Sayfalar

Türkiye’de ihracat potansiyeli en yüksek sektörler hangileri, ileri teknoloji ihracatı ne durumda?

Onur Erem

BBC Türkçe

 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim tek derdimiz var; ihracat, ihracat, ihracat ve bunu başaracağız” sözüyle duyurduğu ihracat odaklı yeni ekonomi modelinin ardından, Türkiye’nin bu alandaki son durumunu ve büyüme potansiyelini inceledik. 

 

Türkiye’nin küresel ihracattan aldığı pay 2013’te yüzde 0,86’yken 2020’de yüzde 0,98’e çıktı. Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre yılın ilk 11 ayında en fazla ihracat sanayi sektöründe gerçekleşti.

 

 

Sanayi ürünlerinde ise otomotiv, kimyevi maddeler, çelik ve hazırgiyim ilk dört sırayı aldı.

 

 

BBC Türkçe’ye konuşan Şekerbank Başekonomisti Dr. Gülay Elif Yıldırım, demir çelik sektörünün 2021’de bu kadar öne çıkmasında küresel emtia fiyatlarındaki artışın yanı sıra Çin’in pandemi sonrasında kendi iç piyasasına yönelik ihracat piyasasından çekilmesinin de rol oynadığını söylüyor.

 

Yıldırım, Türkiye’nin ana ihracatçı sektörlerindeki olumlu görünümün, Türkiye’nin ticaret partnerlerinin 2021’deki büyüme performansıyla ilişkili olduğunu, küresel büyümede 2022’de sıkılaşan finansal koşullarla birlikte bir yavaşlama sürecinin yaşanabileceğini belirtiyor.

 

Savunma ve havacılığın başarısı

 

Öte yandan sene başından bu yana ihracatta en hızlı büyümeyi gerçekleştiren sektör ise gemi ve yat ihracatı oldu, Kasım ayında Ocak’a kıyasla 4,8 katına çıktı. 

 

Dr. Yıldırım, siparişle çalışan ve kâr payı yüksek olan bu sektörün işçilik maliyetlerinin yabancı para anlamında ciddi oranda gerilemesinin avantaj sağladığını ve sektörün ihracatının büyüme potansiyeli taşıdığını belirtiyor.

 

İhracatta büyümesi en hızlı olan diğer sektörler ise çelik, mücevher, kuru meyve mamulleri ile savunma ve havacılık sanayii oldu. 

 

Yıldırım, bu sektörlerden savunma ve havacılığın önemli bir başarı hikâyesi yazdığını, son dönemde ihracatı desteklemenin yanı sıra ithalat talebini de azalttığını vurguluyor: 

 

“Sektörün devlet politikası kapsamında önemsenmesi ile önümüzdeki dönemde iç üretimin yanı sıra ihracatın da güçlü seyrine devamını beklerim.”

 

Hizmet ihracatında potansiyel 

 

Merkez Bankası verilerine göre Türkiye 2019’da 63,5 milyar dolarlık hizmet ihracatı da gerçekleştirdi. 

 

Bunun yüzde 47’si seyahat, yüzde 38’i taşımacılık sektöründe oldu. Üçüncü sırada yer alan telekomünikasyon ve bilgi hizmetlerinin payı ise yalnızca yüzde 2’ydi. 

 

Dr. Yıldırım, hizmet ihracatındaki ithal girdi oranının diğer sektörlere kıyasla daha düşük olduğunu bu yüzden TL’deki değer kaybının hizmet ihracatını diğer sektörlere kıyasla daha fazla artırabileceğini söylüyor. Yıldırım, hizmet ihracatında turizm ve özellikle de sağlık turizminin büyüme potansiyeline dikkat çekiyor. 

 

Merkez Bankası analizi: İhracatçı olma potansiyeli bulunan şirketlerin üçte biri ihracat yapmıyor 

 

Merkez Bankası’nın ihracat potansiyeli yüksek olmasına rağmen ihracat yapmayan şirketlere dair bir çalışması da bulunuyor. 

 

Ekonomist Ünal Seven, Genel Müdür Yardımcısı Merve Artman ve Uzman Yardımcısı Kadir Gürci’nin hazırladığı çalışmaya göre, Türkiye’de ihracatçı olma potansiyeli bulunan şirketlerin yüzde 33’ü ihracat yapmıyor. 

 

Temmuz 2021’de yayımlanan bu analize göre, bazı sektörler yüksek potansiyelli olmasına rağmen ihracat yapmayan şirketlerin oranında öne çıkıyor. 

 

Bunlar turizm, imalat, ticaret ve hizmet sektörleri. 

 

Makalenin yazarları bu şirketlerin ihracat yapar hale getirilmesinin önemini şu sözlerle anlatıyor: 

 

“Ekonomik büyümeyi, kalkınmayı ve cari fazlayı destekleyici politikalar tasarlanırken potansiyeli yüksek ancak ihracat yapmayan firmaların sektör, ölçek ve şehir dağılımlarının dikkate alınması, bu politikaların etkinliğinin ve verimliliğinin artması açısından önem taşımakta. Ayrıca, potansiyeli yüksek olduğu halde ihracat yapmayan firmaları yakından takip ederek bu firmaların ihracat kararı almalarının önündeki engellerin/nedenlerin ortadan kaldırılması ülkemizin kalkınma hedeflerine katkı sağlayabilecek.”

 

İhracatçıların yapısı 

 

TÜİK verilerine göre ihracat yapan şirketlerin yüzde 60,8’i çalışan sayısı en fazla 9 olan mikro işletmelerden oluşuyor. 

 

250’den fazla kişi çalıştıran şirketler ise sayıca az olsalar da ihracatta en büyük paya sahip.

 

 

Türkiye'nin hangi ülkelere ihracatını artırmasının daha kolay olduğunu hesaplamak için Ticaret Tamamlayıcılık Endeksi’ne bakmak da faydalı olabilir. 

 

Bu endeks, Türkiye’nin ihracat yapısının en çok hangi ülkelerin ithalat yapısıyla örtüştüğünü gösteriyor. 

 

Merkez Bankası Kıdemli Ekonomisti Ahmet Adnan Eken ve Uzman Yardımcısı Didem Yazıcı’nın Nisan ayında IMF verilerinden yola çıkarak yaptığı hesaplamaya göre hizmet ihracatında Çin, Rusya, Güney Kore, Almanya ve İtalya gerek yapı gerek büyüklükleri ile Türkiye için yüksek hizmet ihracatı potansiyeli taşıyan ülkeler olarak öne çıkıyor. 

 

Yüksek teknolojinin payı geriliyor 

 

İhracatta önemli bir gösterge de düşük, orta ve yüksek teknoloji ihracatının payı. 

 

Türkiye’de yüksek teknoloji ihracatının payını artırmak hedeflense de hem yüksek hemde orta yüksek teknolojinin ihracattaki payı düşüşte.

 


 

‘Hedef yüksek teknoloji olmalı’ 

 

Şekerbank Başekonomisti Dr. Gülay Elif Yıldırım, yüksek teknoloji ihracatının yılın ilk 10 ayında dolar bazında yüzde 50 artmasına rağmen toplam ihracat içindeki payının azaldığına dikkat çekiyor ve ekliyor: 

 

“Şu an ekonomik programın örnek olarak aldığı Çin artık klasik sektörleri diğer ülkelere bırakırken yüksek teknoloji ürünlerin ihracatında büyüme kararındadır. Bir değişim hedefleniyorsa burada hedef yüksek teknoloji ile büyümek ve bunu sağlamak için gerekli eğitim ve üretim altyapısını kurmaya yönelik bir plan oluşturmak olmalıdır.”

 

Yazılım ihracatı potansiyeli 

 

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) bu yıl hazırladığı Türkiye’de Yazılım Ekosisteminin Geleceği raporuna göre Türkiye ihracatının yalnızca yüzde 0,5’i bilişim sektörünün alt kümesi olarak raporlanan yazılım sektöründen geliyor. Fakat Türkiye’ye benzer ülkelerde bu oranın yüzde 2-3 olması, bu alandaki büyüme potansiyelinin yüksek olduğunu gösteriyor. 

 

Türk oyun yazılımı şirketi Peak Games 2020’de 1,8 milyar dolara yurt dışına satılmış ve Türkiye’nin 1 milyar doları geçen ilk start-up’ı olmuştu. 

 

TÜSİAD Yazılım Çalışma Grubu Başkanı Utku Barış Pazar’a göre 2025 yılına kadar bu sektörde 100 bin ek istihdam ve 10 milyar dolarlık ihracat potansiyeli bulunuyor. 

 

Yazılım işinin uzaktan yapılabilmesi ile Türkiye’de işgücü ve yaşam maliyetlerinin gelişmiş ülkelere göre daha düşük olması bir araya geldiğinde, bu sektörün üretimini ve ihracatını artırması mümkün gözüküyor. 

 

Dr. Gülay Elif Yıldırım, Çin’in iç pazarına yönelmesiyle birlikte küresel ihracat pazarında Türkiye için önemli bir fırsat oluştuğunu, bundan mümkün olduğunca faydalanmak için katma değerli ürünler sunarak küresel ihracattaki payını artırmasının orta ve uzun vade açısından büyük önem taşıdığını söylüyor. 

 

Yıldırım, en geleneksel sektörlerden gıdanın da pandemi sonrası öneminin arttığını ekliyor: 

 

“Yüksek teknolojiye yönelmeye zıt olarak değerlendirebilecek olan gıda sektörü ayrı bir önem arz etmektedir. Özellikle salgınla birlikte hayatımıza giren gıda arz güvenliğinin sağlanmasına yönelik ihracat/ithalat dengesinin tekrar gözden geçirilmesinin hayati önemde olduğunu düşünmekteyim.”

 

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59783576

 

 

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Çin, Türkiye’nin örnek aldığı ekonomi modelini neden değiştirmek istiyor?

Özge Özdemir

BBC Türkçe

              

 

Türkiye’nin değer kaybeden para birimi yüzünden ağır darbe alan ekonomisine yeni reçete, Çin modeli olarak gösteriliyor. 

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TL’nin değer kaybıyla rekabetçi bir para birimine dönüştüğünü, bu sayede Çin gibi Türkiye’nin de ihracatını ve istihdamını artırarak dış piyasaya üretim yapan bir ekonomi olacağını aktardı. 

 

Ancak Türkiye’nin Çin’e dönüşmesi için sadece rekabetçi bir kura sahip olması yetmiyor. 

 

İki ülkenin tarihi dinamiklerinin ve ekonomilerinin yapısı o kadar farklı ki kıyas yapmak çok zor.

 

Bu konuyla ilgili görüşlerini sorduğumuz ABD’deki Carnegie Endowment Asya Programı’nın kıdemli araştırmacısı ve Çin ekonomisi uzmanı Yukon Huang, “Çin'in geçmişinin ve ekonomik tecrübesinin Türkiye ile hiçbir ilgisi olmaması dolayısıyla bu modelin başarı şansı olmadığını” söyleyerek sorularımızı yanıtlamayı reddetti.

 

Diğer yandan bu model ile ilgili bir diğer sorun da Çin’in de aslında ihracata dayanan ekonomi modelini değiştirmeyi amaçlaması.

 

Her ne kadar Türkiye radarını iç tüketime dayanarak büyüyen bir ekonomi olmaktan dış ticarete çevirse de, Çin tam tersini hedefleyerek ihracata dayanan ekonomisini iç pazarın güç kazandığı bir modele dönüştürmeyi hedefliyor. 

 

Devlet güdümünde ancak kapitalizme de yer veren bir ekonomi

 

Çin, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi. 

 

İlk başta pandeminin etkilerinden olumsuz etkileneceği beklense de bu yıl Çin ekonomisi yine hatırı sayılır bir büyüme gösterdi. 

 

Çin ile ilgili en kabul gören tanımlardan biri, devlet güdümünde ancak kapitalizme de yer veren bir ekonomik modeli olduğuna dair. 

 

Carnegie Endowment’dan Çin ekonomisi uzmanı Yukon Huang, Çin ekonomisinin, kaynakların ve ekonomik aktivitelerin devlet kontrolünde olduğu, ancak özel sektör girişimlerine de olanak veren bir yapısı olduğunu aktarıyor. 

 

PBS’in Frontline programının bir haberine göre devlet, enerji kaynaklarını ve mali sistemi kontrol altında tutsa da ülke GSYH’sının yüzde 60’ı özel sektörden geliyor. 

 

‘İhracata odaklı olması dünya ekonomisindeki gelgitler karşısında kırılgan yapar’ 

 

Çin, aynı zamanda dünyanın en büyük ihracatçısı.

 

2020 yılında ihracatının büyüklüğü 2,6 trilyon dolara vardı. 

 

Ancak ekonominin ihracata dayalı olması ekonomi için her zaman sağlıklı bir görünüm ortaya çıkarmayabiliyor. 

 

Danimarka merkezli Danske Bank’ın gelişmekte olan piyasalar müdürü Jakob Ekholdt Christensen, “Bir ekonomi ne kadar ihracata odaklı olursa dünya ekonomisindeki gelgitler karşısında da bir o kadar kırılgan olur” diyor. 

 

Çin’in pandemiden en çok etkilenen ülkelerden biri olmasının en büyük sebeplerinden biri de bu. 

 

BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Christensen, “Sadece büyük bir ihracat sektörü yaratmaya odaklanmak güçlü bir yerel ekonomi yaratmanın altını oyabilir” açıklamasında bulunuyor. 

 

‘Gerçek olmayan büyüme’

 

Çin çok uzun zamandır ihracat ve yatırım odaklı bir ekonomi olmaktan iç tüketim ile büyüyen bir modele dönüşmeyi konuşuyor. 

 

Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in deyimiyle tüketim ile beslenmeyen bir büyüme ‘gerçek’ bir niteliğe kavuşamıyor. 

 

London School of Economics’ten küresel ekonomi uzmanı Stephen Paduano, bir makalesinde Çin ekonomisinin daha çok iç tüketime odaklanmasıyla daha güçlü ve istikrarlı bir büyüme sağlayacağını, dış tüketime daha az bağımlı olacağı için küresel siyasi gelişmelerden daha az etkileneceğini kaleme alıyor. 

 

Çin’in borç krizi 

 

Çin ekonomisinin en büyük sorunlarından biri borç. 

 

Çin’in borcu GSYH’sının yüzde 250’sine varmış durumda. Bu ABD’nin borcundan daha yüksek, dünyanın borç oranı en yüksek gelişmiş ülkesi Japonya’dan daha düşük bir oran. 

 

Bu borcun büyümesinin en büyük nedenlerinden biri 2008’deki küresel ekonomik krizin ardından devlet kurumlarına akan kredi. 

 

Kimilerine göre bu borç hem Çin ekonomisini hem de küresel ekonomiyi tehdit ederken kimilerine göre borcun çoğunluğu kamuya ait olduğu için döndürülebilir bir durumda. 

 

Ancak kamunun borcu tablodan çıkarıldığında hanehalklarının ve özel şirketlerin borçluluğunun da yüksekliği endişe yaratan bir unsur. 

 

Çin’in gayrimenkul devi Evergrande şirketinin temerrüde düşmesiyle içine girdiği borç krizi, bu durumun bir yansıması. 

 

Eşitsizliği ve borçluluğu azaltacak politika: Ortak refah

 

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ülke ekonomisini dönüştürerek borç sarmalının önüne geçmek niyetinde. 

 

Kredi sistemi artık daha sıkı bir şekilde kontrol edilecek; mali genişleme ve kredi kolaylığı geride kaldı. 

 

Şi’nin bu yıl tanıttığı “ortak refah” ismindeki politikası hem ülkedeki borçluluğu azaltmayı hedefliyor hem de Çin’in yıllardır sarf ettiği yüksek büyümeyle oluşan eşitsizliği ortadan kaldırmak niyetinde. 

 

Çin ekonomisinin bir diğer büyük sorunu da bir yanda çok eğitimli ve gelir düzeyi yüksek bir nüfusu varken diğer yanda yoksulluğun artmış olması. 

 

Gelir seviyesinin ve para birimi yuanın değerinin düşük olması, ülke içi tüketimin gelişmesini kısıtladı. 

 

Aynı zamanda gelir seviyesi düşük olan hanehalklarının borçluluğunun da artmasına yol açtı. 

 

Çin Devlet Başkanı Şi ise Alibaba’nın başındaki Jack Ma gibi elitlerin gücünü kırarak, Evergrande gibi şirketlerin gözünün yaşına bakmayarak, sendikaların güçlenmesini, işçilerin yüksek maaş almasını, kırsalda yaşayan göçmenlerin daha iyi sosyal haklara sahip olmasının önünü açarak bu sorunları aşmayı hedefliyor.

 

Çin’in para birimi dolara karşı değer kazanıyor 

 

Türkiye’nin her ne kadar değer kaybeden para birimi yüzünden ihracatını Çin gibi artırabileceği düşünülse de Çin’in para birimi yuan son birkaç yıldır dolara karşı değer kazanıyor. 

 

Çin Merkez Bankası, ekonomik politika hedefinin dışa üretimden iç tüketime dönmesi dolayısıyla değer kazanan para biriminin enflasyonla mücadelede işe yaradığını gördü. 

 

Merkez bankacılığı, ekonomi politikası ve kamu yatırımı konularında bağımsız bir düşünce kuruluşu olan OMFIF’e göre Çin Merkez Bankası, Asya’nın en güçlü merkez bankası olma hedefini taşıdığı için 2005’ten beri daha çok piyasa dinamiklerine yönelik kararlar alıyor. 

 

Financial Times’a göre yuan yıllar boyunca Çin Merkez Bankası’nın kontrolü altında dolara karşı sabitlendiği ya da çok sıkı kontrol edildiği için piyasalar adına önemli bir para birimi değildi. 

 

Ancak 2015 yılında bu durum değişti. 

 

Merkez Bankası yuanın daha serbest bir şekilde hareket etmesine izin verdi. 

 

IMF, 2016 yılında ise yuanı rezerv para birimleri arasına ekledi. 

 

Yuanın bu yılın başından beri dolara karşı değer kazancı ise yüzde 2,5 seviyesinde.

 

‘Ciddi bir gelir transferi demek’

 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Finansal Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ege Yazgan, Türkiye’nin ekonomi politikasını ihracata yönlendirmesini çok sert bir değişim olarak değerlendiriyor.

 

Yazgan’a göre bu durumun yaratabileceği en büyük tehlike Çin’de de olduğu gibi eşitsizliği artırması: 

 

“Yıllardır iç piyasaya çalışan insanlar, dış piyasaya yönelik sektörlerde çalışan insanlardan daha fazla. Bu bir yerden bir yere ciddi bir gelir transferi demek. 

 

Bu gelir transferi, enflasyon ve kur hızla yukarıya gittiği için toplumun en dar gelirli kesimlerini vuruyor.” 

 

Danske Bank’ın gelişmekte olan piyasalar müdürü Christensen, Türkiye’nin Çin’den çok daha küçük ve açık bir ekonomi olduğuna vurgu yapıyor. 

 

Bu yüzden Christensen’a göre yatırımcıların makroekonomi ile ilgili kaygı duymaları durumunda sermayenin kaçması ihtimali Türkiye için Çin’e kıyasla çok daha yüksek: 

 

“Bu aynı zamanda Merkez Bankası sıkı bir para politika izlemezse Çin’den daha hızlı bir şekilde zayıf kurun enflasyona dönüşmesine yol açıyor.” 

 

Christensen’a göre Türkiye’nin ihracat potansiyelini ve büyümesini güçlendirmesi için makroekonomik istikrardan daha önce hayata geçirmesi gereken unsurlar var. 

 

Bunların başında insan kaynağına ve teknolojiye yatırım yapması geliyor; ki Türkiye bu göstergeler açısından OECD ülkeleri arasında çok geride. 

 

Bir diğeri de girişimciliği canlandıracak yapısal ve yasal reformları hayata geçirmesi.

 

10 Aralık 2021

 

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-59601815

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in ‘ortak refah’ politikası dünyayı nasıl etkileyebilir?

Karishma Vaswani

BBC


 

Çin, ekonomik gelişiminin bu aşamasında, artan gelir adaletsizliğini azaltmaya dair politikalar izleyeceğini açıkladı. Fakat bu adımı eleştirenler, iş dünyası ve toplum üzerindeki kontrolün artacağını söylüyor. 

 

Bu “ortak refah” hamlesi ülke içine yönelik olsa da dünyanın geri kalanını da derinden etkileme ihtimali taşıyor. 

 

Bunun en görünür sonuçlarından biri, Çin’deki şirketlerin odağını iç pazarın ihtiyaçlarına yöneltmek. 

 

Son yıllarda küresel kârı artan teknoloji devi Alibaba, Çin’deki ortak refah girişimlerine 15,5 milyar dolar ayırma sözü verdi ve patronu Daniel Zhang’ın tabiyle buna odaklanacak bir görev gücü kurdu. 

 

Şirket Çin’in ekonomik ilerleyişinden fayda gördüklerini söyledi ve “Toplum ve ekonomi iyi durumda olursa Alibaba da iyi olur” açıklamasında bulundu.

 

Rakipleri Tencent de 7,75 milyar dolarlık bir söz verdi. 

 

Çinli şirketler Çin Komünist Partisi’nin kurallarını kabul ettiklerini göstermekte istekli gözüküyor. 

 

Fakat konuştuğum büyük bir Çinli şirketin yöneticisi, Şi Jinping’in yeni vizyonu duyurulduğunda daha fazla şirketin bunu desteklediğini açıklaması için yapılan baskı karşısında “biraz şok olduklarını” söyledi: 

 

“Ama sonra bu fikre alıştık. Mesele zenginleri soymak değil, toplumu yeniden yapılandırıp bir orta sınıf yaratmak. 

 

Sonuçta biz de tüketime bağlı bir işletmeyiz, bu yüzden bizim de işimize gelir.” 

 

Lüks tüketim zarar görebilir 

 

Ortak refah büyümekte olan Çin orta sınıfına odaklanmak anlamına gelecekse bu durum, bu gruba hizmet satan küresel şirketlerin işine yarayabilir. 

 

BBC’ye konuşan Avrupa Birliği’nin Çin Ticaret Odası Başkanı Joerg Wuttke “Gençlerin istihdam edilmesine odaklanılması iyi bir şey” diyor ve ekliyor: 

 

“Ülkelerinde bir süredir yavaşlamakta olan sosyal hareketliliğin bir parçası olarak hissederlerse bu bizim için de iyi olur. 

 

Çünkü orta sınıfın büyüdüğü yerde daha fazla fırsat vardır.”

 

Fakat lüks tüketim sektörü bu durumdan olumsuz etkilenebilir. 

 

Wuttke, “Küresel lüks tüketiminin yüzde 50’ye yakını Çin’de. Çin daha az İsviçre saati, İtalya kravatı ve Avrupa malı lüks araba almaya karar verirse lüks markalar bundan etkilenecektir” diyor. 

 

Wuttke Çin ekonomisinin ortalama bir Çinlinin gelirini artırmak için kritik reformlara ihtiyaç duyduğunu kabul etse de, ortak refah politikasının bunun için en etkili adım olduğundan şüpheli. 

 

Çin’deki Britanya Ticaret Odası’ndan Steven Lynch de ortak refah politikasının, orta sınıfın son 40 yılki ivmeyle büyümeye devam edeceğinin garantisi olmadığı görüşünde. 

 

Çin ekonomisinin son 40 yılda nasıl değiştiğini şöyle anlatıyor: 

 

“30 yıl önce bir Çinli aile ayda bir kere Çin mantısı yiyebilirdi. 

 

20 yıl önce haftada bir yiyebilir oldular. 

 

10 yıl önce her gün yiyebilir hâle geldiler. 

 

Bugün ise araba satın alabiliyorlar.” 

 

Lynch, ortak refah hamlesinin, Alibaba ve Tencent gibi şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk politikaları dışında somut bir sonuca yol açmadığını söylüyor ve ekliyor: 

 

“Ayrıca pek çok sektörde ansızın yeni denetim mekanizmaları oluşturuluyor. 

 

Bu da belirsizlik yaratıyor ve sorulara yol açıyor. 

 

İç pazara dönmeye karar verdilerse, dünyanın geri kalanına gerçekten ihtiyaçları kaldı mı?”

 

‘Yeni sosyalizm’

 

Komünist Parti’ye göre ortak refah hamlesinin merkezinde Çin toplumunu daha eşitlikçi kılma amacı var. Ve bu da küresel ölçekte sosyalizme dair düşünceleri değiştirme potansiyeli taşıyor. 

 

Pekin’deki Çin ve Küreselleşme Merkezi’nden Wang Huiyao “Parti artık ortalama işçilere, taksi şoförleri, kuryeler ve göçmen işçilere odaklanıyor” diyor ve ekliyor: 

 

“Çin bazı Batı ülkelerindeki gibi kutuplaşmış bir toplum istemiyor. Çünkü bu ulusalcılığın ve küreselleşme karşıtlığının yükselişine yol açıyor.” 

 

Uzun zamandır Çin üzerine çalışan uzmanlar ise eğer Komünist Parti sosyalizmi (Çin yorumuyla) dönüştürerek, bunu dünyanın geri kalanı için ilgi duyulan bir model haline getirmek istiyorsa, ortak refah hamlesinin bu yolda doğru bir adım olmadığı görüşünde. 

 

Oxford Üniversitesi’ndeki Çin Merkezi’nden George Magnus, “Bu sola doğru atılan bir adım ve Şi Jinping göreve başladığından beri artan kontrol isteğinin bir parçası” diyor. 

 

Magnus, ortak refahın Avrupa tipi sosyal refah modeline benzemediğini de söylüyor: 

 

“Parti’nin hedefleriyle uyumlu hareket edilmesi için örtük bir baskı var. 

 

Yüksek ve aşırı gelirler vergilendirilecek, şirketlerin Parti’nin ekonomik hedefleri doğrultusunda bağış yapması için baskı artacak. 

 

Fakat kademeli vergilendirme olmayacak.” 

 

Tepeden aşağı Çin ütopyası 

 

Ortak refahın, Şi Jingpin’in Çin’i yönetim tarzının önemli bir parçası olacağı aşikar. 

 

Bu daha eşitlikçi, daha büyük ve zengin bir orta sınıfa sahip, şirketlerin yalnızca almadığı aynı zamanda verdiği bir toplum vaadi anlamına geliyor. 

 

Komünist Parti tepeden aşağı bir Çin ütopyasının dünyaya, Batı’nın sunduğundan daha güvenilir bir model sunacağını umuyor. 

 

Fakat bunun bir handikabı var: Komünist Parti’ye daha fazla güç ve kontrol verilmesi. 

 

Çin yabancı şirketler için her zaman zor bir pazar olmuştu fakat dünyanın en büyük ikinci ekonomisi artık daha da zorlu olacak.

 

7 Ekim 2021

 

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-58824897

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

BAE 10 milyar da İsrail’e ayırmış

Orta Doğu’da Soğuk Barış

 

Namık Tan

(E) Büyükelçi

 

 

Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Türkiye’ye 10 milyar dolar fon kullandırma sözü veren 

BAE Veliaht Prensi’nin daha önce İsrail’e da aynı miktarda fon sözü verdiği anlaşılıyor. 

Anlaşmalar Orta Doğu’da İngiltere-ABD girişimiyle bir “Soğuk Barış” kurgusuna işaret ediyor. 

(Foto: Cumhurbaşkanlığı)

 

Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed El Nahyan’ın (MBZ) 24 Kasım’da Türkiye’ye yaptığı resmî ziyaret, Türkiye’de daha çok ticari ve ekonomik perspektiften değerlendirildi. Ziyaretin, siyasi anlamı pek irdelenmedi. Orta Doğu’da bir nevi karşılıklı nefret ilişkisi içinde olan Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) neden birden barışma kararına vardıkları sorgulanmadı. 

 

Bunu anlayabilmek için Orta Doğu yaşanmakta olan değişime göz atmamız gerekiyor. Özellikle, Arap Baharı sonrasında bölgede köklü değişiklikler oldu; kartlar adeta yeniden karılıp, dağıtılmaya başlandı. 

 

Örneğin, bölgedeki Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkileri dramatik değişikliğe uğradı. İsrail, önceki yıl ABD öncülüğünde BAE ile imzalanan İbrahim Anlaşmasının yarattığı ivme sayesinde, neredeyse yarım düzine Arap ülkesiyle diplomatik ilişki kurdu. 

 

İsrail, geçen hafta Fas ile istihbarat ve savunma sanayii alanlarında işbirliğini, ortak tatbikat ve silah alımını öngören bir anlaşma imzaladı. İsrail’in, 1993 Oslo anlaşmalarından bu yana Fas ile resmî ilişkileri mevcuttu. Ancak, ilk defa bir Arap ülkesiyle böylesine kapsamlı bir anlaşma imzalıyordu. 

 

BAE İsrail’e de 10 milyar dolar fon ayırdı 

 

Fas’ın yanı sıra, anlaşmanın imzacıları BAE ve Bahreyn’in İsrail ile ilişkileri de önemli ölçüde gelişme kaydetti. Abu Dhabi ve Dubai’den iş insanları, özellikle yüksek teknoloji alanında, İsrailli girişimcilerin projelerine önemli yatırımda bulunmaya başladılar. İsrailliler için, şimdilerde, Dubai ve Abu Dhabi turizm cennetine dönüşmüş bulunuyor. BAE, İsrail’e yönelik yatırımlar için, aynı Türkiye’ye yaptığı gibi, 10 milyar dolarlık bir fon ayırdı. Bahreyn ve İsrail, aralarındaki ticari engelleri bütünüyle kaldırdı. 

 

En önemlisi, kısa bir zaman önce, İsrail, BAE ve Bahreyn deniz kuvvetleri, ABD’nin 5 inci filo unsurların da katılımıyla Kızıldeniz’de bir ortak tatbikat icra ettiler. Bu tatbikatın, bölge ülkelerinin İran tehdidinden duydukları endişe çerçevesinde düzenlendiği aşikârdı. 

 

İsrail’in, İbrahim Anlaşması bağlamında, BAE ve Bahreyn ile geliştirdiği işbirliğini (Hindistan’ı da katarak) Orta Doğu QUAD’ı olarak adlandıralar var. ABD’nin Çin’i çevreleme siyaseti çerçevesinde Hindistan, Avusturalya ve Japonya ile uzak Asya’da oluşturduğu QUAD’ın bir benzeri bu defa İran’ı çevrelemek üzere Orta Doğu’da şekillenmeye başladı. 

 

Mutfakta biri mi var? 

 

İsrail’in, Ürdün ve Mısır ile eskilere dayanan ilişkileri de düşünüldüğünde, bölgedeki Arap ülkelerinin İsrail ile ilişkilerinin ABD öncülüğünde yeniden yapılandırılmaya çalışıldığını söylemek yanlış görülmemeli. 

 

BAE ve Bahreyn’i izleyebilecek en az üç bölge ülkesinin olduğu konuşulmakta. Bunlardan birinin Umman olması şaşırtıcı olmaz. Suudi Arabistan (SA) ise biraz daha beklemek istiyor gibi görünüyor. Ancak İsrail’e karşı eskisine göre çok daha ılımlı davranıyor. Suudi Arabistan’daki liderliğini tam anlamıyla kabul ettirememiş olan Veliaht Prens Muhammed bin Salman (MBS), önümüzdeki dönemde, ABD ve İngiltere’nin de baskılarıyla İsrail ile ilişki tesis etmek konusunda adım atabilir.

 

Bütün bu gelişmeler, kendiliğinden olmuyor, elbette. Küresel güçler arasında Orta Doğu’da nüfuz alanlarını genişletmek amacıyla sürdürülen kıyasıya rekabetin de bu gelişmelerde belirleyici rolü var.

 

Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılan İngiltere’nin, Orta Doğu’da oluşturulmaya çalışılan yeni düzenin şekillenmesine öncülük ettiği anlaşılıyor. İngiltere-Amerika stratejik yakınlaşmasının da bu hususta önemli rol oynadığı görülüyor. 

 

İngiltere, Müslüman Kardeşler ve Türkiye

 

Öyle ki, Çin-Rusya aksına karşı yürütülen küresel rekabeti öncelemesi sebebiyle bir süredir Orta Doğu’ya ilgisini kaybetmiş görünen ABD’nin Orta Doğu siyasetini de İngiltere’nin yönlendirdiği yorumları yapılıyor. Bu da, ABD’de Demokratların sol kanadının baskısı sebebiyle İsrail konusunda ön planda gözükmek istemeyen Biden yönetiminin işine geliyor. 

 

İngiltere’nin, özellikle Körfez ülkeleri üzerindeki tarihi ağırlığını ve bu çerçevede kurmuş olduğu sağlam ilişkileri de not etmekte yarar var. İngiltere, bölgedeki siyasi etki gücünü daha da artırmak amacıyla geçen hafta Hamas’ı resmen terörist örgüt olarak kabul etti. Böylece, Hamas ve muadili Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini tamamen sona erdirdi. Bu da, hem İsrail’i hem Müslüman Kardeşler’den rahatsızlık duyan Körfez ülkelerini ziyadesiyle memnun etti. Orta Doğu’da ağırlıklı role sahip, Mısır ve Ürdün, hatta Suriye yönetimince olumlu karşılandı.

 

Bölgesel güç olan Türkiye, bilhassa son on yılda izlediği yanlış politikalar sebebiyle, Orta Doğu’da çok ciddi bir zemin kaybı yaşadı. Bu çerçevede Suriye, İsrail ve Mısır başta olmak üzere birçok bölge ülkesiyle diplomatik ilişkileri sekteye uğradı. Bu, Türkiye’nin, yeniden şekillenmekte olan Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de oyun kurucu ve yönlendirici olarak rol almasına engel oldu. Ayrıca, hesap hatası yaparak, İbrahim Anlaşmalarına baştan karşı çıkmasıyla hem Orta Doğu’da hem Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı cepheler oluştu. 

 

Orta Doğu’da İngiltere ağırlığı

 

Türkiye’nin, inişli çıkışlı ve öngörülebilir olmaktan uzak politikalarıyla adeta bir oyun bozucu olarak görülmeye başlanması, bölgede İran etkisini dengelemeye çalışan ABD ve İngiltere ikilisini de rahatsız etti. Diğer taraftan, küresel planda ABD ile Çin arasında başlamış olan, AB’nin ABD’yi, Rusya’nın da Çin’i desteklediği yeni nesil soğuk savaşta Türkiye’nin tutumunun ne olacağı da büyük önem taşıyor. 

 

ABD ve İngiltere, sert gücünü kullanmakta tereddüt etmeyen Türkiye’nin, bölgeye iyice yerleşen Rusya ile daha çok yakınlaşmasının önüne geçmek istiyor. Türkiye’nin batı aksının içinde yer alması, Çin ve Rusya ile ABD ve AB cepheleşmesi bakımından da çok önem taşıyor. Bu çerçevede, ABD ve AB, Türkiye’nin bir süredir izlediği özerk politikalara göz yummaya, hatta uyum sağlamaya başladılar. Nitekim, ABD ve İngiltere, demokrasi ve insan hakları konularındaki iletişimi AB üzerinden yürütmeye tercih ettiler.

 

ABD, Orta Doğu’da yumuşamanın konsolide edilmesi sürecini yönetmek hususundaki sorumluluğu tamamen İngiltere’ye bıraktı. Bölgeye ilişkin tarihi birikimi ve tecrübesi çerçevesinde, İngiltere, bence üstlendiği görevi başarıyla yerine getiriyor. 

 

Soğuk Barışı oluşturan koşullar

 

BAE’nin, devlet kapasitesinin çok üstünde rollere soyunması üzerine, bölgenin ağırlıklı ülkeleri İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye ve diğer bazı Arap ülkelerinde yarattığı rahatsızlık, İngiltere’nin kurguladığı bölgeye ilişkin yeni düzeni tehdit etmeye başladı. BAE’nin, Suudi Arabistan ile ilişkileri de belli ölçüde gerginleşti. MBZ ile MBS arasındaki işbirliği yara aldı. BAE, son zamanlarda Körfezde sahip olduğu ağırlığı kaybetmeye, bir anlamda yalnızlaşmaya başladı. 

 

Erdoğan yönetimi, bölgede bir süredir yaşamakta olduğu, hatta bir zamanlar övündüğü yalnızlığı kırmak istiyor. Ancak, Mısır, İsrail gibi arasının bozuk olduğu bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme girişimleri bir türlü istenen sonucu vermiyor. Buna, bir de giderek derinleşen ekonomik kriz ve dış kaynak arayışı eklendi. Dolayısıyla, bölge ülkeleriyle ilişkileri yeniden kurma ihtiyacı öne çıktı. 

 

Bu durumu fırsat olarak değerlendiren İngiltere, ABD’nin de desteğiyle, iki ülke arasında yaptığı arabuluculuğu başarıyla sonlandırdı. İki ülkeyi “soğuk barış” için ikna etti. İçinde bulundukları siyasi yalnızlıktan kurtulmaları için alan açtı. Artık, top Türkiye ve BAE ikilisinin sahasında. Bu hayli kırılgan yakınlaşmanın içini doldurarak, sıcak ve verimli bir işbirliğine dönüştürmek iki ülke yönetimlerinin elinde. Bunu başarıp, başaramayacaklarını zaman gösterecek.

 

29 Kasım 2021 – https://yetkinreport.com/2021/11/29/bae-10-milyar-da-israile-ayirmis-orta-doguda-soguk-baris

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com