Altına hücum için ormanın kalbine hançer saplanması; tarım arazilerine termik santral dayatılması; dünyanın en güzel göllerinden birinin betona açılması; deniz kıyısının mafyaya, deniz içinin midye, balık çiftliklerine teslim edilmesi… Liste uzayıp gider. Kaz Dağları’ndan başlar, Salda Gölü’ne uzanır. Özelliği nedir? Halkın ortak alanlarının zorla talana, paraya, özel çıkara açılmasıdır.
Niye bu haberler yeniden çoğaldı?
Ve ikincisi, nasıl mücadele etmek gerek?
Konumuz bu.
Kojin Karatani bir Japon düşünür; Dünya Tarihinin Yapısı adıyla dilimize kazandırılan kitabında, insanlık tarihi boyunca öne çıkan üç farklı ekonomik mübadele şeklinden söz ediyor. A tipi mübadeleyi karşılıklı dayanışma, yardımlaşma ve armağan kültürünün hâkim olmasıyla; B tipini, devletin ekonomi üstünde haraç/talan yöntemiyle giderek zorlayıcı güç haline gelmesiyle ve C tipini de kapitalist meta mübadelesi süreciyle ilişkilendiriyor. A tipine dayanışma ekonomisi, B tipine yağma/haraç ekonomisi, C tipine de “liberal” piyasa ekonomisi diyelim kısaca.
Karatani’ye göre şartlar doğrultusunda biri mutlaka diğerlerinin önüne geçer.
Deneyimlere bakıp akıl yürütelim biz de: Örneğin C tipi krize girince, aynı anda hem A tipini andıran/aşan, yani halkın kendi dayanışma ekonomisi inşasına dönük modeller; hem de B tipi, yani sermayenin otoriter devleti daha fazla göreve çağırdığı talancı ve haraççı ekonomi modeli öne çıkabilir. Mücadele giderek ikisi arasında, yani halkçı/dayanışmacı ekonomik deneyimlerle yağmacı ekonomi programı arasında gelişmeye yönelebilir. Bu sürecin sonunda ya halkçı modeller devletleşir (devletin genel programına taşınır) ya da devlet, talan ekonomisi ve haraç yoluyla sermaye adına zorlama vasfını pekiştirir.
Bizde şu anda yeni kâr alanları arayan sermaye kesimi yine B tipi ile ilişkide. Çünkü kriz var. Devleti hem sermayenin krizdeki zararlarını üstlenmesi ve emekçinin hak arayışını bastırması; hem de hepimizin ortak varlığı olan alanları, hizmetleri zorla özel çıkara, piyasa ilişkilerine açması için yeniden göreve çağırıyor. Bunu yapanların tercihine “sermaye devletçiliği” diyelim.
Bu arada, evet doğrudur, AKP devrinde B tipi hep etkendi; ama şimdiki krizde yeni sistemin otoriter destek ve olanaklarıyla giderek daha fazla yerleşiyor. Ve tek kişiye her şeyi fermanla tahsis etme yetkisi veren yeni sisteme kim ses çıkarmıyorsa, bilin ki bu modele, bu otoriterliğe mecburdur.
Kaz Dağları’ndan Salda’ya
İktidar niye bu programa yöneliyor? Yanıtı basit: Eldeki fabrikaları, tesisleri özelleştire özelleştire denizi bitirdiler; yerüstünde imar/inşaat rantı da durdu; şimdi bir de en büyük belediyelerin kaynaklarını yitirdiler. Öyleyse krizde ormana, kıyıya, tarlaya, bahçeye; eğitime, sağlığa, hepimizin ortaklıklarına daha çok yüklenmek zorundalar. Birlikte büyüdükleri sermaye gruplarının desteğini korumak için de buna mecburlar. Doğanın talanı da işte bu modelin içinde anlam kazanıyor.
Saptama böyle; mücadele de buna uygun olmalı
Krizde haraç ekonomisinin yükü zam ve vergilerle halkın sırtına iyice bindirilirken, yerli-yabancı fark etmez, sermayenin ve iktidar sahiplerinin B tipinin yağma kısmına itiraz edenlere karşı halkı kazanmak için bir stratejileri var. Özellikle çevre mücadelelerini halkın gözünden düşürmek için, “yatırım yapıyoruz, Türkiye’nin gelişmesini istemiyorlar. İş getireceğiz, bölgenin gençlerine istihdam sağlayacağız. Okulları, camileri yenileyeceğiz; buna karşı çıkıyorlar” diyorlar hemen.
Hiç değişmez. Öyleyse çevreci mücadelelerin de bir stratejisi olmalı. B tipi haraç/talan ekonomisinin karşısına, A tipini güncelleyerek aşan yerel dayanışma modelleri, kooperatif deneyimleri; özel çıkara hizmet etmeyen, ortak varlıklarımızı koruyup geliştiren ekonomik başarı hikâyeleri de koymak zorundayız. Sadece “çevreyi koruma” programı, B tipini aşmaya yetmez.
Bugüne dek başarılı olan çevre mücadelelerine bir bakın; kazanan mücadelelerin çoğu çevre/doğa mücadelesi ile halkın ekmek mücadelesini birleştiren, bu ikisini ortak zeminde ilişkilendirebilen hareketlerin ürünü. Yerel bir çevre mücadelesini halkın ekmek mücadelesinin zararınaymış gibi gösterebildiğinde vahşi sermaye ve iktidar (özel çıkarcılar); çevre mücadelesinin halkın ekmek, yani geçim mücadelesinin parçası olduğunu kanıtladığında halkçı direnişler kazanıyor.
Bugüne dek başarılı olan çevre mücadelelerine bir bakın; kazanan mücadelelerin çoğu çevre/doğa mücadelesi ile halkın ekmek mücadelesini birleştiren, bu ikisini ortak zeminde ilişkilendirebilen hareketlerin ürünü. Yerel bir çevre mücadelesini halkın ekmek mücadelesinin zararınaymış gibi gösterebildiğinde vahşi sermaye ve iktidar (özel çıkarcılar); çevre mücadelesinin halkın ekmek, yani geçim mücadelesinin parçası olduğunu kanıtladığında halkçı direnişler kazanıyor.
Kaz Dağları’ndan Salda Gölü’ne; Şirince ya da Munzur’dan Ünye-Fatsa maden sahasına uzanan geniş coğrafyada mücadeleleri birleştirecek zemin ve program ancak bu çerçeveden kurulur.