Sayfalar

Ayvalık'tan çevre felaketleri uyarısı!..

Sefa Taşkın 

Bergama eski Belediye Başkanı

 

 

Ayvalık kentimiz Kuzey Ege kıyılarının incisidir. Kaz Dağı’ndan gelen poyraz esaslı bir serinleticidir sıcak yaz günlerinde. Uçsuz bucaksız zeytin bahçeleri Ege Deniz’inin mavi sularına bu topraklarda kavuşur.

 

Yamaçlara yayılmış zeytin ağaçlarının meyve suyu, zeytin yağının ve dalgalı denizinin küçük balıkları, paparinaların tadı başka bir yerde yoktur. 

 

Başta Cunda/Alibey adası, çevresindeki küçük adalar, karşıdaki Midilli Adası’na uzanan köprüler gibidir. Çokluğundan dolayı belki “ekatonisia = yüzadalar” demiş Helenler onlara. Antik Çağ inancında bu adalar ışığın tanrısı Apollon’la ilişkilendirilirdi. 

 

Ayvalık, bir zeytin ülkesinin başkenti gibidir. Adını aldığı ayva ağaçlarıyla pek ilgisi yoktur. Çevresinde birçok antik kent bulunmasına karşın bugünkü bulunduğu yerde eski çağ izlerine rastlanmaz. 

 

Rumların kente verdikleri “Kidonia” adı “Ayvalık” sözcüğünün Yunancasıdır: “Ayvaların olduğu yer”. 

 

1922’den önce Rumların yoğun yaşadığı kentin adı, Türklerin verdiği “Ayvalık” adının Rumcaya “Kidonia” olarak çevrilmiş hali mi, yoksa tersi mi’dir, bilinmez. 

 

Oysa bu bölge, antik çağda Edremit’ten Aliağa’ya kadar uzanan kıyı toprakları, Midilli adası dahil Aiolis olarak anılan yöredir. 

 

Bir Helen boyu olan Aioller, İ.Ö.1200’lerde, 3300 yıl önce, Yunanistan anakarasından gelip bu kıyılara yerleşmişlerdi. Belki Ayvalık adının kökeni bu sözcükte aranmalıdır. 

 

Yıllarca küçük bir yerleşim olarak var olmuş olması olası Ayvalık, 18.yüzyılın sonlarından itibaren müthiş bir gelişme gösterir. 

 

Kafkas kökenli olup Osmanlı donanmasında ünlenen, Cezayir dolaylarında dahi savaşan Hasan Paşa, bu küçük yerin kaderini değiştirir. Yanında gezdirdiği aslanlarla anılırdı bu Paşa. 

 

Osmanlının Ruslarla savaşında, Cezayirli Hasan Paşa komutasındaki Donanma Çeşme’de Rus donanmasının baskınına uğrar ve imha edilir. 

 

Bu savaşta kahramanca savaşmasına karşın yenilen Hasan Paşa canını kurtaracak, Anadolu’nun Ege kıyılarını dolaşa dolaşa İstanbul’a varacaktır. 

 

Yolda uğradığı Ayvalık’ın Rumları onu hoş karşılayacak, ağırlayacak, koruyacaktır. 

 

İstanbul’a dönen Paşa, Padişah III.Mustafa tarafından önce Beylerbeyi, sonraları Kaptanı Derya yapılır. Devlette önemli yerlere gelir. 

 

Ayvalıklı Rumların ona yaptığı yardımı unutmaz ve kentten hiç vergi alınmamasını sağlar. Kentte Türk azdır.  

 

1839’da Padişah Abdülmecit döneminde yayınlanan Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimlerin mülkiyet sahibi olmasının, dış ülkelerle ticaretin neredeyse serbest hale gelmesinin ardından Ayvalık iyice zenginleşir. Mali yönden otonom/özerk gibidir. 

 

Yerli ve buraya göçen Rumlar bu ticaretin merkezindedir.

 

Öyle ki kentte Rumlara yönelik bir üniversite bile açılır. Balıkesir-Soma’dan Bergama yoluyla demiryolu döşeneceği beklentisiyle bir gar binası bile inşa edilir. 

 

Pembe-kızıla çalan Sarımsaklı taşıyla yapılmış güzelim evler her sokakta boy gösterir. Adalı taş ustaları bu alımlı yapıların ortaya çıkmasında tüm hünerlerini gösterir. Ayvalık artık bir Avrupa kenti gibidir. 

 

1922’de Rumların Yunanistan’a göçü ve nüfusların karşılıklı değiş tokuşu, “Mübadele” sonrasında boşalan kente karşı kıyılardan, özellikle Girit ve Midilli adalarında gelen Türk muhacirler yerleştirilir. 

 

Hayat kendine yeni yollar bulur ancak, bu dönemde yaşanan derin acıların anıları her iki tarafta da hâlâ unutulmaz. 

 

Ayvalık’ın yeni sakinleri geldikleri topraklarda da yaygın olarak bulunan zeytinliklerin işletilmesine yabancı değildir. Kent, becerikli muhacirlerin elinde zeytinyağcılık, sofralık zeytin ve sabun yapımında Türkiye’nin en önemli odağı olur. 

 

Ulaşımın çok sıkıntılı olduğu yıllarda uzun zaman İstanbul’dan İzmir’e çalıştırılan yolcu vapurları Ayvalık’a uğramadan geçmez. 

 

Serin havası, beyaz köpüklü denizi, uzanıp giden ince kumlu kumsalları, hele sapasağlam ayakta duran taş evleri özellikle İstanbul ve Ankaralı varlıklı aileleri, yüksek bürokratları yaz tatili için kente çeker.

 

Bu ortamda zeytincilikten gelen gelirle birlikte kent, yeniden Avrupai bir havaya bürünür. 

 

Şimdi, hele Cunda adasındaki balık restoranlarıyla turizm için bir cazibe merkezi olmayı sürdürüyor. 

 

Böylesine ilgi çekici bir geçmişe sahip olan, coğrafi olarak işaretlenmiş kendi adıyla anılan zeytin ağacı çeşidiyle dünyaca tanınan Ayvalık son zamanlarda başka bir konunun odağında. 

 

Yörede yaşanan bir çevre felaketi bizi uyarıyor.

 

Sırtını Kozak yaylasına uzanan yükseltilere dayayan kentin; komşu yerleşim, eski adı Ayazma (Kutsal pınar) olan Altınova ile birlikte karşı karşıya kaldığı tehdit tüm ülkenin dikkatini çekiyor. 

 

Zeytin cenneti Ayvalık ve yöresi, yıllardır Karaayıt köyünde işletilen demir cevheri içeren madeninin işaret ettiği bir çevre felaketi ile yüz yüze. 

 

Nedir bu felaket? 

 

Nedenleri ve bize yaptığı uyarı nedir? 

 

Ayvalık ve Altınova’nın sırtına yaslandığı yamaçlar yüksele yüksele, şemsiyeye benzeyen görünümleriyle ünlü fıstık çamlarıyla kaplı Kozak yaylasına çıkar. 

   

Olağandışı görümlük doğasının yanı sıra, bir zamanlar pahalı fıstığıyla yayla insanlarını refah içinde yaşatan bu ağaçlar şimdi, büyük olasılıkla çevre kirliliği nedeniyle ürün vermiyor. 

 

Yakındaki termik santralların yaydıkları gazlar ve taş ocakları muhtemelen Kozak yaylasının doğal dengesini bozup çevrenin canına okuyor. 

 

İşte Kozak’a çıkan bu yamaçlara yerleşmiş Karaaayıt köyü yakınında 2009 yılından beri bir demir madeni işletiliyor. 

 

İşletmenin sahibi Bilfer Madencilik Şirketi. Şirketin CEO’su ise Ankara Sanayi Odasının eski Başkanı Sezai Özel. 

 

Maden köye 300 mt uzaklıkta ve dağlardan denize doğru yayılan Altınova tarlalarını, 10 bin hektar alanı sulamak için yapılan Madra barajına 3 km uzak. Köyün kıyısından geçen bir dere baraja akıyor. 

 

Bu madende topraktan çıkarılan demirli cevher çeşitli yöntemlerle işlenerek demiri alınıyor, geriye kalan “pasa” denilen atık yakın bir yerde biriktiriliyor.

 

Sorun burada başlıyor. Bu atıkların içinde, cevherde demirle beraber bulunan, başta arsenik olmak üzere ağır metaller de bulunuyor. Arsenik bildiğimiz fare zehri. Sulara karıştığında çok miktardaysa canlıları öldürüyor, az miktarda ise vücutta birikince kansere yol açıyor. 

 

Bu nedenle, eğer bu tür madenlerin işletilmek zorunluluğu varsa, “atık barajı” da denilen atıkların biriktirildiği yer, yer seçimi, denetimi çok önemli. 

 

Atıkların gevşek zemin nedeniyle yer altı sularına karışması, ya da atık barajının yıkılması, çökmesi, çatlaması gibi nedenlerle yer üstü sularına karışması çevre felaketlerine yol açıyor. 

 

Anlaşılan, son zamanlarda Ayvalık-Karaayıt Demir Madeninde yaşanan tam da bu! 

 

2021 Ocak ayında atıkların biriktirildiği yerde böyle bir çökme olmuş, zehirli atıklar köy yakınındaki dereye karışmış. 

 

Karaayıt köyünden Hüseyin Kocakanat, bu derenin sularını içen birçok keçisinin öldüğünü iddia etmiş. 

 

Bu iddiayı reddeden işletmeci şirket önlem için atık biriktirme alanının beton bloklarla desteklemek istemiş. 

 

Ancak bu kez de 2021 Aralık ayında, yoğun yağışlar sonucu bu bloklar da yıkılmış ve atıklar yakındaki dereye, oradan da binlerce dönüm arazinin sularını sağlayan Madra Barajına akmış. 

 

Bu duruma Ayvalıklı çevreciler ısrarla karşı çıkıyor. 

 

Tabii ki insanlar zehirlenmemiş, temiz bir çevrede yaşamak istiyor. Bu insanlık ve yurttaşlık hakkı. 

 

Bu durum, Ayvalık’ta yaşanan bu çevre kirliliği olayı, çevreye ve insanlara zarar verebilecek işletmeleri, bu işletmeler için verilen izinleri, uygulamaları sorgulamayı gerektiriyor. 

 

Ülkemizin her yanında sayıları gittikçe artan atık barajlı/havuzlu maden işletmelerinde olabilecek kazaların yol açabileceği çevre felaketleriyle ilgili çok dikkatli ve özenli olunmalı. 

 

Doğa her zaman kendini yenileyemiyor. 

 

Ölüyor! 

 

Elbette para önemli ama yaşam karşısında her şey değil! 

 

Ayvalık uyarıyor. Sıra nerede?.. 

 

15 Ocak 2022

 

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ayvaliktan-cevre-felaketleri-uyarisi-1900454

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com 

https://cahit-celik.blogspot.com

28 Şubat’ın “dede generalleri”

Prof. Dr. Tolga Yarman

 

 

Bu satırları, vicdanen yazmaktayım. 28 Şubat 1997 davasında hüküm giymiş bulunan, hepsi dede olmuş “emekli generaller” için çok beğendiğim bir yazıyı, değerli E. Tümgeneral Ahmet Yavuz yazmış. Yazı başlığı şöyle: Kumpaslar Devam Ediyor, 23 Ekim 2021, Cumhuriyet… Ahmet Yavuz; Mahkeme’nin; Günün Başbakanı (ki, Rahmetli’nin milli çizgisine çok saygı duyardım), Prof. Necmettin Erbakan’ın, istifası sırasında, istifa eylemini tamamen kendi takdiriyle (esas itibariyle, önceden saptandığı şekliyle başbakanlığı, koalisyon ortağı öteki partinin genel başkanına devretmek üzere), gerçekleştirdiğini, üstüne basa basa ifade etmesinin, hiç dikkate alınmadığı, hususunu öne çekiyor. 

 

Bir başka yazıyı, değerli E. Tuğgeneral Haldun Solmaztürk, 28 Şubat Davası & Ortak Payda başlığıyla, Gazete Pencere’de, 19 Temmuz 2021’de kaleme almış. Haldun Paşa, tankların Sincan’da sahnelediği tatbikatın, çok önceden tasarlanmış bir tatbikat olduğunu ve fakat bu konudaki sarih bilgilerin ve belgelerin, keza tanıklıkların, mahkeme tarafından katiyen dikkate alınmadığını vurguluyor. Az önce, 28 Şubat 1997 davasında hüküm giymiş bulunan, hepsi dede olmuş, “emekli generaller” derken, sondaki nitelemeyi “tırnak içinde” yazdım, çünkü, insanın içi çok acıyor, hiçbiri hüküm dolayısıyla, artık “emekli general” değil, dede generallerin… Hepsinin apoletleri mahkeme kararı gereğince söküldü. 

 

Bir halt karıştırdı iseler, bin beter olsunlar! Ama şahsen hiç o kanaatte değilim… Bunu ifade etmeyi, vicdan borcu telakki ediyorum… Nasıl etmem: Bir darbe varsa, göbeğinde, meşru kere meşru Cumhurbaşkanı’nın ta kendisi var!... 28 Şubat’ta (1997) Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) başkanlık ettiği için var… Bu Kurul’un, saatler çeken toplantısı uzantısında aldığı zehir zemberek kararlar en başta o imza koyduğu için var… Ondan önce 26 Şubat’ta (1997), İçişleri Bakanlığı’na yerel yönetimlerin bünyesinde köktendinci örgütlenmenin araştırılması istemiyle yazdığı yazı dolayısıyla var... Aynı gün ve en başta, Başbakan Erbakan’a “rejim konusunda endişelerini” anlattığı bir mektup gönderdiği için var… Darbe yaptığı savlanan ve hükümleştirilen paşaların, bu hareketlerine sessiz kalmak bir tarafa, onlarla, işte en başta MGK’da tam bir ittifak halinde olarak mesai birliği içinde olarak var… Nihayet Başbakan Prof. Necmettin Erbakan, yerini koalisyon ortağı öteki partinin (DYP) genel başkanına bırakmak üzere istifa ettiğinde, müstafi başbakan ve onun koalisyon ortağı başbakan adayını, açıkta bırakarak, yeni başbakan olarak, komşu partinin (ANAP) genel başkanını başbakan olarak atarken var…

 

BU DAVANIN TANIĞI DEMİREL’DİR

 

Bu davanın baş tanığı, demek ki, 1997’deki Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’dir. Dava 2013’de açılmıştır. Demirel 2015’te vefat etmiştir. Bu dava, başlangıçta, şeksiz şüphesiz bir kumpas davasıdır ve gördüğüm, Rahmetli Demirel’in tanıklığına katiyen başvurulmamıştır. Buna karşılık, davada üst düzey siyasi tanıklar dinlenmiştir. Bunların biri hariç (1997’de, Cumhurbaşkanı tarafından başbakan olarak atanmayan koalisyon ortağı); hepsi, başta, Erbakan’dan sonraki başbakan (Mesut Yılmaz), askerlerin çok lehine konuşmaktadırlar. 

 

Bu çerçevede, tanıklık yaparken, “Böyle bir davada tanık olmaktan hicap duydum, düzmece belgelerle devlete hizmet eden komutanların rahatsız edilmesi devlet adına ayıptır”, diyen rahmetli Başbakan Mesut Yılmaz’ın (dilerim öyle değildir, ancak, işte), ifadesinin kayıtlardan düşürüldüğünü okuyunca, içimin büsbütün acıdığını, saklamayacağım… 

 

Nihayette apoletleri sökülen, dede emekli generalleri; Harp Akademileri’nde; öğretim üyesi olarak, arabanın benzin parasına ancak yeten ek ders ücreti zemininde, ama benzersiz bir şerefle, otuz yıl boyunca dersler vermiş olmama rağmen; orada, arızî karşılaşmalarımız dışında hemen hiç tanımam… Çoğuyla karşılaştığımı dahi hatırlamıyorum. Ne önemi var: “Doğru” bildiklerimi söylemeye devam etmeliyim.

 

KİMDİR BU DEDE EMEKLİ GENERALLER 

 

İşte kaldıkları cezaevleriyle beraber isimleri… 

 

T.C. Adalet Bakanlığı 1 Sayılı F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’nde (Buca, Kırıklar, İzmir) Kalanlar: Çetin Doğan, Çevik Bir 

 

T.C. Adalet Bakanlığı Silivri Kapalı İnfaz Kurumunda (Silivri, İstanbul) Kalanlar: Ahmet Çörekçi (9. Kısım, Koğuş B2); İlhan Kılıç (9. Kısım, Koğuş B2); Çetin Saner (9. Kısım, Koğuş B1-01); Aydan Erol (9. Kısım, Koğuş B1-01); Kenan Deniz (9. Kısım, Koğuş B-01-03); İdris Koralp (9. Kısım, Koğuş B-01-03) 

 

T.C. Adalet Bakanlığı 1 Sayılı F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Sincan/Ankara) Kalanlar: Fevzi Türkeri (Koğuş B2-6-66); Yıldırım Türker (Koğuş B2-6-66); Vural Avar (Koğuş B2-6-65); Hakkı Kılınç (Koğuş B2-6-67); Erol Özkasnak (Koğuş B2-6-67)

 

https://odatv4.com/guncel/-28-subat-in-dede-generalleri-bir-darbe-varsa-bunun-gobeginde--226105

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

2021’den 2022’ye alınan dersler ve riskler

Prof. Dr. Selva Demiralp

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

 

Geçen yıl bu zamanlarda BBC Türkçe için kaleme aldığım yazıda, “Kasım ayında değişen ekonomi ekibinin şimdiye kadar verdikleri sinyaller bu zamana kadar yapılan hataların farkında olunduğu izlenimi veriyor. Yeni ekip, enflasyon hedeflemesinin bundan sonraki dönemde politika önceliği olacağını ve hukuk üstünlüğünü vurgulayarak uzun süredir duymaya hasret kaldığımız mesajları veriyor” demiş ve eklemişim:

 

“Hükümetten en üst düzeyde verilen mesaj da enflasyonun düşmesi gerektiği şeklinde. Ama enflasyonla nasıl mücadele edileceği konusunda hemfikir miyiz? İşte 2021 yılına girerken en büyük bilinmezlik ve risk unsurlarından birisi bu. Enflasyonu düşürmek için faizler artırılacak mı, yoksa azaltılacak mı?” 

 

Bu soruyu sorma nedenim 2021 yılına kadar Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve hükümet kanadının enflasyonla mücadele konusunda farklı sinyaller vermesiydi. 

 

Hükümet ve TCMB bir ağızdan enflasyon düşmeli deseler de enflasyonun nasıl düşeceği konusunda telaffuz edilmeyen önemli bir fikir ayrılığı vardı. 

 

Hükümet yıllardır enflasyonu düşürmek için faizlerin de düşmesi gerektiğini savunurken, TCMB ortodoks görüşten ayrılmamış ve enflasyonun sıkı para politikası ile düşürüleceğini en azından kâğıt üzerinde vurgulamıştı.

 

Aralık 2020’de sorduğum soruyu takiben, dönemin TCMB Başkanı Naci Ağbal faizleri 400 puan daha artırdı ancak Mart ayındaki son faiz artırımı sonrası görevden alındı ve yerine Şahap Kavcıoğlu getirildi. 

 

Belirsizlik 2022’ye dair öngörüde bulunmayı zorlaştırıyor

 

Eylül 2021 itibarıyla “Enflasyonu düşürmek için faizler artırılacak mı yoksa azaltılacak mı?” sorusunun cevabı artık daha net. 

 

Yeni Ekonomik Program (YEM), hükümet tarafından uzunca bir süredir dile getirilen “enflasyonu düşürmek için faizlerin de düşmesi gerekir” görüşünün artık Merkez Bankası tarafından da benimsendiği bir çerçeve sunuyor. 

 

27 Aralık tarihinde Başkan Kavcıoğlu’nun kur korumalı mevduata ilişkin “Bir taşla beş kuş vuracağız: Kur dengelenecek, enflasyon düşecek, dolarizasyon engellenecek, Merkez Bankası rezervi artacak ve faiz düşecek” ifadesi, düşük faiz politikasına devam ederken enflasyonun da düşeceğine olan inancın altını çiziyor. 

 

2022’ye girerken ekonomi politikası konusunda önümüze koyulan yol haritası belki hiç olmadığı kadar net. Bu durumda ekonomik öngörüler konusunda da aynı netlikte olmamız gerekmez mi? Hem evet hem hayır. Yaşadığımız gelişmeler temel iktisadi prensipleri doğruluyor. 

 

O konuda bir sürpriz yok. Ancak iktisadi prensiplerin ima ettiği nihai nokta ile karar alıcıların ulaşmak istedikleri nokta birbirinden uzaklaştıkça YEM ile ilan edilen yol haritasından sapmalar olmaya başlıyor. İşte bu belirsizlik 2022’ye dair öngörüde bulunmayı zorlaştırıyor. 


2021’den neler öğrendik?

 

Gerek 2020, gerekse 2021 yıllarında politika faizi ile piyasa faizinin aynı şey olmadığını tecrübe ederek öğrendik. Merkez Bankası’nın politika faizini kontrol edebildiğini, bu faizin ancak güvenle birleşirse piyasa faizini arzu edilen yönde değiştirebileceğini gördük. 

 

Doğru zamanda gelen faiz artırımının piyasa faizlerini düşürdüğünü ( Kasım 2020 - Mart 2021 dönemi), yanlış zamanda gelen faiz indiriminin ise piyasa faizlerini artırdığını gördük (Eylül 2021 - Aralık 2021 dönemi). Bu yaşananlar temel iktisadi prensiplerin bir sonucu olup tecrübe etmeden de görebildiğimiz gelişmelerdi. 

 

2021 yılından almamız gereken bir diğer önemli ders, ortodoks iktisat prensiplerinin terkedilmesinin riskli sonuçları olduğu idi. Bilim, gelişmelere ve yeni argümanlara açıktır. Ancak bu argümanların kapsamlı ve ikna edici analizlerle desteklenmesi gerekir.

 

YEM’in çatısını oluşturan “düşük faiz -> zayıf TL -> cari fazla -> döviz birikimi -> kurun dengelenmesi -> enflasyonun düşmesi” argümanının test edilmemiş yan etkilerinin bir kısmını kısa bir süre zarfında gözlemledik. 2022’de gözlemleyebileceğimiz diğer olası risk ve kırılganlıklar ise şöyle: 

 

1) Faiz düştüğü zaman yerli para biriminin zayıflaması, bu suretle cari dengenin iyileşmesi iktisat prensipleri ile tutarlı. Zayıf TL, ihraç ettiğimiz ürünlerin fiyatını düşürürken, ithal ettiğimiz ürünlerin fiyatını yükseltiyor. Ancak bu mekanizmayı sonuna kadar kullanıp cari dengeyi kalıcı bir cari fazlaya dönüştürmek için yerli halkın alım gücünü kısmak ve ithal ürünleri satın alınamayacak kadar pahalı yapmak gerekiyor ki bu durum beraberinde bir refah kaybı getirecektir. 

 

YEM, bu politikanın yapısal bir dönüşümü tetikleyip üretim kapasitemizi artıracağı ve kalıcı bir kalkınma hamlesi olacağını not ediyor. Ancak bu uzun soluklu argümanın toplum tarafından ne kadar kabul göreceği tartışılır. 

 

2) YEM’in başlangıç noktası olan “rekabetçi kur” beraberinde ciddi riskler barındırıyor. TL'nin hızla değer kaybetmesi bir yandan döviz borcu olan şirketlerin borç yükünü artırırken diğer taraftan bankacılık sisteminin döviz cinsi kredilerinin değerini hızla artırarak sermaye yeterlilik oranlarını düşürüp kredi genişlemesinin önünü tıkıyor. Vatandaşın alım gücü hızla azalırken, artan belirsizlik yatırım ve üretim kararlarını sekteye uğratıyor.

 

Kurdaki oynaklığın getirdiği ekonomik hasar ciddi bir tehdide dönüşünce 2021’in son haftalarında geri adım atılarak kura karşı korumalı mevduat (KKM) enstrümanı devreye sokuldu. KKM vasıtasıyla döviz tevdiat hesaplarında bir çözülme başlaması için, yolun bundan sonrasında kurun mevduat faizinden daha az değer kazanacağına dair yaygın bir inanç gerekiyor. 

 

Lakin mevduat faizi enflasyonun ciddi bir şekilde altında olduğu için bu inancı destekleyecek iktisadi zemin henüz oluşmuş değil. Kaldı ki KKM’nin başarılı olup kurda değer kaybının durması durumunda da bu sefer “rekabetçi kur” üzerine inşa edilen YEM nasıl cari fazla hedefine ulaşacak o da ayrı bir soru işareti. 

 

3) YEM’e göre faiz düştüğü zaman cari dengenin iyileşmesi, bu şekilde yabancı sermaye ihtiyacının azalarak kurun ve dolayısıyla enflasyonun kontrol altına alınması planlanıyor. Burada iki sorun var. Enflasyonu kontrol altına almak için geliştirilen mekanizma önce TL’ye değer kaybettirerek enflasyonu daha çok tetiklerken sonrasında TL’nin değer kazanıp enflasyonun düşmesini öngörüyor. 

 

Enflasyonist beklentiler bir kere tetiklendikten sonra aşağı çekebilmek çok zor. Bunu bir kenara koyalım. En iyi ihtimalle, kurdan geçişkenliği sonlandırıp arz kanalından gelen enflasyonu tamamen ortadan kaldırsak bile düşük faizin belki 10 farklı kanaldan da enflasyonu tetiklediğini unutmamak lazım. Bu durumda arz kanalı ile düşecek olan enflasyon, düşük faizle tetiklenecek talep enflasyonunu ve yapışkanlık etkisini nasıl bertaraf edecek? 

 

Ucuz faiz ile desteklenen krediler, kurdan gelecek gecikmeli etkiler ve ücret zamları ile 2022’nin ilk çeyreğinde enflasyonist baskılar daha da artacaktır. 2021’de olduğu gibi 2022’de de enflasyonun en önemli kırılganlığımız olduğunu düşünüyorum. Artan enflasyona karşı faizleri düşüreceği sinyali veren TCMB ve faizleri artıracağı sinyali veren Amerikan Merkez Bankası (Fed) bu endişelerimi daha da güçlendiriyor. 

 

Cari açık düşmeli, ama nasıl? 

 

Bir an için YEM’deki nihai hedefin enflasyondan ziyade sadece cari açığımızı düşürmek olduğunu düşünelim. Cari açığın makul seviyelere inmesi gerekliliği konusunda iktisat camiası hemfikir. Ancak bunun yolu para politikası ile faiz düşürmek değil maliye politikası ile sanayileşmenin teşvik edilmesidir. 

 

İktisat yazını, enflasyon sorunu olan ve aynı zamanda cari açık problemi olan bizim gibi gelişmekte olan ülkelere “Enflasyonu bir kenara bırakın, faizi düşük tutun” tavsiyesinde bulunmuyor. Tavsiye edilen, enflasyonu düşürmek için gerekli olan yüksek faizin sermaye girişlerini tetiklememesi için makroihtiyati tedbirler ya da sermaye girişini azaltacak tedbirler kullanılmasıdır. 

 

Yeni bir yıl bütün bu risklere rağmen beraberinde umut ve enerji de getiriyor. 2022 yılında dileğim, burada altını çizmeye çalıştığım risklerin karar vericilerimiz tarafından kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve etkin çözümlerle bertaraf edilmesidir. Aşının tüm dünyaya eriştiği, pandeminin ve ekonomik zorlukların geride kaldığı, bilimin ışığının bize yön verdiği bir yıl olmasını dilerim. 


01 Ocak 2022


https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59836725

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com 

https://cahit-celik.blogspot.com