Bu dönemin artık sonuna geliniyor, ufukta yeni bir resesyon, buna bağlı bir finansal krizin olasılığı beliriyor. ABD ve Çin arasındaki “ticaret savaşı”, Brexit, Hong Kong krizleri bu olasılığı daha da güçlendiriyor. 

İkincisi, öncelikle ABD olmak üzere küresel çok uluslu şirketlerin yönetimlerinin zirvelerinde, Financial Times’tan Janan Ganesh’in deyimiyle ‘Bilderberg sınıflarında’, adeta telaşlı bir “sürdürülebilir kapitalizm” arayışı var. 

“Büyük resesyon” yerini düşük de olsa büyümeye bırakırken, genel bir rahatlama havası içinde kimi yorumcular, “sağ popülist” akımlardaki yükselişe bakarak, “liberal düzenin bir finansal krizlik canı kaldı” diyerek uyarıda bulunuyordu.

İş çevrelerinin dergisi Fortune’un CEO'su Alan Murray yakın zamandaki bir yorumunda bu ‘Bilderberg sınıfları’ için “resesyonda patlak verebilecek devrimlere, kitlelerin baltalarını bileyip, hesap sormaya kalkmasına” ilişkin bir korkudan söz ediyordu. 

New York Times'ta Farhaad Manjoo'nun yorumunun başlığı da “Genel Müdürler (CEO) resesyondan korkmalı; devrim getirebilir” diyordu. 

Belli ki önümüzde çok kritik bir iki yıl var. 

Resesyon beklentisi artıyor

2019’a, bu yıl, olmazsa gelecek yıl patlak verecek bir küresel resesyon, hatta finansal kriz beklentisi tartışmalarıyla girmiştik. 

World Financial Review 1 Aralık 2018’de yayımlanan bir derlemede özetlemişti; J.P Morgan analistlerine göre, “2020'de, özellikle otomatik borsa işlemleri sisteminden kaynaklanan bir finansal kriz yaşanacaktı”. Forbes dergisi, “2020'nin küresel bir finansal krizin bulaşmasıyla, ABD'nin tarihindeki en kötü yıl olabileceğini” düşünüyordu. 

Moody’s Analitics’in baş ekonomisti Frank Zandi, “2020 yılının gerçek bir kırılma noktası” olacağına inanıyordu. 

Kanada Merkez Bankası eski başkan yardımcısı William White’a göre “gelecek resesyonun maliyeti çok daha yüksek olabilirdi”. 

Roubini’ye göre de “2020 yılında ekonomik koordinatlar bir küresel resesyon için olgunlaşmış” olacaktı. 

Bu beklentilerin arkasında yalnızca 10 yıldır yaşanan düşük büyüme döneminin sonuna gelinmiş olmasına ilişkin kaygılar yoktu. Bu 10 yılda, küresel borç hacminin 140 trilyon dolardan 250 trilyon dolara, dünya toplam hasılasının 4 katına, yükselen piyasalarda da finans dışı özel sektör borcunun, bu ülkelerin toplam hasılalarının yüzde 105’ine ulaşmış olması, gelecek yıl bir kırılma olasılığını artırıyordu. 

Yılbaşından sonra yatışmaya başlayan bu tartışmalar Ağustos ayında, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının sertleşmesi, ABD’de ve kimi Avrupa ülkelerinde bono faizlerinin uzun dönemli verimliliklerinin negatif alana geçmesi, ABD’de Dow Jones sanayi indeksinin 15 Ağustos’ta, bir günde 800 puan sert bir düşüşle sarsılmasıyla yeniden canlandı. 

Ağustos ortasında ABD’de 10 yıllık hazine bonolarının verimliliği (yield) 2007 yılından bu yana ilk kez 2 yıllık bonoların verimliliğinin altına indi - verimlilik eğrisi tersine döndü. 

Standard&Poors 15 Ağustos’ta yayımladığı raporda gelecek 12 ay içinde ABD’de bir resesyon olasılığını % 35 olarak öngörüyordu.

J.P. Morgan’a göre bu olasılık yüzde 40. 

140 milyar dolarlık fonu yöneten DoubleLine yatırım bankasını genel müdürü Jeffrey Gundalch bu olasılığı yüzde 75 düzeyinde tahmin ediyor.

ABD’de son imalat sanayii verileri sektörel bir daralmaya işaret ediyor. 

Zayıf istihdam verileri ve Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz indirme hazırlığı resesyon olasılığının ciddiye alındığını gösteriyor.

Almanya resesyona girdi. Avrupa Birliği (AB) çapında büyüme hızının 2019’da yüzde 1.8’den 2020’de yüzde 1.2’ye gerilemesi bekleniyor. 

ABD ve AB’de en büyük 12 yatırım bankasının gelirlerinin bu yılın ilk 6 ayında önceki yılın ilk 6 ayına göre, son 13 yılda ilk kez yüzde 11 gerilemesi resesyon ve finansal kriz olasılıklarının güçlenmekte olduğunu gösteriyor.

Gerçekten de Schoereder yatırım bankasının baş ekonomisti ve stratejisti Keith Wade’in küresel ekonomi büyüme hızını bu yıl için yüzde 2.6, gelecek yıl için yüzde 2.4 olarak hesaplaması, küresel ekonomide resesyon sınırı olan yüzde 2.5 büyüme hızının gelecek 12 ay içinde geçilebileceğini düşündürüyor. 

Bu resme ticaret savaşlarını, Brexit ile gelecek sarsıntıları ve diğer jeopolitik kaza olasılıklarını ekledik mi bir küresel finansal kriz riskinin giderek arttığını söyleyebiliriz.

Zirvede Korku

“Büyük Resesyondan”, meydan işgal olaylarından sonra dünyanın “yüzde 1” olarak da anılan en zengin kesimlerinde, Janan Ganesh’in deyimiyle “Bilderberg sınıflarında”, küreselleşme sürecinin tersine dönmeye, milliyetçiliğin yükselmeye başlamasıyla birlikte bir gelecek kaygısı oluşmaya başlamıştı.

Bu kaygının en ilginç dışavurumlarından biri, yine bu kesimden Nick Hanauer’in 2014’te Politico dergisinde yayımlanan “Yabalar (harman küreği) geliyor… Biz plütokratlar (para babaları) için” başlıklı yazısıydı. 

Hanouer, “My Fellow Zillionaires” (benim multi-milyarder yol arkadaşlarım) diye başladığı yazısında, “ben de sizden biriyim” dedikten sonra özetle, halk çok kızgın, kapitalizmi yaşam koşullarını iyileştirecek biçimde yeniden biçimlendiremezsek, “yakında ellerinde yabalarla kapımıza dayanacaklar” diyordu. 

O günlerde kimi araştırmacı yazarlar, bu “zilyonerlerin” dünyanın ücra köşelerinde, Yeni Zelanda’da korunaklı barınaklar inşa etmekte, ıssız adalar satın almakta olduklarını aktarıyorlardı. 

Son yıllarda, bu korku yatışmış, ilgi gerilemişti. Bu yıl Nisan ayında Aspen Institute Economy Strategy Group’un, iş çevrelerinde liderlik konumunda olan 60 kişinin, ekonomistlerin ve siyasi liderlerin katılımıyla düzenlediği konferans ardından yayımlanan “Expanding Economic Opportunity for More Americans Bipartisan Policies to Increase Work, Wages, and Skills” ( Daha fazla Amerikalı için fırsatları, istihdamı, ücretleri ve vasıfları arttıracak bipartizan politikalar) başlıklı rapor, hedge fonu yöneticisi milyarder Ray Dalio’un toplantıdan birkaç gün önce yayımlanan, “Why and how capitalism needs to be reformed” (Kapitalizmi neden ve nasıl yeniden şekillendirmek gerekiyor?) başlıklı denemesi bu korkunun ve ilginin yeniden canlandığını gösteriyordu. 

Dalio denemesine, sağ ve sol popülizmin 1930’ları anımsatan biçimde yükselmeye başladığını, kapitalizm için seçeneğin giderek “evrim geçirmek ya da ölmek” arasında şekillendiğini savunuyordu. Dalio’ya göre daha “sürdürülebilir” bir kapitalizm gerekliydi. 

Ancak, tartışmaları esas olarak, ABD’de Business Rountable (iş çevreleri yuvarlak masası) olarak bilinen Amazon, Apple, BlackRock, Bank of America, Walmart gibi 200 dev şirketi temsil eden örgütün yayınladığı yaklaşık 300 sözcüklü “Statement on the Purpose of a Corporation”  başlıklı belge alevlendirdi. 

Bu manifesto türü belge aslına çok soyuttu, pratik bir önerisi yoktu ama şirketlerin yalnızca hissedarların çıkarına öncelik vermesinin doğru olmadığını, toplumun sorunlarını da göz önüne alması gerektiği gibi çok genel bir önerisi vardı. “Manifestoda” kâr amacının ikinci plana ya da en azından toplum çıkarıyla aynı düzeye konması ortalığı karıştırdı, kapsamlı bir tartışma alanı yarattı. 

Bu manifestonun esas ilginç yanı, 1970’lerin ortasında New York eyaleti mali krizinde Amerikan kapitalizmini savunmak için kampanya açan, finans kesiminin çıkarlarına öncelik veren, toplumu kâr dürtüsüne göre ve serbest piyasa eliyle yeniden örgütlemeyi öngören neoliberal politikaların formüle edilmesinde belirleyici rolü oynayan iş çevrelerinin refleksini örgütleyen bir örgütün elinden çıkmış olmasıydı. 

Gerçekten de kapitalizm bir dönemeçte, bir paradigma değişikliğinin eşiğinde olabilir ve 2020-21 yıllarında ekonomik olduğu kadar bir ideolojik kırılma da gündeme gelebilir. 

Kırılmanın hangi yönde olacağını ise kestirmek kolay değil. 

14 Eylül 2019 






İHALE İLANI VERİLDİ

Türkiye Cumhuriyeti / Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı,
İLLER BANKASI ANONİM ŞİRKETİ MÜLKİYETİNDEKİ 
 24 ADET GAYRİMENKULÜN SATIŞI  İÇİN 
İHALE İLANI VERDİ




2] Satışa Sunulan Gayrimenkuller 

3] Ankara, İstanbul, Gaziantep ve Elazığ’da 24 adet taşınmaz Açık Artırma ile Satışta  

Ayrıntılı bilgi için, görsellerin altındaki yazılara tıklayın!.. 




Sivas’ta tabela krizi



Bugün Sivas’ta 4 Eylül Sivas Kongresi’nin 100’üncü yılı kutlama etkinlikleri yapılırken, AKP’li Sivas Belediyesi geçen hafta kentin girişinde asılı “Cumhuriyet’in şehri Sivas’a hoş geldiniz” tabelasını kaldırdı. 

“Sivas’ı sultan şehir yapma hevesleri var” diyen Cumhuriyet Kadınları Derneği Sivas Şube Başkanı Nurten Yanalak AKP’li belediyeye dilekçe ile tabelaların kaldırılma nedenini sordu. Belediye, tabelanın sabitlendiği platformun deforme olduğu ve araçların ve yayaların üzerine düşebilir endişesi ile tabelanın kaldırıldığı yanıtını verdi. Tabelanın tekrar asılması talepleri AKP’li belediye tarafından yanıtsız kaldı. Bunun üzerine Cumhuriyet Kadınları Derneği Sivas Şubesi öncülüğünde Sivaslı kadınlar Sivas’a Kayseri yönünden girişte kaldırılan tabelanın önünde eylem yaptı. Ellerinde “Cumhuriyet şehri Sivas’a hoş geldiniz” yazılı dövizler taşıyan kadınlar derhal tabelanın yerine asılmasını istediler. 

Tabelanın yerine asılmamasına tepki gösteren Yanalak, “Cumhuriyetin temelinin atıldığı Sivas Kongremizin 100. yılını kutlayacağız. Sivas’ın girişinde yazılı “Cumhuriyet’in şehri Sivas’a hoş geldiniz” tabelasının belediye tarafından kaldırıldığını gördük. Dilekçe ile belediyeye sorduk ve güvenlik nedeniyle kaldırıldığı yanıtını aldık. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı Sivas’ta bu tabela kimi niçin rahatsız etmiştir?” dedi. 

4 Eylül 2019 






Mustafa Kemal ve General Harbord



Sivas Kongresi’ni iyi analiz etmek için o günlerde Sivas’a gelen General Harbord üzerinde de durmak gerekir.

Milli Mücadele döneminin TBMM öncesinde Erzurum ve Sivas kongreleri gibi iki temel taşı vardır. Erzurum Kongresi bitince (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) Mustafa Kemal 22 gün daha orada kalarak Sivas Kongresi için yapılan hazırlıkları takip etti. Erzurum kongresi bölgesel nitelikli ama Sivas milli bir kongre olacaktı. Ancak kongre öncesi Sivas’ta tedirginlik had safhadaydı. Dahiliye Nazırı Adil Bey, Sivas Valisi Reşid Paşa’ya gönderdiği şifrede, "Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in Milli Kongre namıyla yapacakları toplantının önlenmesini istemişti. Sivas’ta bulunan Fransız kontrol subayları da Reşid Paşa’yı tehdit etmişlerdi. Reşid Paşa önce ağır sonuçlar doğuracak bu kongreden vazgeçilmesini Mustafa Kemal’den istedi. Ancak O bundan vazgeçilmeyeceğini, valinin de böylesi blöflerden korkmaması gerektiğini bildirdi.

Şerefli Vali

Vali Reşid Paşa, hükümet ile Mustafa Kemal arasında sıkışıp kalmıştı. Dahiliye Nezaretine gönderdiği 20 Ağustos 1919 tarihli şifrede diplomatik bir üslupla hükümete kafa tutmuş, bu işin kendine bırakılırsa kimseye zarar vermeden idare edeceğini, aksi takdirde başka yere naklinin yapılmasını istemiştir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından 23 gün sonra göreve başlayan Reşid Paşa’nın Sivas Valiliği şerefle anılacak bir sayfadır. Amasya Tamimi ve Kuvayı Milliye meşalesi onun göreve başladığı günlerde yakılmıştır. İttihatçı mazisine rağmen liyakatsiz siyasetçilere boyun eğmeyen, eli eteği temiz kalmış valilerden biriydi.

4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen 38 delegeden oluşuyordu. Yerel kongre olan Erzurum’a 56 delege katılmışken, Sivas milli kongresine 38 delegenin katılması bir başarısızlık sayılabilirdi. Bunun nedenleri bir yana bırakılırsa, sonuç olarak Sivas Kongresi Müdafaayı Hukuk düşüncesi ve Milli Mücadele açısından büyük bir başarıya imza atacaktır. 

Sivas’taki muhalif grup Sivas Kongresi açılmadan muhalif bir grup Emir Paşa’nın (Marşan) evinde toplanıp Mustafa Kemal’i kongre başkanı seçtirmeme kararı almışlardı. Toplantıya katılanlar: Rauf Bey, Bekir Sami (Kunduk), İbrahim Süreyya (Yiğit), Hakkı Behiç (Bayiç), Ömer Mümtaz (Tanybi), İsmail Hami (Danişmend), İsmail Fazıl Paşa (Cebesoy), Kara Vasıf, Hüsrev Sami (Kızıldoğan) ve Emir Paşa...

Mustafa Kemal tarafından açılan ve yedi gün süren Sivas Kongresi ülkenin bağımsızlığı uğruna ilk direniş noktası olacaktı. Mustafa Kemal açış konuşmasını bitirince İstanbul delegesi İsmail Fazıl Paşa, kongre başkanının münavebeli olmasını isteyen bir teklif verdi. Bu teklif Mustafa Kemal’in başkanlığını önleme amacı taşıyordu.

İsmail Fazıl Paşa, delegelerin hürmet ettiği biri, üstelik 20 Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’nın babasıydı. İlginç yanı, teklif, Mustafa Kemal’in desteğe en çok muhtaç olduğu zamanda ve hiç ummadığı birinden geliyordu. Ancak Mustafa Kemal, üç kişi hariç herkesin oyunu olarak başkan seçildi.

Gazeteci görünümlü istihbaratçı

İstanbul delegesi İsmail Fazıl Paşa Memleket gazetesi sahibi İsmail Hami (Danişmend) ile Ankara’ya geldi. Amerikalı gazeteci Louis Edgar Browne da Kara Vasıf’la birlikte gelmişlerdi. Gazeteci kılıklı bu istihbarat subayı Wilson Cemiyetinden Chicago Daily News’in muhabiri idi. Ankara’da Ali Fuat Paşa’nın misafiri olmuştu. 

Kritik tavır 

Sivas Kongresi’nin İttihatçı oyunu olduğu propaganda ediliyordu. Milli Hareket ise dört yıllık savaşın suçunu yüklenerek dışarı kaçan İttihatçıların şaibesini üzerine alamazdı. İttihatçılığın çağdaş ideolojisinden değil, “habis ruhundan” şikâyetçilerdi. Bu şaibeyi geçersiz kılmak için kongrede İttihatçı olmadıklarına dair yemin edilmiştir. Ancak nasıl İttihatçı görünerek mücadele yürütülemezse, saltanat ve hilafete karşı çıkarak da yol alınamazdı.

Kongre günlerinde en önemli sorun parçalanmak istenen ülkenin geleceğiydi. Elimizde, sadece Anadolu ve Trakya kaldığı halde, Paris Barış Konferansı’nda buralar da elimizden çıkıyor, Ermenistan, Kürdistan, Pontus planları yapılıyordu. Ordumuz dağıtılmıştı. Mütareke aydını ve en anlı şanlı paşalar bile bağımsızlık mücadelesini göze alamıyor, ufak bir direnişte yok olacağımızı düşünüyordu. 

Mandacılar

Baş İngiliz mandacısı Vahdeddin ve çevresiydi. Ali Kemal “Çıldırmış bunlar, kudurmuş bunlar, koskoca Britanya’ya karşı gelinir mi?” diye yaygara koparıyordu. İngiliz emperyalizmi karşısındaki ulusçular ise kurtuluş çaresi olarak Amerikan mandasını ehven görüyordu. İstanbul’da her türlü siyasi, dini, etnik unsurlar hesaplaşma hazırlığındaydı. Kimi işbirlikçi, kimi ayrılıkçı, kimi saltanatçı, kimi Türkçü, kimi Millici... Gerçek olan şu ki, tam bağımsızlık sadece ve sadece Mustafa Kemal’in milli duruşundaydı. 

Bu noktada şunu belirtelim ki, Sivas Kongresi’nde görüşülen ve tartışılan en hassas konulardan biri Amerika mandaterliği olmuştur. Konuyu ilk defa İstanbul Murahhası İsmail Fazıl Paşa gündeme getirmiş, “devletin izmihlaline seyirci kalan hükümet” karşısında Lloyd George’un konuşmasına dikkat çekmiştir:

“... Büyük lokma sayılan Anadolu’nun tamamen işgali planlandığına göre; şimdiki hükümetin ıskat edilmesi, Meclis-i Mebusan’ın toplanıp ecnebi bir devletin ve bittercih Amerika’nın müzaheretini temin etmek üzere vakit geçirmeden bir karar alınması...” 

“Tam bağımsızlık mı? Manda mı?” 

Bekir Sami Bey, bir an evvel teklifin kabulünü istiyor, İsmail Fazıl Paşa da, “Mesele basitleşmiştir. Tam bağımsızlık mı, yoksa manda mı, kabul edeceğimiz pek ruhlu mesele budur ” diyordu.

Kongreye hazırlıklı gelen mandacılar ağır basıyordu. Mustafa Kemal Paşa, konunun Teklif Encümeni’ne gönderilerek orada müzakeresini önerdi. Mandacılara tek itiraz Raif Hoca’dan gelmişti: “Aceleye gerek yoktur, önce istiklaliyet ile manda arasında ne fark vardır? Onu öğrenelim. İstiklalimiz kaybolacaksa mandayı kabul edemeyiz” diye çıkışıyordu. Doğu delegelerinin derdi Ermenistan, batıdan gelenlerinki Yunanistan idi. Tartışmalar kızışınca “ihanet” sözleri telaffuz edilmeye başlandı. 

İsmail Fazıl Paşa tekrar söz aldı: “... Biz mandayı kabul ediyoruz da, istiklal istemiyoruz demedik. Eğer maksadımız bu ise, kendimizi vatan haini telakki ederim! Manda siyaseten olmaktan ziyade iktisaden memleketin kalkınması için muavenet demektir. Yanlış anlamalara sebep olduğu muhtıramızı çekiyoruz, hiç verilmemiş saydık...” 

Refet Paşa’nın “manda imanı” 

Mandacıların ağır toplarından Refet Paşa çok netti: “... Amerikan mandasından maksat, İngiliz mandasından kurtulmak ve milletlerin vicdanlarına riayetkar Amerika’yı kabul etmektir. (...) Biz bir istiklal-i tam isteriz! Fakat kendi başımıza yapabilecek miyiz? Bizi kendi başımıza bırakacaklar mı? (...) İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir muharebe çıksa, düşmanımız Yunanistan’a vapurla asker getirebilir, acaba biz Erzurum’dan nasıl nakliyat yapabileceğiz? Biz İngiltere’nin elinde oyuncak olmamak için Amerikan mandasına muhtacız...”

Refet Paşa'nın konuşması çok olumsuz etki yaratınca, kürsüdeki Mustafa Kemal oturuma on dakika ara verdi. Ancak Refet Paşa sonraki celsede heyecanını hiç kaybetmemişti. Son cümlesi bile mandaya iman etmiş gibiydi: “... Eğer bu maruzatımla müzakerat-ı atiye için bir mukaddeme yapabildimse müteşekkirim...” 

Ehven-i Şerciler 

Manda yanlıları Vahdeddin yanlılarının İngiliz teslimiyeti karşısına Amerikan mandasını ehveni şer görüyordu. Amerika bize uzak İngilizler kadar sömürgeci değildi. Manda lobisinin en faal üyesi Wilson Cemiyeti üyesi Halide Edip, Mustafa Kemal’e sayfalar dolusu mektuplar göndermişti. Gazeteci Louis Edgar Browne kongreyi izlemek için gönderen de oydu. 

Ağır toplar kendine söz bırakmadığı için Rauf Bey hep dinlemede kalmıştı, kısa konuşmasında Mr. Browne’un düşüncesini kongreye açmakla yetinmiştir: “Kati karar vermeden evvel Amerika’dan bir heyet davet edelim, gelip hakikati görmelerini rica etmeliyiz...” 

Mustafa Kemal’in stratejisi 

Oturumları yöneten Mustafa Kemal, Rauf Bey’in bu teklifini oylamak zorunda kaldı ve teklif kabul edildi. Rauf Bey, hem mandayı savunmuş hem gerginliği tatlıya bağlamıştı. İlginç nokta mandacılığa kesin karşı olan Mustafa Kemal oturumlarda neden açık bir duruş sergilememiştir? Mustafa Kemal istemediği halde, mandayı açıkça reddeden bir karar neden çıkarılamadı? Anlıyoruz ki Mustafa Kemal, mandayı savunan ağır topları incitmeden, kongrenin selameti için onları sağduyuya davet etmiş, Amerika’dan bir heyet isteme kararıyla, taktik olarak “olmayacak duaya amin” denilmiştir. 

Kongre sonunda bir beyanname yayınlanmış, 16 kişilik de bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir: Seçilen bu Heyet-i Temsiliye, 12 Eylül 1919’dan TBMM’nin açılışına kadar kongrenin kararlarını yerine getiren icra ve yönetim organı olarak çalışmıştır. Aldığı kararlara bakılırsa yarı hükümet, yarı icra organı gibi çalışarak adım adım Anadolu’ya egemen olmuştur. 

Sivas kongresini iyi analiz etmek için o günlerde Sivas'a gelen General Harbord üzerinde de durmak gerekir. Kongrenin açıldığı günlerde General James G. Harbord da görevli olarak Anadolu gezisine çıkmıştı. Paris Barış Konferansı’nda Ermeni Delegasyonu Başkanı Bogos Nubar Paşa ile görüştükten sonra İstanbul’a gelmişti. Asıl görevi Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulup kurulmayacağını, Amerika’nın karşılaşacağı siyasi, askeri ve ekonomik sorunları araştırmaktı.

Haydarpaşa’dan trenle hareket eden Harbord, Anadolu yaylasının ortasından geçerken, köylüler tırpanla ekin biçiyor, harmanlarda döven dönüyor, ama tek bir makinalı alet kullanılmıyordu. Yedi otomobil ve otuz kişilik konvoyuyla 13 Eylül 1919’de Mardin’e geldi. Malatya-Sivas üzerinden Ermenistan ve Batum’a geçecekti. 

General hayretler içinde 

General Harbord 20 Eylül 1919’da Sivas’a geldi. Kongre kapanmış Beyanname yayınlanmıştı. Kongrenin amacı ve liderlerini tanımak için, Heyet-i Temsiliye’yi ziyaret etti. 2,5 saatlik bir görüşmede tercüman olarak yanında Türkçe bilen Ermeniler ve Robert Kolej müdürü Hüseyin Pektaş vardı. Mustafa Kemal’in yanına mağrur giren Amerikalı General’in hayretler içinde kalacağı tahmin edilemezdi.

Sivas’ta iyi İngilizce konuşan, Amerika görmüş iki kişiyle karşılaştı. Birisi ne kan itibariyle Türk ne din itibariyle Müslüman, fakat vatanseverliği dillere destan bir Osmanlı vatandaşı oradaydı. Polonya kökenli bu vatandaş, Amerika’da maslahatgüzar ve büyükelçilik yapan Alfred Rüstem Bey idi (1862–1935). Diğeri de şu bizim Bahriyeli Rauf Bey centilmenimizdi... 

“İmkânsızı oynayan hayalperest General”

Yapılan görüşmede, daha çok Mustafa Kemal Paşa konuşmuş, General Harbord dinlemişti. Amerikan Kongresine sunduğu raporu, Anadolu’da bir Ermeni devleti kurulamayacağı realitesini ortaya koyan tarihi bir belgedir. Raporunda ilginç cümleler bulunur: “Sarı saçları mavi gözleri nedeniyle Çerkez subayına” benzettiği Mustafa Kemal’i “imkânsıza oynayan hayalperest bir general” olarak tanımlar. Karşısında koskoca Britanya İmparatorluğuna kafa tutan maceracı bir general duruyordu. Hem etkileyici konuşuyor, hem duygularını açık ve net ifade ediyordu. Mustafa Kemal’in mandadan anladığı, en fazla “bir ağabeyin kardeşine öğüdü veya yardımı gibi bir şey” olmalıydı. General Harbord, bu genç Sarışın Paşa’nın Milli Mücadele ve ihtilal yolculuğunu maceraya benzetir. Konuşması arasında Mustafa Kemal’e şunu sormuştur:

– Ya başarıya ulaşamazsanız, sonu ne olacak? 

“Bir kuş gibi çırpınmaktansa…” 

Mustafa Kemal’in bu soruya cevabı, tarihin kucağına doğup onun memelerini emerek büyümüş doğu ikliminden şaşırtıcı bir karakterdi. Amerikan kurtuluş savaşında bile böyle bir örneği duymamıştı: 

“... Bir millet varlığını ve istiklalini korumak için düşünülebilen teşebbüs ve fedakârlığı yaptıktan sonra, muvaffak olamazsanız demek, o milleti ölmüş saymaktır. Millet yaşadıkça, fedakârlığa katlandıkça muvaffakiyetsizlik söz konusu olamaz... İngilizlerin avucunda bir kuş gibi çırpınmaktansa, şerefimizle çarpışarak ölürüz...” 

Mustafa Kemal’in bu sözleri generale eğer doğru çevrilmişse, Harbord’u büyüleyecek böylesi romantik cümleler bulunamazdı. Harbord Kongreye sunduğu raporunda, sadece Sarışın Paşa’ya değil, iyi İngilizcesi nedeniyle bizim İngiliz Koloneli Rauf Bey’e de sicil düşmüştür. Rauf Bey, Amerika seyahatinde Başkan Ruzwelt ile tanışma sahnesini anlatarak görüşmeyi renklendirmiş olmalı. Harbord, Başkan Ruzwelt ile tanışan bir bahriyeli ile Anadolu yaylasında karşılaşacağını tahmin etmemiştir. 

Mustafa Kemal’den muhtıra 

Mustafa Kemal – Harbord görüşmesi Heyet-i Temsiliye’nin 22 Eylül 1919 tarihli oturumunda da konuşulmuş, Karar Defterine aynen şu cümleler yazılmıştır:

“... Amerikan hükümeti tarafından Memalik-i Osmaniye ve Kafkasya’da tedkikat yapmak üzere gönderilen Ceneral Harbord heyeti Sivas’a vasıl olmakla, harekat-ı milliyenin maksat ve meşru gayesi, teşkilat ve vahdet-i milliyenin sebeb-i zuhuru, anasır-ı gayrı müslimeye karşı olan hissiyat, İngiliz propagandası ve icraat-ı hainanesi mufassalan ve müdellelen anlatıldı ve görüşülen şeylerin muhtıra halinde yazılarak avdetlerinde almak üzere Samsun’a gönderilmesi karargir oldu.”

24 Eylül 1919 tarihli ve Mustafa Kemal imzalı bu muhtıra, Kafkasya dönüşü Harbord’a verilmek üzere Samsun’a gönderilmiştir. Muhtırada, Milli Hareketin amaç ve gayeleri anlatıldıktan sonra, Osmanlı devletini parçalamak isteyen haksız işgalin kaldırılması ve yapılacak barışın bu topraklar üzerinde yaşayan halkın iradesine saygı gösterilerek kurulacağı ifade edilir. 

Hüküm cümlesi: Sivas Kongresi Sevr Antlaşması’nda parçalanması düşünülen Anadolu’nun birlik ve bütünlüğünü ve TBMM’nin açılmasını sağlamakla, Türk Milli Mücadelesinin temel taşı olmuştur. 

4 Eylül 2019