Sayfalar

“Great Reset” operasyonu başarılı olacak mı?

Ahmet Müfit

 

 

Biden’ın ABD Başkanı seçilmesinin ülkemiz siyasetine, ekonomisine etkilerini ele aldığım, “Atatürk’ün uyardığı tehlikeyle 100 yıl sonra karşı karşıya geldik” ve “Berat Albayrak kararı ilk adım mı?”  başlıklı yazılardan sonra, bu kez Biden’in seçilmesiyle başlayacağı beklenen, “Great Reset” operasyonunun “başarıya”ulaşıp ulaşamayacağını ele alacağım. 

 

Neoliberal küreselleşmeci dünya düzeni projesinin, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen koşullar, altüst olan büyük hayaller nedeniyle adı değiştirilerek, görünüşte farklı bir kimlikle yeniden diriltilmesi, mümkün mü, sorusunun iki farklı düzlemde tartışılmasının uygun olacağını düşünüyorum. 

 

Birinci düzlemde, ABD seçimleri özelinde hangi toplum kesimleri hangi nedenle/beklentiyle Biden’a oy verdi sorusunu yanıt arayacak, Biden’ın, kendisini destekleyerek seçilmesini sağlayan kesimlerin/güçlerin bu beklentileri karşılayıp karşılayamayacağını tartışacağım. Bu kapsamda yanıtlanması gereken diğer soru, seçimlerde Trump’ı destekleyen kesimlerin Biden’ıın politikalarına karşı tavrının ne olacağı, Biden’ın iddia ettiği gibi, yeniden tek ABD’nin oluşmasını sağlayıp sağlayamayacağı. 

 

İkinci düzlemin konusu, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen dünya güç dengelerinin -değişen jeopolitiğin-, aynı yemeğin farklı ad altında ısıtılarak yeniden servis edilmesine karşı tavrının ne olacağını, 1970-1990 arasında olduğu gibi, geniş bir destek bulup, bulamayacağı. 

 

ÇOĞUNLUĞUNU OLUŞTURUYORLAR 

 

Biden’ın siyaseten kalıcılığı ve küresel hedeflerine ulaşma noktasındaki gücü ve desteği bulabilmesi açısından büyük önem taşıyan birinci düzlemle başlayalım. 

 

Bu noktada, öncelikle dikkat çekmem gereken husus, seçim öncesi yapılan araştırmaların ve seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerin de çok net olarak ortaya koyduğu gibi, bu soruyu kolayca yanıtlamanızı sağlayacak, homojen bir kitle ve nedenler manzumesiyle karşı karşıya olmadığımız. Birbirinden oldukça farklı sosyal ve ekonomik kesimler, yine birbirinden oldukça farklı nedenlerle/beklentilerle Biden’ı desteklemiş, seçilmesi için oy kullanacağını açıklamış ve oy kullanmış olsa da, bu gurupları başlıca üç ana gurupta toplamak ve değerlendirmek olanaklı. 

 

İlk iki gurubun ortak özelliği, 2008 krizi ve özellikle Covid-19 salgınından ekonomik olarak en çok etkilenen kesimler olmaları. 

 

Birinci gurup, esas olarak Atlantik ve Pasifik Okyanusları kıyısında yoğunlaşan büyük kentlerde ikamet eden, göreli olarak düşük ücretli işlerde çalışan ve 2018 yılı itibarıyla hane başına 25000 dolar ve altı yıllık gelire sahip yani yoksulluk sınırına yakın ya da yoksulluk sınırı altında yaşayanlar. Bu kesimin diğer bir özelliği, Trump politika ve uygulamaları nedeniyle de, Trump karşıtı tavır alan Afrika ve Latin Amerika kökenli ABD vatandaşlarının çoğunluğu oluşturuyor olmaları. 

 

VARLIK KAYBINA UĞRAMALARI ETKİLİ OLDU 

 

Biden’ın, Trump’a göre daha yüksek oy aldığı ikinci gurup, etnik ve dini kökenlerinden bağımsız olarak, evini geçindirmek, ailesini bir arada tutabilmek, konut kredilerini ödeyebilmek için çalışmak zorunda olan, hizmet sektöründe ve mavi yakalı işlerde istihdam olan yani nispeten düşük ve orta gelir getiren işlerde çalışan kesim. ABD rüyasının geleneksel savunucusu da olan bu kesimin Biden tercihinin altında yatan temel neden, 2008 krizi sonrasında büyük ölçüde varlık kaybına uğramaları, evini, işini kaybetmeleri, işlerini kaybetmeseler de, ciddi oranda düşen ortalama ücretler nedeniyle ailesini geçindirebilecek geliri kazanmasını sağlayacak bir iş bulmakta zorlanan, 50 yaş altı nispeten genç nüfus. 

 

Ağırlıklı olarak Biden’a oy veren üçüncü ve son gurup olarak ise sosyoekonomik nitelikleri açısından diğer iki guruptan oldukça farklı olan, etnik kökenlerden bağımsız olarak sosyal ve ekonomik olarak daha iyi durumda olan ya da olacağını düşünen daha iyi eğitimli nüfusu saymak gerekiyor. 

 

Trump’ın politikaları/uygulamaları ve Biden’in vaatleri açısından bakıldığında, seçim öncesi ve sonrasında yapılan araştırmalarda, birinci ve ikinci gurupları yani sosyal ve ekonomik koşullar açısından özellikle 2008 krizi sonrasında büyük zorluklar yaşayan kesimleri Biden’a oy verme konusunda buluşturan iki önemli neden olduğu ortaya çıkıyor. Birinci neden olarak, virüs salgınının, 2008 krizinde de en büyük darbeyi yiyen, halihazırda özellikle geçici/yarım zamanlı, düşük ücretli işlerde çalışarak ayakta kalmaya çalışan bu iki gurup seçmeni vurmuş olması öne çıkarken, ikinci neden olarak, Biden’ın sağlık sisteminin nispeten de olsa sosyalleştirilmesi, göçmen nüfusa yönelik artan baskı ve kısıtlamaların yumuşatılması, zor durumdaki toplumsal kesimlere yönelik doğrudan maddi desteklerin ve asgari ücretin artırılması yönlü vaatleri öne çıkıyor.  Seçimlerde Biden’ı destekleyen bu iki toplumsal gurup, yani dar gelirli, görece düşük eğitimli ve düşük gelirli kesimler ile Amerikan rüyasının nasıl bir anda verdiklerini geri alarak kabusa dönüşebildiğini, 2008 krizi ve küresel salgın sonrası acı tecrübeler olarak bizzat yaşamış olan ABD alt-orta ve orta sınıfları açısından bu vaatlerin başarı şansı olacağı, Biden’a olan desteklerinin kalıcı olmasını sağlayacağı kanısında değilim. 

 

Böyle düşünüyor olma nedenim, Biden’in, neoliberal küreselleşmeci politikaların, özellikle dar ve orta gelirli kesimler üzerinde yarattığı derin ekonomik ve sosyal tahribatı ortadan kaldırmaya yönelik vaatlerinin, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin temel varsayım/kabul ve dinamikleri çerçevesinde uygulanabilir olmaması. Farklı bir ifadeyle, sorunların nedeni, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin temelini oluşturan “sermaye ve mal akımlarının serbestliği”, “sanayi ve fikri mülkiyet haklarının sınırsızlığı”, “arz güvenliği”, “küresel kamusal mal” gibi ulus devleti ve ulusal kalkınmayı dışlayan, yok sayan kavram ve dinamikler konusunda en ufak bir eleştiri dolayısıyla bu politikaların esasında bir değişiklik içermiyor olması. 

 

BEKLENDİĞİ GİBİ OLMAYACAK 

 

Sorunları ve Biden’a oy verme nedenleri açısından, yukarıda saydığımız toplumsal kesimlerden bütünüyle farklı olan üçüncü ve son gurup açısından da Biden dönemi, iki başlıkta toplayabileceğim beklentileri karşılayacak gibi görünmüyor. Biden’ın, çevre yatırımlarını, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin en çok kazananı finans ve teknoloji sektörlerini, yapay zekaya dayalı sanayileşmeyi destekleme vaadi ve serbest piyasacı, neoliberal küreselleşmeci dünya düzenini kaldığı yerden sürdürme sözünün, küresel düzeyde iş imkanlarında artış ve daha yüksek kazanç olasılığı anlamına geleceğini düşünen bu kesimin beklentileri önündeki en önemli engel, 2008 krizinden bu yana oldukça değişen küresel dengeler. 

 

Hal böyle olunca, Biden tarafından ABD’li seçmene yönelik olarak gündeme getirilen vaatlerin, Biden’a oy veren kesimlerin yaşam biçiminde nitelikli ve kalıcı bir değişikliğe neden olabileceği, Biden’ın iddia ettiği gibi, yeniden tek ABD’nin oluşmasını sağlayabileceği, sonuç olarak Bidan’a verdikleri desteğin kalıcı olmasını sağlayacağı kanısında değilim. 

 

İkinci düzlemin konusu olan, özellikle 2007-2008 krizinden bu yana bütünüyle değişen dünya güç dengelerinin, değişen jeopolitiğin, aynı yemeğin farklı ad altında ısıtılarak yeniden servis edilmesine karşı tavrının ne olacağını, 1970-1990 arasında olduğu gibi, geniş bir destek bulup, bulamayacağı konusu açısından da sonucun beklendiği gibi olmayacağı kanısındayım. 

 

Gelelim niçin böyle düşündüğüm konusuna. İki farklı neden söz konusu. 

 

Birinci neden, neoliberal küreselleşmeciliğin günümüzdeki en önemli savunucusu, finans ve teknoloji firmalarının küresel ölçekli güç talepleri ile sıradan insanların yaşamlarını insanca koşullarda sürdürme -bu durum ABD seçmenine yönelik değerlendirmelerde de belirtmeye çalıştığım gibi, günümüzde tam bir yaşamda kalma mücadelesi niteliği kazanmış durumda- talepleri arasındaki uzlaşmaz çelişki. 

 

İkinci neden ise neoliberal küreselleşme sürecinin başlangıç yıllarındaki küresel rol dağılımının, aşağıda kısaca değineceğim gibi, özellikle geçen 40 küsur yılı kendi avantajına kullanan ülkeler özellikle Rusya, Çin ve uzak doğu ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından tatmin edici olma özelliğini kaybetmiş olması. 

 

TİCARET SAVAŞINI SÜRDÜRECEK 

 

Neoliberal küreselleşmenin en canlı yılları olan 1990’lardan farklı olarak, Rusya yeniden küresel bir askeri güç haline gelmiş durumda ve ABD’nin NATO kanalıyla sürdürdüğü işgal operasyonuna, Kırım, Belarus ve Karabağ’da yaşanan gelişmeler konusunda olduğu gibi ciddi bir direnç gösteriyor. Sovyetler Birliği’nin, Gorbaçov ve Yeltsin’in maşa olarak kullanılarak yıkılması sonrasında tarumar edilen sanayi ve teknoloji altyapısı farklı bir anlayışla/mülkiyet yapısıyla da olsa ciddi oranda yeniden oluşturulmuş durumda. 

 

ABD ve küresel sermayenin, batının teknolojisi ve parasına muhtaç durumu korunmak şartıyla, ucuz emek cenneti bir üretim üssü olarak küresel şirketlere ev sahipliği yapması projesinin en önemli hedefi Çin açısından da durum eskisinden çok farklı. Gelinen noktada, bırakın ABD’nin teknoloji ve parasına muhtaç olmayı, “Bir kuşak, bir yol” benzeri projelerle, farklı ülkelerde yaptığı yatırımlarla kendisi sermaye ve teknoloji ihraç eden, bu noktada ABD ve genel olarak batıyla kıyasıya rekabet edebilen bir duruma gelmiş durumda. 

 

Kasım ayı içerisinde gerçekleşen Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği'nin (ASEAN) 37. Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmelerinde, anlaşmaya varılmasıyla daha da güçlenen etki, Modi iktidarı ile birlikte, Çin’e karşı güç dengesini oluşturabilmek için ABD’nin ipine sarılan Hindistan’ın bu organizasyonun dışında kalması ya da Hong Kong’da yaşanan batı destekli renkli ayaklanmalarla durdurulabilir mi, kişisel görüşüm çok da kolay olmayacağı. Biden’ın, Trump’ın Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşını sürdüreceğini söylüyor olması boşuna değil anlayacağınız. 

 

Avrupa açısından da durum 1990’lardan oldukça farklı. Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında doğuya doğru hızla genişleyen, Büyük Biritanya’nın AB’den ayrılma kararı ile beklenenin aksine kendi içerisinde daha homojen hale gelen, en yetkili ağızlardan, bağımsız bir askeri ve siyasi güç olma talebini/isteğini dile getiren bir yapı söz konusu. Kimi zaman ABD ile kimi zaman Rusya ve Çin’le birlikte tavır alıyor, Trump’ın “beleşçi” nitelemesini haklı kılacak şekilde, NATO’ya doğru dürüst maddi katkı yapmaksızın, NATO çatısı altında ABD’nin askeri gücünü siyasi olarak kendi operasyonları için kullanıyor. 

 

Sonuç olarak, Biden’in gelişi bu durumu değiştir mi? Sanmıyorum. Neresinden bakarsanız bakın, ABD liderliğinde dünya hayali, yerini tüm büyük güçlerin ayrı hedef ve gündemlere sahip olduğu, tüm tarafların kendi egemenlik alanlarını genişletmeye çalıştığı, bizim gibi ülkelerin içinde bulundukları ekonomik bağımlılık sarmalı nedeniyle bütünüyle edilgen bir konumda olduğu yeni bir paylaşım mücadelesine/savaşına bırakmış durumda. Geçmişten referansla söylersek, 1. Dünya Savaşı ile başlayıp, 2. Dünya Savaşı'yla sonlanan kavganın günümüze uyarlanmış halinden bahsediyoruz aslında. 

 

 

Kaynaklar:

 

https://www.pewresearch.org/politics/2020/10/09/the-trump-biden-presidential-contest/pp_2020-10-09_election-and-voter-attitudes_1-04

 

https://www.aecf.org/topics/child-poverty/?gclid=EAIaIQobChMIk66qr9WH7QIVlR4YCh3fLwRHEAAYAiAAEgIJI_D_BwE

 

https://www.statista.com/statistics/203183/percentage-distribution-of-household-income-in-the-us

 

https://nces.ed.gov/pubs2019/2019038.pdf

 

https://www.bbc.com/news/election-us-2020-53575474

 

https://www.atauni.edu.tr/yuklemeler/88c537e262d438bb1cad2cda746989c7.pdf

 

13.12.2020 

 

 

https://odatv4.com/great-reset-operasyonu-basarili-olacak-mi-13122048.html

 

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Virüs salgını: Yeni tedbirler yeterli olmayabilir

Nuriye Ortaylı

Doktor, halk sağlığı uzmanı

 


Erdoğan’ın Covid-19 virüs salgınına karşı açıkladığı yeni tedbirler Haziran’da alınsaydı daha etkili olurdu. Kapanma olmadan bulaşma hızını yavaşlatmak zor. Grafik artan ölümleri gösteriyor.  ( Kaynak: https:gucluyaman.com  )

 

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 17 Kasım’daki Kabine toplantısı ardından duyurduğu ek tedbirlerin Covid-19 virüs salgınının artan bulaşma hızını kesmekte yeterli olup olmadığından önce dünyadaki tablonun Türkiye’yi nasıl etkilediğine kısaca değinelim. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü 16 Kasım tarihli basın toplantısında kuzey yarımkürede salgın sarmalındaki -Türkiye dahil- bütün ülkelere çok net bir mesaj verdi: “Rehavet zamanı değil. Şimdi harekete geçin, çabuk harekete geçin ve kararlı davranın”. 

 

Tekrarlamakta fayda var, sahada çalışan hekimler bulaşmanın  son haftalarda çok hızlandığını  söylüyor. Anlaşılmadıklarını düşünerek “çığlığımızı duyun”, “kırmızı alarm”, “bu bir imdat çağrısı” gibi ifadeler kullanıyorlar. Hepimizin çevremizde hastalanan insanlar var. Hastalananların önemli bir kısmı maske kullanmaya özen gösteriyor, ama ortamda çok fazla virüs olduğu için normalde düşük risk içeren kısa karşılaşmalarda bile virüsü alıyorlar. Özetle bulaşma çok hızlı. 

 

Bulaşmanın bir kez hızlanınca olağan önlemlerle durmadığını, tersine giderek hızlandığını da biliyoruz. Sonuçta durum kötü ve virüs hakkında bugüne dek öğrendiklerimiz, işlerin daha da kötüleşeceğini söylüyor. 

 

Beklenenden fazla ölümlerin gösterdiği

 

Türkiye’de vaka sayıları kamuya açık değil. Ama başka veriler var. Örneğin yazılım uzmanı Güçlü Yaman Ağustos ayından beri düzenli aralıklarla güncelleyerek 19 il merkezi için 2020 yılı için “fazla ölüm” sayılarını  yayınlıyor.  Basitçe anlatırsak, e-devlet ve mezarlık kayıtlarından bulduğu bu yılın ölüm sayılarını, geçen yılların ölüm sayıları ortalamalarıyla karşılaştırıyor ve bu sene gözlenen ölüm sayısı artışlarını grafiklere döküyor. Onun grafiğine bakarsanız, bu “fazla ölümlerin” özellikle 21 Ekim haftasından başlayarak hızlı bir yükselmeyle, iki hafta içinde neredeyse iki katına çıktığını görüyorsunuz. Ortada açıklayıcı başka bir neden yok, ölümlerdeki bu yüksek artış salgına bağlı, yıl içinde gösterdikleri seyir de Covid vakalarının artışıyla uyum gösteriyor. 

 


Geçen yılların ortalamasından daha yüksek olan ölümler Nisan ayındaki artıp, Haziran’da düşmüş, Temmuz ayından başlayarak yeniden yükselmiş. Özellikle 21 Ekimde başlayan hızlanma büyük olasılıkla Eylül ayının üçüncü haftasından sonra hızlanan Koronavirüs bulaşmasına bağlıdır. ( Kaynak: https:gucluyaman.com  )

 

Grafiklerin bize gösterdiği en önemli şey, sonbahar aylarında (ölümlerden dört hafta geriye gidersek), Eylül’ün son haftalarında bulaşmanın çok hızlandığı. Daha sonraki haftalarda ne olduğunu, -ölümlere baktığımız için- maalesef ancak önümüzdeki günlerde, canlar kaybolduktan sonra söyleyebileceğiz. Ama virüs bir kez hızlanınca hemen yavaşlamıyor; tersine giderek hızlandığı görülüyor. 

 

Salgın Eylül’ün ikinci yarısında hızlandı

 

Güçlü Yaman ayrıca 30 Eylül-10 Kasım arasında gözlenen 8756 “fazla ölüm”ün illere göre dağılımını vermiş. Bu kayıpların 30’u İstanbul’da, 12’si Ankara’da, 10’u Bursa’da, 7’si İzmir’de yaşanmış. Onları Denizli, K. Maraş, Konya, Gaziantep, Malatya ve Sivas izliyor. Bu şehirler, paralel bir şekilde, sağlık personelinin hızlanan Covid vakalarından şikâyet ettiği iller. 

 


30 Eylül -10 Kasım arası beklenenden fazla gerçekleşen ölüm sayılarının illere dağılımı, sağlık personelinden  gelen bilgilerle örtüşüyor. ( Kaynak: https:gucluyaman.com  )


Kısacası ölüm verileri de sahadan gelen gözlemleri doğruluyor: Türkiye’de İstanbul merkezli, ama birçok başka büyük ili de etkileyen salgının Eylül’ün ikinci yarısından itibaren giderek hızlandığı görülüyor. 

 

Sağlık Bakanlığının, salgın yönetiminin elindeki veriler de bunlarla paralel olmalı ki 17 Kasım akşamı bir dizi yeni tedbir ilan edildi. Gecikmiş de olsa harekete geçilmiş olması kuşkusuz olumlu. Üzerinde düşünmemiz gereken bu tedbirlerin Covid-19 virüs salgınının yayılmasını durdurup geri çevirmeye yetip yetmeyeceği. 

 

Gelelim yeni tedbirlere

 

Oldukça karmaşık bir dizi yeni tedbir var, anlayabilmek için sınıflamaya çalıştım: 

 

Birinci sınıf tedbirler, yaş gruplarına yönelik kısıtlamalar. 65 yaş üstü ve 20 yaş altı aktif olmayan nüfus, hafta sonları geceleri sokağa çıkamayacak. Bakanlığın elinde bulaşmanın özellikle geceleri olduğuna ilişkin bir veri yoksa bu tedbirin ne işe yarayacağını anlamak zor. 

 

Bakanlık açıklamalarının satır aralarından öğrendiğimize göre başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bulaşma en çok evlerde oluyor. Türkiye’de yaşlıların yaklaşık üçte ikisi, çocukları ve torunları ile ya aynı evde ya aynı bina içinde ya da aynı sokak üzerinde yaşıyor. Yemekleri çoğunlukla birlikte yiyorlar. Dolayısıyla yaşlıları korumanın yolu onların sokağa çıkışlarını kısıtlamak değil, toplum içindeki bulaşmanın hızını düşürmek, yaygınlığını azaltmak. 

 

Gençlerin gece partilerini engellemek için gece sokağa çıkma yasağı Ekim ayında Avrupa’da bazı ülkelerde alınan bir tedbir. Bu ülkeler filyasyon çalışmaları sırasında bu tür gece partilerini bulaşmanın önemli kaynaklarından biri olarak saptadıklarını söylemişlerdi. Türkiye’de benzer bir bulgu var mı? Bilemiyoruz. 

 

Bu tedbirler Haziran’da alınmalıydı

 

İkinci grup tedbir hizmet sektöründen işyerlerine yönelik. Kahvehaneler ve sinemalar tamamen kapatılıyor. Kalabalıkları bir araya getiren kapalı mekanların kapanması içinde bulunduğumuz durumda kaçınılmaz. Kafe ve restoranlar paket servise geçecek. Bu da bulaşmayı azaltabilir. Ancak AVM’ler, marketler, restoranlar, kuaförler vb açık. Gece 22:00’den sabah 10:00’a kadar kapalı olacaklar, ama bu mekanlar zaten geceleri değil, gündüz kalabalık saatlerde riskliler. 

 

İşyerlerine esnek mesai uygulaması tavsiye ediliyor. Zorlayıcı bir karar değil. 

 

Bu tedbirleri Haziran ayında uygulasaydık, çok faydalı olurlardı. Zira o zaman yeni vaka sayıları düşmüştü, bulaşma hızı yavaşlamıştı. İçinde bulunduğumuz durum ise çok farklı. Etrafta bilerek ya da bilmeden enfeksiyonu taşıyan insan sayısı çok fazla, bulaşma hızlanmış durumda, hastaneler alarm veriyor. Kesintili alınan tedbirlerin fazla işe yaramadığını ABD’nin durumu gösteriyor Daha önce dediğim gibi bugüne kadar salgını yönetemediler, ama en azından iyi veri topluyor ve açıkça yayınlıyorlar. 

 

Hayati sektörler dışında kapanma şart

 

Zaman kaybetmeden, kararlı bir şekilde işe yarayacak tedbirler almamız lazım. Hızlanmış bulaşmayı durdurup geri çevirmeyi başarmış ülkelerin deneyimlerinden yararlanarak. 

 

En azından ölümlerin fazla olduğu 10 büyük ilde, en azından 4 hafta kapanarak (iki hafta önce iki hafta kapanmak lazım demiştim, ama o noktayı geçtik. 

 

Maalesef virüs bulaşma hızı arttıkça ve yayıldıkça daha uzun süreli kapanmalar gerekiyor). Hayati sektörler dışında ekonomik faaliyeti durdurarak, evin etrafında yürümek, spor yapmak dışında sokağa çıkmayı kısıtlayarak, büyük grupların bir araya gelmesini yasaklayarak. Küçük esnafı, gündelikle yaşayanları, işsizleri mali yönden destekleyerek. Devlet bugünler için var. 

 

18 Kasım 2020

 

https://yetkinreport.com/2020/11/18/virus-salgini-yeni-tedbirler-yeterli-olmayabilir

 

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com