Sayfalar

EZAN MESELESİ

Prof. Dr. Niyazı Kahveci


EZAN MESELESİ 

Felsefi ve Bilimsel Analiz

“Lafa gelince, insanların söylediklerini dinleyin; onlara göre kendi dinsel inançları kadar kesin bir şey yoktur. Onların hayatlarını inceleyin; bu kişilerin en küçük bir inanç beslediklerini göremezsiniz bile!”  D. Hume

Ezan hakkında teolojik ve bilimsel teknik bilgi vereceğiz ve biraz da felsefe yapacağız.

İSLAM’DA EZAN 

Kuran’da ezan okunmasına dair bir tane ayet yoktur. Hatta Kuran’da ezan kelimesi bile yoktur. Peygamber, ezanı, insanları camiye çağırmak için değil, namaz vakitlerini belirlemek için sadece tek yerde ve bazen okutmuştur. Çünkü camide ve imamın arkasında ibadet yapmayı farz yapmamıştır. O zamanlar ezan vaktini belirleyecek uzmanlar bulunmadığından bu işi Peygamber yapıyordu. Nitekim fıkıh kitaplarımız ezanın “ilam” yani vakti bildirmek için olduğunu söylerler. Yine ezan, namazın geçerli olmasının farzlarından olmadığı gibi sünnetlerinden dahi sayılmamıştır. Ezansız namaz caizdir.

“Kuran’ın ezana vermediği önemin kat kat fazlasını Türkiye neden veriyor?”

Ezan Kelimesi 

Ezan kelimesi Kuran’da olmadığı gibi, Arapça da değildir. Aramice ve İbranice “ezna” kelimesinden gelir ve Akkadça “uznu” kelimesi ile eş kökenli ve eş anlamlıdır; kulak vermek, dinlemek demektir. Akkadça dili; Arapça, İbranice, Aramice ve hatta Sanskritçe (Hindu) dilinin atasıdır. 

Minare 

Kuran’da ve Hadislerde minare kavramı yoktur. İslam’da mabette ve cemaatle ibadet ifa etmek farz yapılmadığından, insanları mabede ve cemaate davet etmek amacıyla Kuran’da ne ezan ne de minare kavramı vardır. Peygamber, minare inşa etmemiştir.

Minarenin anlamı, ateş (nâr) yakılan araç ve yer demektir ve ateşetapanlar (Mecusiler)ın ateş yakmak için yaptıkları bir araçtır. Minare şerefelerinde ateş yakarlar ve önünde secdeye gidelerdi. Müslümanlar daha sonraları ezan okudukları minareyi ateşetapan Mecusilerden almışlardır. Dolayısıyla minare inşa etmek ve minarelerde lamba yakmak, şerefeleri aydınlatmak, ateşetapanların dinine hizmet etmektir. Namaz kelimesi de Ateşetapanlardan alınmıştır. Farsça olan namazın anlamı; ateşin önünde eğilmektir.

Osmanlı ve Ezan 

Ezanı siyasal sembol yapan Osmanlı’dır. Osmanlı, fethettiği ülkelere kendi kimliğinin damgasını ezanla vurabiliyordu. Ancak böyle bir çözüm bulmuştu. Ezanla birlikte namazı ve camiyi götürüyordu. Çünkü asimile etmek için onlara götüreceği kendi ürünü hiçbir felsefesi yoktu. Osmanlı için aslında önemli olan namaz değildi. Onun için önemli olan minare idi. Çünkü minare ile, diğer ülkelerden görünürde ayrışıyor ve oralara kendi damgasını vuruyordu. Ezanın kutsal olduğuna dair Kuran ve Hadislerde bir mesnet yoktur. Bir kere ezan Kuran’da yoktur. Kuran’da kutsal olduğu söylenmeyen şey kutsal olamaz. Ezana inandığı için, ezan bahanesiyle, hiç kimse kendisini kutsal yapamaz.

“Ezanı İslam değil, Osmanlı kutsallaştırmıştır.” 

Paranoya 

Osmanlının, fethettiği ülkeleri Müslümanlaştırmak amacıyla kullandığı ezanı Türkiye, zaten Müslüman olan kendi milletini Müslümanlaştırmak için kullanıyor! Ülkenin her yerine bayrak asmak, ülkenin Türkiye olmadığına dair paranoyanın ve Türkiye yapılması çabasının göstergesidir. Aynı şekilde ülkenin her yerinde aşırı bağırmalarla ezan okumak da ülkenin Müslüman olmadığı paranoyasını ve Müslüman yapma çabasını taşır. Bunlar saçmalıktır. Bir üke ne bayrakla ülke olur ne de ezanla Müslüman olur. Bunlar kafa ile olur. Kafa ile yapılamama, ağızla ya da sembollerle telafi edilir.

Sala 

Ölüler için okunan sala ne Kuran’da ne de Hadislerde vardır. Hz. Peygamberin vefatından sonra uydurulmuştur. Müslümanlar, salayı çan çalmaktan almışlardır. Çan çalmak da genellikle kötü bir haberi topluma bildirmek içindi. Fakat çan çalmada kötü ruhların kovulduğuna da inanılırdı. Antik çağ krallıklarında, vatandaş öldüğünde şehir merkezinde çan bir kez, eşraftan biri ölürse çan iki kez, büyük bir devlet adamı ölünce üç kez, Kral öldüğünde dört kez çalardı. Bir felaket olduğunda çan yedi kez ve uzun uzadıya çalardı. 

“Türkiye antik bir pratiği, şimdi din formu ile uyguluyor.” 

Antikçağ insanlarının kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ve dar akıl çaplarıyla ürettikleri unsur ve motifleri çağımızda sürdürmeye çalışmak boşuna uğraşıdır ve hiçbir şey üretememekten dolayı kendini inkardır. Bu çağın insanı bu çağa göre kendi ürünlerini üretmesi gerekir.

Felaket ve Ölüm Çığırtkanlığı 

Sala, peygambere salat ve selam vermektir. Bir kişiye selam, başkalarına bağırarak verilmez, o kişiye doğrudan ve sessizce verilir. Aslında felaket ve ölüm çığırtkanlığı için peygambere selam alet ediliyor. Peygamberin bugün okunduğu biçimde kendisine selam verilmesini istemesi mümkün değildir. Çünkü kendisinin hayatta iken böyle bir uygulaması yoktur. Hatta bu tür uygulamalar Yahudilik ve Hristiyanlıkta mevcut idi ve peygamber bu çeşit ayinlerin ve dini törenlerin hepsini kaldırmıştır.

Yahudilik’ten esinlenerek Cuma akşamları ve sabahları Cuma namazına çağırmak amacıyla ölü haberi verir gibi “sala” okunmaktadır. Halbuki Cuma ölüm değil, diriliş içindir. Ama yaşatmayı bilmeyenler ölümü satarlar. Bir bakıyorsunuz, biri aniden sala bahanesiyle, eline mikrofonu alıp ulu orta, vakitli vakitsiz, ekolu ve stereolu sesi sonuna kadar açılmış hoparlörlerle formatsız, fütursuz bağırmayla sala diye, “aaaaaaahhh” ve “eeyyyyyy” naraları atılıyor. Bu naralardan, saladaki hiçbir kelime duyulmuyor. Kanunda suç olduğundan hiç kimseye bağıramayan kişi, bağırma ihtiyacını sala ile gideriyor. Dinde yeri olmayan bu sala okunuş biçimiyle insanları rahatsız etmek dinde haram, kanunda suçtur. Haram ve suç olan anormal bir eylemin dine reva görülmesi, o dinin normal olmadığını söylemektir. Dini bu duruma düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Şimdi İstanbul gibi büyük metropol şehirler ezanın ve salanın ilkel okunuş biçimiyle bu çağda eski köylere dönüştürülmüştür. Üstelik kanunda suç yapılmış olmasına rağmen hoparlörle her tarafı gürültü kirliliğine boğarak.

“Bugün Türkiye’de ezanın ve salanın okunuş biçimindeki bağırma, insanlık çizgisinin çağımız kesitine göre çok ilkel kalmaktadır.” 

Asıl Önemli Olan Simgeler Değil, Erdemdir 

Erdem (virtue, fazilet), akılla düşünmeyle elde edilen bir kalite durumudur. Kuran, erdemi “birr” kelimesi ile ifade eder. Kuran’a göre, tanrının ismi ve kıble gibi maddi simgelerin dahi değil, zihinsel bir kalite olan erdemli edimsel sonuçların önemli olduğunu kıble ile ilgili konuda şöyle söyler: “Erdem (birr), yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl erdem, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyene ve kölelere verenlerin; salatı ifa eden, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” Bakara, 177.

 MÜZİK BOYUTU 

Semitik dinlerde Kutsal metinlerin müzikle okunması işlemini Yahudiler icat etmiştir. Hatta onlar, Hindulardan almışlardır. Daha sonra Hristiyanlar almıştır. Müslümanlar da kendilerini onlara uydurmak amacıyla bu işlemi uygulamışlardır ve halen uygulamaktadırlar.

Teolojik Açıdan Kutsal Metni Müzikte Kullanmak 

Hz. Peygamber döneminde kutsal metinlerin müzikle okunduklarına dair tarihsel kayıt mevcut değildir. Hatta Hz. Peygamber, kutsal metinleri mesajı iletmek amacıyla bir söylev, söylem ve nutuk olarak okumuş ve okutmuştur. Üstelik o, Yahudilerin ve Hristiyanların Kutsal metinleri müzikli okuma geleneğini sonlandırmak istemiştir. Kutsal metinleri müzikli okumak, İslam’ın kabul etmediği bir şeydir. Allah’ın kelamını beste ve güfte malzemesi yapmak, hiç kimsenin haddine değildir.

Nağme, Ezgi, Teğanni 

Arapça “teğanni” nağme yapmak demektir. Teğanniye, Türkçede ezgi denir.  Teğanni, sesi hançerede tekrarlayıp çeşitli sesler çıkarmaktır. Teğanni, kelimelerin yapılarını bozar. Teganni ile kelimeleri bozarak okumak dinen caiz değildir ve namaz bozulur. Lokman suresinin 6. âyetindeki “lehv-el hadis” ifadesini, başta büyük müfessir İbni Mesud ve diğer alimler teğanni olarak tefsir etmişlerdir. Ezanı, zikri, duayı ve Kuran’ı teğanni ile okumak yani onu ezgi malzemesi yapmanın ittifakla haram olduğu “Bezzaziyye” adlı eserde yazılıdır.

Ses ile okunan kelimenin, anlamı ile arasındaki kopukluk, anlamın başbelasıdır. Ses, okunan kelimenin anlamıyla uyumlu olmak zorundadır. Ses ile anlam arasında kopukluk doğurmak, anlamın katilidir. Kur’ân-ı Kerimi, ezanı, mevlidi teğanni ile aşırı uzatarak okumak, manayı bozuyor ya da değiştiriyor. Meselâ “Allahu ekber”, “Allah büyüktür,” demektir. Harfi uzatarak “Aaaallahu ekber” şeklinde okunursa, “Allah acaba büyük müdür?” demek olur ki, böyle söylemek, fakihlere göre küfürdür.

Türkiye 

Türkiye, müziği değersiz ve haram sayar ama müzikli Kuran ve ezan okumayı eleştirmeyi de haram sayar. Bu durum, kolektif çelişkidir. Hem müziği değersiz görmek hem de Kutsal ve ilahi metinleri müzikle okumak ve eğlence malzemesi yapmak büyük bir çelişkidir. Hem Kuran’ın kitabını belden aşağıya koymamakta aşırı ısrar edip hem de belden aşağı işler olarak gördüğü müzik malzemesi yapmak da çok büyük çelişki, antinomi ve oksimoronluktur. Allah’ı ve mesajını müzik düzeyine indirgemek en büyük inançsızlıktır. Bu nasıl imandır?

“Türkiye eğlenceye düşkündür, her şeyi eğlenceye dönüştürerek uygular,” şeklindeki sosyolojik tespit gereği, ezanı da ulusal çapta bir açıkhava müzik konseri olarak görür. Hem müzik ihtiyacını karşılıyor hem de sevap alıyor. Yani “Hem sevap hem kebap duble menfaat.” Güzel sesli müezzin arar. Böylece ibadetleri nefsini tatminle bu dünya zevki almak için kullanır. İlahiler ve kasideler gibi litürjilerde bu durum daha bariz görülür. Osmanlı’da savaşa mehter müziği ile gidilmesi, toplumun müzikçi karakterine dayalıdır.

Sahne ve Stüdyo 

Ezan okuyanlar minareleri, kürsüleri, minberleri, mihrapları, sanatlarını icra ettikleri kişisel sahnelerine ve stüdyolarına dönüştürmektedirler. Nitekim bazı kurnazlar, diğer ezanlar bitince ezan okuyorlar.

“Bağırmak ezan okumak değildir. Ezan okumak başka, metalik gürültü başka şeydir.” 

TECVİT İLMİ AÇISINDAN 

Uzatma Süresi 

Her dilin yazılış, telaffuz ve okunuş kuralları vardır. Bu kuralar, kelimelerin anlam kaymasına uğratılmalarını önlemek amaçlıdır. İslam’ın kutsal metinlerinin okunuş biçimi ile ilgilenen ilim dalı Tecvit’tir. Harflerin çıkış yeri, sıfatı, uzatma süresinin miktarı, genişlik veya darlığı, birleştirme ve ayırma, kalın ve ince vurguları gibi konular bu ilmin konularıdır. Tecvit, kurallı okumadır. Yani Arapça kutsal metinler, Tecvit kurallarına göre okunmak zorundadır. Bu kuralları ihlal, harflerin zatının tahrif edilmesine ve sıfatının değişmesine neden olacağı için namazın bozulma nedenidir. Tecvitte bir harfi en fazla uzatım süresi “dört birim”dir. Allah lafzındaki “a” harfi, meddi muttasıl olduğundan ancak bir birim uzatılabilir. Yani “a” harfi çıkarılacak kadar uzatılabilir. Şu anda okunan ezanlardaki uzatma süreleri, bu sürenin en az yüz mislidir. Bu uzatma haramdır ve günahtır.

Şimdi bir ülkenin müzik özelliklerini ve dininin tecvit ölçülerini taşımayan bir müzikle okunan ezanla bu çağda insanlığa verilen imajın ne olacağını düşünün. DİB Başkanı, Diyanet TV’de tecvit dersleri verdiriyor. Kim bilir kaç bin lira harcıyor ders için? Ama kaydettirdiği ve merkezi okuttuğu ezan kasetinde, yine kim bilir kaç bin lira ödedi okuyan kişiye, uzatmaları yüz elif miktarı yaptırıyor. İslam’ın kurallarını DİB Başkanının ihlal ettiği ülkede Diyanet’in, doğru İslam’ı anlattığından söz edilemez.

EZANIN OKUNUŞ BİÇİMİ 

Bugün Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, İslam kaynaklarına göre haramdır.

Peygamber Döneminde Ezanın Okunuş Biçimi 

Peygamberin, ezanın, doğal insan sesini arttıran boru ile okunmasını ve metal bir şeyin kullanılmasını yasaklamıştır. Bunun nedeni, ezanı kamusallaştırmamak ve başkalarını din nedeniyle rahatsız etmemek amaçlı olmasıdır. Hz. Peygamberin kutsal metinleri teğanniyle okuttuğuna dair tarihsel kayıt mevcut değildir. Hatta Hz. Peygamber, hem teganniye karşı olmuş hem de kutsal metinleri mesajı iletmek amacıyla bir söylev, söylem, hitabet ve nutuk olarak okumuş ve okutmuştur. Peygamber döneminde ezanda cümleler tek okunurdu. Mesela bir kez “eşhedu en-lailahe illallah” denirdi. Emevilerle birlikte çift yapıldı.

“Hz. Peygamber, doğal sesi artırdığından ve bağırmaya neden olduğundan ezanın boru ile okunmasını yasaklamıştır.”

Kuran ve Bağırmak 

Bugün ezanda en önemli yapılan iş bağırmaktır. Hatta ezan, bağırmak için bir bahane olarak kullanılıyor. Bağırmaksızın okunamaz mı? Kuran bağırmayı yasaklamıştır: “Yürüyüşünde mütevazı ol! Sesini alçalt! Şüphesiz ki seslerin en çirkini eşek sesidir.” Lokman, 19. Bağırmaya, anırmak demektedir. Şimdi böyle söyleyen Allah, kendisinin isminin ezanda da olsa bağırılarak okunmasını istemesi imkansızdır. Normal konuşmada yasakladığı bağırmayı ezan okumada haydi haydi yasaklar.

“Türkiye’de ibadetler, Hinduzimin ve Manheizmin ritüellerine, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın ayinlerine dönüştürülmüştür.”

Türkiye’de ezanın okunuş biçimindeki bağırmanın ne dinde ne hukukta ve medeniyette ne de ahlakta meşruiyeti vardır. Bugün ezan bahanesiyle bağırmak yapılmaktadır. Sultanahmet ve Üsküdar gibi meydanlarda birbirine karışan ve kulak zarını yırtarcasına yüksek sesle birden çok çok düello şeklinde okunan ezan bağırmalarını duyan turist, bir taraftan kulaklarını tıkarken diğer taraftan yanındakine, “Bunlar ne satıyorlar?” diye soruyordu.

“Bir insan, kirli düşüncelere sahip olduğu için utanmaz. Onu bir başkasının, o kirli düşüncesini bilme ihtimali utandırır.” Nietzche

Kuran’a Saygı 

Kuran, ezanın okunmasına değil de Kuran’ın okunmasına saygı gösterilmesini ister. Araf Suresi, 204. ayette şöyle der: “Kuran okunduğu zaman, onu dinleyin. Susun! Ki merhamet edilesiniz.” Bu ayete dayanarak Fıkıh Kitapları; Kuran okumanın sünnet ama o duyulduğunda onu dinlemenin farz olduğunu belirlediler. Şimdi hoca caminin içerisinde bağırarak Kuran okuyor. Bu bağırmasını hoparlörle de dışarı veriyor. Sanki camiyi mahalledeki kendi stüdyosu veya sahnesi olarak görüyor. Dışarıdaki insanlar bu okunan Kuran’ı dinlemiyor. Bu durumda dinlemeyen ve onu okuyan günahkar oluyor.

Toplumda şu çelişki de vardır: Toplum, bir Kuran ayetini tuvalete sokmayı büyük günah görürken, dışarıya hoparlörle verilen Kuran’ın tuvaletlere kadar girmesine ses çıkarmaz. Çünkü bunda kendi egemenliğini topluma dayatma çıkarı görür. Halbuki Osmanlı, Kuran’ın, ezanın ve salanın, caminin tuvaletinde bile duyulmamasına dikkat ederdi. Cami tuvaletleri minarelerin tam zıddı tarafta yapılmışlardır. Şimdiki ezan, sala ve Kuran, okurken aşırı bağırma yoluyla sadece caminin değil, ülkedeki bütün evlerin tuvaletlerine sokulmaktadır.

“İslam’a göre; Kuran, ezan ve sala gibi kutsal metinler, müzikli değil hitabet, söylev, söylem ve nutuk üslubuyla okunmak zorundadır. Hiç kimse kutsal metinleri müziğin güfte ve beste malzemesi yapamaz.”

Ezana Saygı 

Yapmacık-Sahte Saygı 

Ezana saugı diye bir konu yoktur Kuran’da. Fakat ülmeizde ezana saygı konusunda da çelişki vardır. Mesela saygı göstergesi olarak ezan okunduğunda susulur ve dinlenir. Fakat geleneğimizde sayggı göstermek, ayağa kalkmakla olur, tıpkı İstiklal Marşı dinlerken yapıldığı gibi. Ama ezan okunurken hiç kimse ayyağa kalkmıyor. Ayrıca kamuoyunun önünde iken ezan okununca susuluyor. Kapalı kapılar arkasında iken susulmuyor. Bu saygıya yapmacık-sahte saygı denir. Din samimiyet ve ciddiyet ister. Her şeyin cıvığını çıkartanlardan dindarlık olmaz.

“Kuran okunurken susmayan kişi, ezana saygıdan söz edemez.”
“Kuran’a saldırılınca ses çıkarmayanın ezana saygısızlıkta söz edemez.”

DİL FELSEFESİ AÇISINDAN 

Harfin, Kelimenin ve Anlamın Öldürülmesi 

Kelimedeki sesli harflerin “aaaaııııııaaaııııııaaaaaaııııaaaa” diye kıvırılıp uzatılarak söylenmesine felsefede, hecelerin bölünmesi nedeniyle “harfin ve kelimenin öldürülmesi” adı verilir ve adın sahibi olan kişiyi anlamsızlaştırır. “Allah” kelimesini, “Al ve ah” olarak iki heceye ayırıp “Al” hecesini bırakıp “ah” hecesini uzatarak okumak, “Allah” ismini öldürüyor ve dolayısıyla anlamını yok ediyor. Kelimeler ve harfler, aşırı uzatma nedeniyle kendi içerisinde morfemlikten uzaklaştırılır, diğer harflerle koparılıp hece ve kelime oluşu bozulur. Bağırmak ve aşırı uzatmak, kelimenin anlamını ve temsil ettiği kimliği öldürür. Kelimeyi öldürmek, öldürülen kelimeyi gerçekliğin dışına atmaktır. “Allah” kelimesinin aşırı uzatarak ve bağırılarak okunması, onun gerçeklikliğini öldürmektir.

KANUN AÇISINDAN EZANIN OKUNUŞ GÜRÜLTÜSÜ 

Devletimiz, çağdaş insanlık felsefesini, hem Anayasa’ya hem medeni hukuka almıştır. Anayasamızın 56/1. maddesine göre “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”  Yine 17. maddesinde “herkes, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Maddeler, sadece ezana inananları değil, ona inanmayanları da içerir.

Benzer bir düzenleme, “Gürültü” başlıklı 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 22. ve 36. maddelerinde yer almaktadır. Buna göre; “Başkalarının huzur ve sükûnunu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idari para cezası verilir.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmının yedinci bölümünü oluşturan “Hürriyete Karşı Suçlar” arasında 123. maddede kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçu düzenlenmiştir. 183. maddesinde düzenlenen gürültüye neden olma suçu da şu şekildedir: “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.”

Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 14’üncü maddesinde, “şehir ve kasabalarda gerek mesken içinde ve gerek dışında her ne suretle olursa olsun civar halkının rahat ve huzurunu bozacak surette gürültü yapanlar polisçe menolunur,” seklinde fıkra vardır.

Çevre ve Orman Bakanlığı, 4 Haziran 2010, Cuma, Sayı: 2760 ile “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”ni çıkarmıştır. Bu yönetmelikte Diyanet’e de ezan okumada kanunlara uyulmasını sağlama yükümlülüğü getirmiştir (Madde 8b). “Diyanet İşleri Başkanlığı; dini tesislerde ses yükseltici kullanımından çevreye yayılan sesin kontrolüne ilişkin esasların belirlenmesiyle, ilgili hususlarda gerekli tedbirleri alır.” Maddesi ile Diyanet’e ezanların gürültü rahatsızlığını önlemesi görevini vermiştir.

Fakat Başkan, İslamistliği ve belli kesime yaranarak kişisel çıkar elde etmek gibi nedenlerle, milyonlarca insanın rahatsız edilme günahını ve suçunu hiç sıkılmadan bu görevini ihlal ederek işlemektedir. DİB Başkanı suç işliyor, bürokratik anarşik davranıyor; kanun, nizam dinlemiyor. Fakat Türkiye’de din adı altında suç işlemek erdemlik görülüyor.

Şimdi bir devlet düşünün; bağırmayı kanunlarda suç yapmış, otogarlarda ve semt pazarlarında çığırtkanlığı yasaklamış ama hoparlörlü ezanla çığırtkanlığı kendisi yapıyor. Bu çelişki, kendi kendini inkardır ve suç işlediğini itiraftır.

“Bugün Türkiye’de ezanın okunuş biçimi, ezanı ezan olmaktan çıkarmaktadır.” 

DESİBEL AÇISINDAN 

Desibel, ses şiddeti birimidir. Sesin hava ile yayılmasında havadaki gaz moleküllerinin titreşimi ile atmosferik basınçta meydana gelen değişiklik, ses şiddeti olarak adlandırılır. Birimi desibel (dB)dir. 80 dB, yüksek sesle konuşmadır. 90 dB, kuvvetlice bağırmadır. 140 dB ağrı eşiğidir. Ses seviye üst sınırı 85 dbA’dır. İstenmeyen düzeydeki sese gürültü denir. 80 db gürültüdür ve bu aşıldığında kulak koruyucuları kullanılmalıdır. Normal insanın konuşması 50-60 desibel gücüne eşittir. Ezan ve sala, en az 200 desibelle okunuyor. Kanun, 90 dB’in aşılmasını yasaklıyor.

Dış faktörler de ayrıca, ses dalgalarının hızı üzerinde bir dizi etkiler yaratır. Örneğin rüzgar, sesi uzaklara taşır. Gece ve gündüzün sıcaklık farkları da ses dalgalarını etkiler. Bir tek ezan böyle hava şartlarında en az on kilometrelik bir alanda etkili oluyor. Her kilometrede bir ezan okunduğunda doğan ezan gürültü kirliliği tahammül edilmez hal alıyor.

SONUÇ 

Bugün Türkiye’de okunan ezan biçimi Kuran, Hadis, Fıkıh ve Felsefeye göre ezan değildir. Okunan ezanda ezanın kelimeleri kaybolmakta sadece formatsız nağmelerle, hoparlörle aşırı bağırılarak kamusal alanda metalik gürültü kirliliği yapılmaktadır. Bağırma, kanunlarımızda da suçtur. Neden bu kanunu çıkaranlar, bu kanunu ihlal ederek aşırı bağırtmaktadırlar?

Bugün Türkiye’de namaz değil, ezan önemlidir. Halbuki Kuran’a göre ezan değil namaz önemlidir. Devlet eliyle, namazın sünneti dahi olmayan ezanı dinlemek herkese dayatılıyor ama asıl farz olan namazın ifası dayatılmıyor. Neden?

Şu iki sorunun cevabı var mıdır acaba: 

Türkiye’de neden devlet ezan okutur?
Neden böyle uzatılarak ve bağırılarak ezan okunur?

Türkiye, ezanı siyasal amaçla kullanır. Egemenliğini, insan ürünü kafasal ürünlerle egemen kılma beceriksizliğini, Allah vergisi doğal aygıtlar olan ağız ve sesle telafiye çalışır. Amaç, ezan okutup insanların namazlarını kılıp öbürdünyalarını kazanmaları değildir. Bu nedenle amaç, ezan okutmak değildir. Çünkü öbür dünya ezanla değil, namazla kazanılabilir, farz olan ibadet namazdır, ezan değil. Amaç, insanların öbürdünyalarını kazanmaları olsaydı ezan değil, farz olan namaz kılınması dayatılırdı. Neden farz olan namaz kılmak dayatılmıyor da sünnet dahi olmayan ezan dayatılıyor? Amaç, ezan bahanesiyle ağızla bağırarak egemenliği, zaten Müslüman olan kendi halkı üzerinde sürdürerek bu ülkenin budünyasını yemektir.

“Gâvur (!) icadı mikrofon ve hoparlörle aşırı bağırabilmek olmasaydı, ezan bu denli önemli olmayacaktı. Amaç ezan değil, bağırmaktır.”

Kuran, ezan okunmasını emreden bir tane dahi ayet içermez. Ama yolsuzluk ve hırsızlık yapmamak, haksız kazanç elde etmemek gibi ahlaki konularda yüzlerce emri vardır. Neden bu emirler icra edilmez de ezan edilir? Aslında Kuran, ezan yerine günde beş kez minarelerden bu ahlaki emirleri içeren ayetlerin okunarak kolektif bilinç yapılmasını ister.

Ezan adı altında bir kaşık suda fırtına koparmak, kendi kendine gelin güvey olmaktır. Allah’ın vermediği önemi ezana vermektir. 

“Ezan adı altında bir kaşık suda fırtınalar koparılıyor.”

Bırakalım bu, ağızla yapılan lüzumsuz, hem Allah hem de insanlık katında değersiz şeylerle enerji ve kaynak israfını bırakalım. Bir an önce her alanda değeri olan çağdaş kafasal ürünler verebilecek şekilde çağdaş akıl çapına ulaşalım. Yoksa değil var olmayı sürdürmek, milletin karnını bile doyuramayız. Asıl “Beka” sorunu budur.

“Lafla peynir-ekmek gemisi yürümez.”
“Bütün ağız kavgaları, ülkeyi yemek kavgalarıdır.”
“Herkes giderken Mersin’e biz gidiyoruz tersine.”
“Gelenekssel din, cehaletin sığınağıdır.” Spinoza
“Yanlış ve yalan, sürdürülebilir değildir.”
“Gerçekler geç ve güç ama güçlü ve kalıcı ortaya çıkarlar.”


14 Mart 2019