Sayfalar

NEREDEN NEREYE!..

Said Nursî’yi her türlü süfli çıkar için istismar ederek kullanan günümüzdeki  siyasetçilere, Padişah Abdülhamit’e karşı İttihat ve Terakki Cemiyeti [Partisi]’nin öncülüğünde gerçekleştirilen 1908 Temmuz İnkılabı’nın doğal sonucu olarak ilan edilen İkinci Meşrutiyet’in üçüncü gününde Selanik Hürriyet Meydanı’ndaki kürsüden, İttihat ve Terakki mensubu Bediüzzaman Said Nursî  cevap veriyor.

 

« Ey vatan evlatları, … Demek ki, şimdiye kadar mezarda idik. Çürüyorduk. Şimdi bu İttihad-ı millet ve Meşrutiyet ile rahm-i madere geçtik. Neşvüname bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mafe-i terakkiden inşallah, mucize-i Peygamber ile şömendöfer kânun-u şer’iyye-i esasiyeye amelen ve  burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz ve vahşendengiz sahray-i kebiri bir zamanı kesirde, tekemmülü mebâdi cihetiyle tayyetmekle beraber milel-i müsabaka edeceğiz. Zira kâh öküz arabasına binmişler, yola gitmişler, biz birdenbire şömendöfer ve balon gibi mebâdiye bineceğiz, geçeceğiz. … » 

 

109 yıl önceki bu konuşmayı bugünkü dille ifade edelim : 

 

« Ey vatan evlatları, … 

 

Demek ki, şimdiye kadar mezarda idik. Çürüyorduk. Şimdi milletçe gönül ve işbirliği ile başardığımız Meşrutiyet’le yeniden doğuyoruz. Gelişeceğiz. Yüzlerce sene geri kaldığımız medeniyet dünyasından, imanımızın ve kuvvet kaynağımız Peygamber’in gayesi yolundaki yolundaki mucizelerinden ilham alarak usul-ü meşveret [demokrasi] yolumuzda şömendöfer [tren] sür’atiyle ilerleyeceğiz. Onlar, bugünkü sonuçlara, öküz arabasına binmekle başlıyarak erişmişler. Amma biz?.. Biz balonla [uçakla], şömendöferle zamanı yutacağız, onlara erişeceğiz. Yabancı ülkelerde, garpta medeni ilerlemelere terakkilere yardım edecek varlıkları, fenleri, sanayii memnuniyetle alacağız. Amma bu hayatın tortusu ve günahları olan fenalıkları almıyacağız. 

 

Ey hamiyetli vatan evlatları, … 

 

Cemiyet millî ruhu bu yola çevirmekle bizim saadetimize yol açtı. Biz de bazı lezzetlerimizi terk ile onlara yardım edeceğiz. Zira o nimet sofrasında kendileriyle beraber oturuyoruz. Fasid fikir sahipleri, istibdad ve mezalimi arzulayanlar çıkabilir. Mazinin gömdüğü istibdadı veya seller arasında izler bırakarak kaybolmuş zulümleri bir daha temaşe etmemek için ikisinin arasına aşılmaz bir demir sed çekmek istiyorum. Çünkü inanıyorum ki; inkılâp, hürriyeti inşa edecek, onu şer’i meşveretle tamamlıyarak ve bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. Şahsi garezlere yol açmadan, eksiksiz ve kusursuz oluşu bana anlatıyor ki bizim hürriyetimiz beş sabit hakikat üzerine oturmuştur.

 

Birinci hakikat; milletin varlığıdır.  Bu kuvvet umumi efkârda tecelli eder. Milletin birlik ve beraberliğini bozmaya kalkışmak en büyük cinayettir. 

 

İkinci hakikat; ilim ve marifettir.  Medeniyet hayattır. İşte Avrupa tarihi meydanda. … Bizim Asya ve Avrupa’daki varlığımız. Ancak bu hakikatleri omuzlarında taşıyacak kudretli devlet adamlarıyla mümkündür. 

 

Üçüncü hakikat;  bizi dünyanın gidişine, iyiliklerine, kötülüklerine baktıracak ve iyiyi alacak hürriyet varlığıdır. İşte ben, aslında bir köylü adam, bakınız sizlere neleri söyleyebiliyorum. Bu, hakikati arama ihtirasıdır. Fikrimiz öylesine inkişaf edecektir ki, Osmanlı gençliği arasından Eflatunlar, İbn-i Sinalar, Bismarklar, Dekartlar’ı geride bırakan kıymetler çıkacaktır. Çünkü bizim Osmanlı Ülkesi, peygamberler kaynağı, medeniyetler beşiğidir. Hürriyet yağmuruyla bu toprak öyle meyvalar verecektir ki her şeyin Şark’tan doğacağı anlaşılacaktır. Yeter ki bizler onu tembelliğimizle, şahsi garazlarımızla kurutmuş olmıyalım. 

 

Dördüncü hakikat; bütün bu neticelerin şeriatın ruhunda bulunmuş olmasıdır.  Bu gerçeğin en büyük misali, İslamiyetin çıkışı ile cehalet ve vahşetin hükümran olduğu bir yerde eşitliği, adaleti, hürriyeti nasıl tesis etmiş olduğudur. Bütün bu olup bitenlere bakarak hüküm veriyorum ki, bizim sukutumuz [düşkünlüğümüz] ve başımıza gelen fenalıklar dört sebepten kaynaklanmaktadır. Şeriatın gayesini kavrayamamışız. Dalkavuklar çevremizi sarmış, ilmî görünürde olan cahillerin arkasından gitmişiz. Hakiki Avrupa medeniyeti zor ve güç olduğundan, ilim istediğinden onu bırakmışız. Kolay ve basit olan taklitini almaya kalkışmışız.

 

Beşinci hakikat şu:  Eski devirlerde hayat basit idi. Şimdi medeniyetin semereleri öylesine alemi kucakladı ki, bir milletin; bir ferdin aklı ve irfanı ile idare edilmesi imkânı yok. O halde? Ohalde, Meşveret [Danışmamüesseselerine kıymet vereceğiz. Milletin kalbi olan Mebusan Meclisi’nin yeni hayatı tesis için himmetine yardımcı olacağız.  Bir ülkede böyle bir neticeye varabilmek kolay değildir. Bu yeni hayata intibak edemeyecek olanları zaman kendiliğinden tasfiye edecektir. Yerlerinden atacağımız devlet memurlarının yenilerini yetiştirmek için kırk sene lazım. Zaman bizi bekler mi?

 

Ben Kürdistan dağlarında büyümüş idim. Hilafet merkezini güzel bir varlık olarak hayâl ediyordum. İstanbul’a geldim ki burada insanlar kalplerinde birbirlerine karşı besledikleri nefretle, iyi giyinmiş birer vahşi halinde idiler. Anladım ki bu hastalığın aslı ikiyüzlülüktedir. Bana deli dediler. Fakat ben acı hakikatı gördüm anladım ki İslamiyet yaşadığımız devrin medeniyetinden geri, çok geri kalmış. Bu sukutun [düşkünlüğün] üç suçlusu var;  ilmiye mensupları, Avrupayı anlamayanlar, Tekye [Tekke ve Tarikatsahipleri. Hepsi kendi alemlerine dalmışlar, birbirlerini tekfir [kâfir sayma] ve teçhil [cahil görme] ediyorlar. Bu gürültü içinde terakki [ilerleme, gelişme, yükselme] yolu kayboluyordu. Hepsini dinledim. Gönlüm aydınlanacağına karardı. » 

 

( Kaynak :  Cemal Kutay – Tarih Sohbetleri )

 

Ne diyelim? Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetirken Abdülhamitçilik yapan, devlet gücünü ve olanaklarını haksız olarak kullanmak suretiyle kendine çıkar sağlayan, istismar ettiği Said Nursî’yi bile anlamamış olan, AKP iktidarına eçhel-i cühela demek yeterli olur mu?.. 

 

Sınıfsız Toplum Platformu 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

ÜMMET–MİLLET–DİNΖMİLLΖULUS–ULUSAL ÇELİŞKİSİ!..

29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na eklenen “Türkiye Devletinin dini İslam’dır” maddesi, Anayasa ile Lozan Antlaşması’ndaki azınlıklarla ilgili kararları uyumlu hale getirdi. Stratejik bakımdan ise, temel unsur olan müslüman Kürtlerin azınlık sayılmaları kabul edilmeyerek Türkiye halkının bölünmesi engellenmiştir. 

 

O dönemde, en büyük emperyalist olan İngiltere devleti; Avrupa’da barınan Kürt diasporasıyla işbirliği yaparak, savaşla bölemediği Türklerin ve Kürtlerin beraber yaşadığı vatan toprağında ilerde oluşacak yeni bölünmenin yasal dayanağını yaratmak için Lozan Konferansı’nda dirençli bir mücadele yürütmüştür. 

 



İnönü’nün Makalesi 


GAZETEMİZE YAZDIĞI BİR MAKALEDE İÇ VE DIŞ MESELELERİ TAHLİL EDERKEN DEVLET REİSİ DİYOR Kİ:

 

Dünyanın nereye varacağı belli olmayan buhranı içinde Türkiyenin demokratik gelişmesinin zehirsiz ve sâkin bir hava içinde ilerlemesi için hayatî bir ehemmiyettedir. 

 

YENİ BİR HİZMET UNSURU 

 

Yazan : İSMET İNÖNÜ

Türkiye Cumhurbaşkanı 

 

Basın âlemine girdiğinden haberdar olduğum “Hürriyet,. gazetesine, arzusu üzerine, iyi dileklerimi yazıyorum. Bu vesile ile 1948 ilkbaharı başında memlekette yaptığım oldukça geniş seyahatten memnun döndüğümü söylemek isterim. Çukurova felâketinde vatandaşlarımı, ıztırabın şiddetli olduğu günlerde görmüş ve çok müteessir olmuştum. Onları on gün sonra milletçe ve hükûmetçe kendilerine gösterilen ilgiden ümitleri artmış ve çalışıp kalkınma arzuları tazelenmiş olarak bulmak beni çok teselli etti. 

 

Seyahatimin, iyi bir tesadüfle, kıymetli hâtırasını Raman dağındaki petrol kuyusu teşkil ediyor. Bir bütün gün Raman dağındaki yeni cevheri seyrettik; memleket için geniş ve hayırlı ihtimaller üzerinde uzmanların tetkik ve tahminlerini zevkle dinledik. 

 

Gaziantep, Maraş, Malatya, Elâzığ, Tunceli, Bingöl, Diyarbakır, Mardin, Siirt illerimizin halkları, Urfa ve Bitlis illerimiz ve pek çok ilçelerimizin heyetleri ile memleket meseleleri görüştüm. Vatandaşlarım eksikleri bilen ve bunların bir an evvel tamamlanmasını isteyen bir arzu ile bütün düşüncelerini bana anlattılar. Dolaştığım yerlerde halkımızı meşgul eden mevzuları tekrar öğrenmiş olmak istifadeli olmuştur. 

 

Siyasi partilerin karşılıklı münasebetlerinde tahakkuk eden terakkiyi derhal farkettim. Evvelki seyahatımda başladığını gördüğüm iyilik büyük bir gelişme ve tekâmül kazanmıştır. Herkes fikirlerini ve programlarını biliyor. Partiler emniyet ve huzur içinde siyasi davalarını azimle takibederken, partiler üstünde olan vatan meselelerini göz önünden ayırmıyor, hele birbirine hiç düşman olmuyorlar. Açık bir surette göze çarpıyor ki, medenî bir insan cemiyetinde hür vatandaşlar münasebetlerini sağlam esaslar üzerine kurmuşlar. Dolaştığım geniş bölgelerde partilerin çalışmaları için koyduğum bu teşhisin büyük kıymeti vardır. Dünyanın nereye varacağı belli olmayan buhranı içinde Türkiye’nin demokratik gelişmesinin zehirsiz ve salim bir hava içinde ilerlemesi memleketimiz için hayati bir ehemmiyettedir. Siyasi partilere mensup olan vatandaşlarım her yerde beni, iç ve dış büyük vatan meselelerinde beraber mücadele edeceklerine yürekten temin ettiler. Türkiye medenî âlemin anladığı mânada hürriyet ve demokrasi hayatı içinde yeni bir ilerleme ve gelişme yolundadır. Herşeyden kıymetli olan kendine güven ve vatanın geleceğine güven duyguları diri ve tazedir. Bu duyguları korumak yolunda tesirli bir hizmet unsuru olarak “Hürriyet” gazetesine engin başarılar dilerim. 

 

İSMET İNÖNÜ 

Gazetemize yazdığı bir makalede 

CELÂL BAYAR DİYOR Kİ : 

 

Demokrat Partinin Programı kül halinde tatbik olunduğu gün memleketimizde büyük değişiklikler olacağına ve milletimizin bu yüzden refaha kavuşacağına şüphe yoktur. 

 

Yazan : CELÂL BAYAR

D. P. Genel Başkanı 

 

Hürriyet Gazetesi benden bir yazı istediği zaman neslimizin hürriyet uğrundaki mücadelelerinin hâtıraları içinde kaldım. 

 

Bizim neslimiz, hürriyet mefhumu üzerinde duran “Genç-Türk” Edebiyatının tesiri altında siyasi hayata girmiştir. Ben de, Millet hayatı ile alâkadar olan bu mevzuu ele almak istedim. Bazı tarihi hadiselere kısaca temas etmeyi düşündüm. 

 

Henüz çok genç iken Mutlakiyet devrinin, padişahlar idaresinin tazyikini duymaya başlamış idim. İstibdadın ıztırabı altında kendimi bir kuyu içinde dünyadan habersiz, teneffüs etmekten mahrum bir insan gibi görüyordum. Hayatı da bu havasızlık içinde mânasız buluyordum. 

 

Meşrutiyet inkılâbı tahakkuk eder etmez hürriyet aşkı büyük bir heyecan ile memleketi sardı. Bütün kalblerde taze bir ümid ve şevk uyandırdı. Bu arada ecnebi tazyikinin bariz bir ifadesi olan kapitülâsyonlar gözümüze batmaya başladı. Görüyorduk ki, ferdî hürriyetle beraber millî hürriyet ve tam manası ile istiklâlimize kavuşmak için kapitülâsyonların memleketimizden sökülüp atılması iktiza ediyordu. 

 

Diğer tarafdan yabancılar, fena idare yüzünden zayıf düşmüş vatanımızı kolayca yutulur bir lokma sanıyorlardı. 

 

Bu durum karşısında millî birliğe dayanan bir müdafaa ve emniyet cephesi yaratmak lâzım geliyordu. İşte meşrutiyet devrinde, bu devri açanlara ve gençliğe düşen başlıca vazife bunlardı. 1914 – 1918 harbinin mağlûpları arasında bulunuşumuz, memlekete çok pahalıya mal olmuştu. Ankara’da bin bir felâket içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve hükûmetinin kuruluşu bizim için bir kurtuluş, bir hamaset ve aynı zamanda millî hâkimiyet devri olduğuna şüphe edilemez. 

 

Burada, tam bir hakikat olarak ifade edilmelidir ki; memleketi, bir ferdin idaresi altında toplayarak kurtarmak prensibi fiilen iflâs etmiş, buna mukabil millî hâkimiyeti temsil eden kuvvetin muvaffakiyeti kendini göstermiştir. Yâni “Kayıtsız şartsız hâkimiyet milletindir.” düsturu muzafferiyetin âmili olmuştur. 

 

Ne garip tecellidir, Ankara’da çalışanlar, bir tarafdan millî iradeye dayanan bir devletin temellerini atarken, diğer tarafdan “Padişahımız efendimiz, hür ve müstakil olarak kendini milletin agûşu sedakatinde gördüğü gün Millet Meclisinin tanzim edeceği esasatı kanuniye dairesinde vazı muhterem ve mübecceliyeti ahz eder” diyorlardı. Saray ve Babıâlinin hiyaneti ve hâdiselerin nasıl inkişaf ettiği malûmdur. En iyi devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu neticesine varıldı. Bugünkü Anayasamız mütekâmil şekli ile tedvin olundu. 

 

Fakat salim bir surette işlemesi için yalnız bir Partinin varlığı kâfi gelmediğinden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve onu takip eden Serbest Fırka kuruldu. 

 

Her iki fırkanın yürümediği muvaffakiyet temin edemediği anlaşıldıktan sonra bir fasıla devri baş gösterdi. İşte bu fasıla devri arasında Demokrat Parti bin bir müşkülâta göğüs gererek meydana atıldı. 

 

Partimiz demokrasiyi millî menfaata ve insanlık haysiyetine en uygun  bir prensip olarak tanıdı. Türk milletinin bütün meziyetlerine olduğu gibi siyasî hayatta da olgunluğuna inandı. 

 

İnsanlık haysiyetine inanan ve bu haysiyetin ancak insanlık ana haklarının teminat altında bulunası ile korunabileceğini kabul eden Partimiz bütün devlet mevzuuatında bu prensiplere aykırı hükümlerin bulunmamasını sağlamakla kendisini mükellef bilmektedir. 

 

İnsanlık ana haklarından bahsederken bu mefhum arasında “korkudan masun olma hürriyetinin” de mevcud olduğu kabul edilmelidir. 

 

Herhangi bir zaruret veya sebeple bu prensiplere muhalif olarak yapılmış kanunların tadil tasfiyesine çalışmak Partimizin esaslı gayelerinden biridir. Demokrat Partinin Programı kül halinde tatbik olunduğu gün memleketimizde büyük değişiklikler olacağına ve milletimizin bu yüzden refaha kavuşacağına şüphe yoktur. 

 

Bize temin edildiğine göre, Hürriyet gazetesi bu prensiplerin sadık müdafii olarak en ileri teknikle matbuat sahasında yer alacaktır. Şu halde bu değerli neşir vasıtasına muvaffakiyetler dilemek bizim için bir vazifedir. Bu vazifeyi ifa ederken bahtiyarlık duymaktayım. 

 

 

http://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com