Sayfalar

28 ŞUBAT'IN 24. YILINDA

Emekli Orgeneral Çetin Doğan: 

FETÖ, 28 Şubat’a da belge üretti 

 

28 Şubat, 1997’de yaşandı. 103 sanıklı dava, AKP’nin yargıyı FETÖ’ye teslim ettiği yıllarda açıldı. Davanın sanıklarından emekli Orgeneral Doğan, “Son günlerde yandaş medyada 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması, Yargıtay safhasındaki davanın incelemeye alındığının işaretidir” dedi, FETÖ’nün 28 Şubat davasında da sahte belge ürettiğini söyledi.

 

İpek Özbey

 

 

- “Genelkurmay Başkanlığı, ‘Gizli’ gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren ‘evrak güvenlik numarası’ uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak ‘numaratör’ ile kaşelenmeye başlanmıştır.”

 

- “Kumpasçıların 1997 tarihini taşıyan, ürettikleri ve amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’ bulunmakta. 28 Şubat davasının ek klasörlerinde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde ‘evrak güvenlik numarası’nın bulunması, bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor.” 

 

- Sayın Doğan, Türkiye bir ara yargı reformunu tartışıyordu, şimdi de yeni anayasayı.. “Amaç, gündem değiştirmek” diyenler de var... Siz ne düşünüyorsunuz?

 

Amaç, gündem değiştirmekse “uzay muhabbeti” türünden konuların ortaya sürülmesinin kamuoyunda çok daha fazla ses getirdiğini birileri “Encümen-i Daniş”e fısıldasa iyi olur. Bu tür muhabbetlerle ahali kasvetli karantina günlerinde Nasreddin Hoca’nın torunlarının ürettikleri gülmeceler ile nasipleniyorlar. “Bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedeldir” diye bir atasözümüz bile var, unutulmasın. Yeni anayasa tartışmasını gündeme taşımak bizim sadece içimizi acıtıyor. Uygulanmayan bir anayasa ve usul hukuku varken, yargı erkinin ahaliye çektirdiği çile ortadayken, yeni anayasa ve yargı reformu tartışması açmak ahalinin ne işine yarıyor? Havanda su dövmenin zamanı olmadığını belirtmek için, bazı hatırlatmalar yapmak uygun olacaktır. Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur. Şimdiye kadar “Özgürlük, bağımsız ve tarafsız yargı” ve de “Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, etkin yürütme sistemi” sloganları ile gündeme taşınan, kabul gören iki referandumun ardından ulaştığımız nokta ortadadır. Hafıza tazelemesi amacıyla konuyu biraz daha açıklığa kavuşturalım. 

 

AMAÇ CUMHURİYET KURUMLARINI TESLİM ALMAK

 

- Az önce bir ifadeniz oldu, onu açalım diyorum: “Yeni anayasa ve yargı reformlarının gündeme getirilmesi hep toplumsal düzeni aşamalı olarak siyasi İslama taşıma amaçlı olmuştur.”

 

Evet, öyle dedim. Bakınız, FETÖ ile kol kola başarı ile tamamlanan 12 Eylül 2010 referandumunun amacı, siyasi İslam ve keyfi yönetime karşı direnç gösteren Cumhuriyet kurumlarını teslim almaya yönelik olmuştur. Bu amaç için referandumda hiç kimsenin itirazı olamayacak “Tam bağımsız ve tarafsız yargı” sloganı başarıyla kullanılmıştır. Bu başarıda, “kullanılmaya elverişli liberal (!) aptal” kesimlerin katkıları da elbette yadsınamaz. Sonuçta adaletin simgesi Themis’in giysisi hoyratça yırtılmış, elindeki kitap parçalanmış, ayağının altındaki yılan serbest kalmış ve de elindeki kılıç yobaz ellerde laik, demokratik, Atatürkçü yurtsever güçlere karşı acımasızca kullanılmıştır. 

 

- 16 Nisan 2017 referandumu için de aynısı söylenebilir mi?

 

15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin ardından devlet yönetiminde tek hâkim güç olarak cumhurbaşkanı “zuhur” etmiştir. Cumhurbaşkanı’nın anayasaya aykırı fiili uygulamalarını yasal bir zemine kavuşturmak acil bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda yeniden referanduma yeşil ışık yakan Sayın Bahçeli’nin sözleri hatırlanacaktır. 16 Nisan 2017 referandumunda AKP’nin kullandığı “Kararımız evettir... Yeni Türkiye, güçlü Türkiye, Türkiye’nin sorunlarını aşacağı etkin bir yürütme sisteminin kurulabilmesi için evettir” sloganını hatırlayalım. Referandum sonucunda fiilen demokratik parlamenter sistem sonlandırılmış, ülkemize özgü, II. Meşrutiyet dönemi padişahlarından daha yetkili, buna karşılık icraatından sorumsuz, ülkemize özgü bir “başkanlık sistemi” hayata geçirilmiştir. 

 

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ERKEN GENEL SEÇİMLE İLGİLİ

 

- Yargı reformu ve yeni anayasa tartışmasının niçin gündeme taşındığını konuşmaya devam edelim. Bu istemin ardında nasıl bir akıl var?

 

“Yargı Reform Paketi” ve de anayasa değişikliği için başlatılan süreç, kaçınılmaz görünen erken genel seçimle ilişkilidir. Yaşam tutkusu, geleceğini güvenceye alma, hesap verme kaygısı, insanoğlunun doğal içgüdüleridir. Cinci hocalar, “sevap işleyerek” ahirette hesap vermekten kurtulmanın bin bir yolunu gösterseler de yaşadığımız bilgi çağında kul hakkı yiyenler için “Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner” söylemi daha geçerlidir. Bu nedenle iktidar sahiplerinin kamuoyunda kuşku verici iddialarının gelecekte yasal zeminde sorgulanmasını önlemeye yönelik metinleri şu veya bu şekilde reform paketine sıkıştırmak isteyecekleri bilinmelidir. Özetle: Baskın bir erken seçime, Millet İttifakı’nın toparlanmasına fırsat vermeden takviyeli bir Cumhur İttifakı ile gidilmesini sağlamak, bu arada hazırlanacak metinlerde cumhurbaşkanın üçüncü defa seçimi, eski hesapların kapatılması, cumhurbaşkanın yemin metni ile uygulamadaki çelişkinin giderilmesi gibi mevcut pürüzleri gidermek ve yanısıra inisiyatifin kamuoyunca genel kabulünü sağlayıcı kozmetik nitelikte tatlı/ekşi sosların metinlerde yer alacağından kuşku duyulmasın. 

 

- Röportaj yaptığım tüm hukukçular aynı noktaya dikkat çekerek “Türkiye’de yasalarda sorun yok... Sorun uygulamada” diyor. Öyleyse biz niye sürekli reform yapıyoruz?

 

Tabii. Ülkemizde “adaletin” acınası hali bütün eksikliklerine rağmen anayasa ve yasa metinlerinin uygulanmasından değil, daha çok, uygulanmamasından kaynaklanıyor. Yargıdan duyulan şikâyetin kaynağı yargı erkinin siyasetin tasallutunda bulunması ve yargı içine siyaset simsarlarının çöreklenmiş olmasıdır. Yargıyı siyasetten arındırmadıkça, çağdaş demokratik bir toplum için vazgeçilmez demokratik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması olanaksızdır. Bu nedenle, önce anayasa ve yasa metinlerinde görülen eksikliklerin tartışmaya açılması, arabayı atın önüne koşmaktan başka bir şey değildir. Silah arkadaşlarımla birlikte 10 seneyi aşkın süredir yargı girdabında çektiğimiz ve hâlâ da çekmeye devam ettiğimiz çilenin kaynağı, ülkemizde “yargı erk”inin tepen tırnağa büyük ölçüde siyasallaşmış olmasıdır. Yaşadığımız Balyoz ve 28 Şubat davaları sürecinde hâkim ve savcıların gözlerinin, adaletin terazisine değil, daima iktidarın işaretine, söylem ve eylemlerine odaklı olduğunu gördük. Her iki davanın bizce hâlâ devam eden sürecinde iktidar sahiplerinin davaya müdahale niteliğinde onlarca demeci tazeliğini korumaktadır. Siyasi davalarda hâkim ve savcıların yönlendirilmesinde “yandaş medyanın” da önemli işlevi olmaktadır. Ne zaman bizim “yandaş medyanın” silahşorları Bremen mızıkacıları gibi hep bir ağızdan Balyoz ve 28 Şubat davalarını gündeme getirseler, bilirim ki “yargı” ve “yönetime” bir hizmet yarışı başlamıştır. Son günlerde “yandaş medyada” 28 Şubat sürecinin gündeme getirilmeye başlanması Yargıtay safhasındaki bizim davanın incelemeye alındığının işaretidir. 

 

3 BİN 500 SAYFALIK GEREKÇELİ KARAR ÇÖPTEN İBARET

 

- İlginç. Bu sonuca nereden vardınız?

 

Önce 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu özetlemek isterim. Avukatımız Sayın Aykanat Kaçmaz, bütün sanıklar ve sanık avukatları adına, 8.7.2020 tarihinde 1734 sayfa, 18 ek, 1 CD ve 1 DVD’den oluşan bir bavul dolusu belgeyi “ortak savunma dilekçesi” olarak Yargıtay’a teslim etmiştir. Dilekçede sunulan belgeler 28 Şubat davasının gerek davayı kotaranlar gerek davayı sürdüren hâkim ve savcılar ve gerekçeli karara esas alınan sahte dijital kanıtlar, bilirkişi raporları açısından, Balyoz ve türevi davalarının karbon kopyası olduğunu kanıtlamıştır. Bu bilgiler, çok ayrıntılı olarak 28 Şubat davasının neden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte hiçbir ayrıntıya girmeye gerek kalmadan Genelkurmay Başkanlığı’na ait güncel tek bir resmi belge ile Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin davaya ilişkin 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararının çöpten ibaret olduğunu ortaya koymaya yeterlidir. 

 

- Nasıl bir belge! “Çöpten ibaret” ifadesi çok iddialı... Sahte mi?

 

Söz konusu belge, Ankara 21. İstinaf Bölge Mahkemesi ve Yargıtay’a sunulan dosyada yer almaktadır. Madde başlıkları halinde açıklayalım: 28 Şubat davasının 3 bin 500 sayfalık gerekçeli kararında “Mahkeme heyetinin suçun sübutuna ilişkin kanaate ulaşmasında esas alınan deliller” yer almaktadır. Bu delillerin tamamının üzerinde sahte olduklarını kanıtlayan rakamsal damgalar bulunmaktadır. 

 

- Damgaları vuran kim(ler)?

 

“Kusursuz cinayet olmaz” söyleminin doğruluğunu kanıtlayan bu damgalar, sahte delilleri üretenler tarafından vurulmuştur. Genelkurmay Başkanlığı, “Gizli” gizlilik derecesine sahip evrakın dışarıya sızdırılmasına karşı bir önlem olarak 5 Kasım 2002 tarihinden itibaren “evrak güvenlik numarası” uygulamasına geçmiştir. Bu tarihten itibaren Genelkurmay Karargâhı dışına yayımlanan evrak “numaratör” ile kaşelenmeye başlanmıştır. Gel gör ki kumpasçıların 1997 yılı tarihini taşıyan ürettikleri ve de amaçlarına uygun olarak tahrif ettikleri gerçek belgeler üzerinde evrak güvenlik numarası bulunmaktadır. Genelkurmay Başkanlığı arşivindeki bütün gerçek belgelerde ise 2002 yılı öncesinde yayımlanmış hiçbir belgede doğal olarak evrak güvenlik numarası bulunmamaktadır. 

 

BELGE İÇERİKLERİNİN TAHRİF EDİLMİŞ OLDUĞUNUN KANITI

 

- Tüm bu olup bitenler bize neyi gösteriyor?

 

28 Şubat davasının ek klasörlerde 2002 yılı öncesine ait bir kısım gerçek tarih sayılı belgelerin üzerinde evrak güvenlik numarasının bulunması bu belgelerin içeriklerinin de tahrif edilmiş olduğunu kanıtlıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nın evrak güvenlik numarası uygulamasına ilişkin resmi yazısının başlık kısmı ile ilgili maddesini içeren fotoğraf alıntısını da size vereceğim. Belgenin aslı, Ankara 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne ve Yargıtay’a sunulan dava dosyasındadır. 28 Şubat davasının gerekçeli kararında “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasına esas alınan delillerden” olduğu nitelendirilerek yüzlerce defa atıfta bulunulan ilk üç sahte belgenin tarih sırasına göre fotoğraf alıntıları görülmektedir. Fotoğraf alıntılarının üzerinde “evrak güvenlik numarası” belirgin olarak görülmesi için kırmızı kalemle işaretlenmiştir. Sahte belgelerin tamamı Genelkurmay amblemli 5 No’lu CD’ye kayıtlı olup çıktıları alınarak dava dosyasına konmuştur. Söz konusu CD’yi FETÖ savcısına teslim eden ise TSK’den “Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi nedeniyle” 1997 yılında ilişiği kesilen bir tabip yüzbaşıdır.

 

- Belgeden ne zaman haberdar oldunuz?

 

“Evrak güvenlik numarası” uygulanmasına Genelkurmay Başkanlığı’nca ben emekli olmadan bir yıl önce başlanmıştır. Dava dosyasındaki 1997 tarihli belgelerde “evrak güvenlik numarası”nın vurulmuş olmasını, evrakların soruşturma evresinde Genelkurmay Karargâhı’ndan 2012 yılı itibari ile gönderilmiş olmasından dolayı hiç yadırgamamıştık. Söz konusu evrakı çok ayrıntılı bir şekilde inceleyen davanın sanıklarından Sayın E. Alb. Erkan Yaykır, Ankara Bölge 21. İstinaf Mahkemesi’ne sunulmak üzere “Ortak Çatı Savunmasını” hazırlama aşamasında dikkatimizi çeken bir tespitini paylaşmıştır. Sahte ve tahrifata uğramış 1997 tarihli gerçek belgelerin tamamı “evrak güvenlik numarası” ile taranmış olarak Tamer Tatar tarafından savcılığa teslim edilen CD’nin içeriğinde bulunmaktadır. Bu suretle Genelkurmay Karargâhı’ndan cumhuriyet savcılığına gönderilen belgelerin aslında CD’den çıktı alınarak Genelkurmay Başkanlığı’ndaki işbirlikçilere gönderilen belgeler olduğu belirlenmiştir. Sahte ve tahrifata uğratılmış belgelerin orijinal kaynağı olan CD’de taranmış olarak “evrak güvenlik numarası” taşıması, kurulan kumpasın tartışmasız kanıtıdır. Bu kanıt Genelkurmay Karargâhı’nda “evrak güvenlik numarası” uygulamasının tarihçesi hakkında bilgi sahibi olmayan kumpasçıların “olay mahallinde” farkına varmadan bıraktıkları izleridir. 

 

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NIN TEYİDİNDE SORUN YAŞADIK

 

- Nasıl ele geçirildi?

 

Evrak güvenlik numarasına ilişkin söz konusu Genelkurmay belgesinin ele geçirilişi biraz “pehlivan hikâyesine” benziyor. Uzatmadan özetleyeyim: Sayın Yaykır’ın önerisi üzerine ortak çatı savunmasının hazırlanmasında görev alan avukat Sayın Ömer Çelikkese, 22 Temmuz 2019 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na “Bilgi Edinme Hakkı” kapsamında bazı bilgi ve belgeleri talep eden bir dilekçe göndermiştir. Talep edilen bilgiler arasında “evrak güvenlik numarası” uygulamasının Genelkurmay Başkanlığı’nda ne zaman başladığı hususu da yer almaktadır. Yapılan resmi yazışmalardan anladığımız kadarı ile Genelkurmay Başkanlığı’nca 21. Bölge İstinaf Mahkemesi’ne 30 Temmuz 2019 tarihinde bir yazı göndererek söz konusu dilekçeye cevap verilip verilmeyeceği hususunda bilgi talebinde bulunmuştur. 21. Ankara Bölge İstinaf Mahkemesi 12 Eylül 2019 tarihli cevabi yazısında “Talep edilen bilgi ve belgelerin verilmesi hususunda bir değerlendirme yapılmasının uygun olmadığı” şeklinde yanıt vermiştir. Bunun üzerine Genelkurmay Karargâhı’nda başkanlıklar düzeyinde bir toplantı yapılarak durum değerlendirmesi yapılmış ve nihayet evrak güvenlik numarası uygulamasına Genelkurmay Karargâhı’nda 5 Kasım 2002 tarihinde başlandığına ilişkin emrin tarih ve sayısı dilekçe sahibine resmen bildirilmiştir. Bu noktada dava sürecinde ortaya çıkardığımız sahtekârlıkların Genelkurmay Başkanlığı’nca teyidinde neden sorun yaşadığımıza açıklık kazandırayım. 

 

- Lütfen... 

 

Adli Müşavirliğin koordinesinde, Genelkurmay Genel Sekreterliği ve Personel Başkanlığı’nda görevli bir kısım subayların 28 Şubat davasının kotarılması ve davanın devamı sürecinde eski savcı Mustafa Bilgili ile yakın işbirliği içerisinde olduğu duruşmalarda kanıtlanmıştır. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminden sonra açılan davalarda, iddianameyi hazırlayan Mustafa Bilgili 17 yıl, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Alb. Muharrem Köse ve işbirlikçi arkadaşları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olmuşlardır. Bu konuya mahkemenin dikkatini çekerek 15 Temmuz darbe girişiminden sonra davaya ilişkin soruşturmanın genişletilmesi yolunda defalarca yapılan talepler kabul görmemiştir. 

 

İŞTE O BELGE

 



Bu belgeye gerekçeli kararda 209 kere atıfta bulunulmakta. Kararın 163. sayfasında yer alan “6 sayfadan oluşan belgenin aslının emanetin 2013/10 sırasında kayıtlı olduğu, belgenin onaylı suretinin Genelkurmay Başkanlığı’nın 30 Ocak 2013 tarihli cevabi yazı ekinde başsavcılığa gönderildiği” şeklindeki ifade de ilk bakışta ıslak imza olmayan belgenin Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı izlenimi yaratılmıştır. Söz konusu dijital sahte belgenin 28 Şubat davasının soruşturma evresinde kitlesel tutuklamaların gerçekleşmesinden başlayarak bütün süreçlerinde TSK mensuplarına kurulan kumpasın temel dayanaklarından birisi olmuştur. Gerekçeli Kararın 396. sayfasında sahte belgenin içeriğinden atılı suça dayanak yapılan aşağıdaki ifadeler yer almaktadır: “Refahyol Hükümetini takip ve düşürmek için faaliyet göstermek üzere Batı Çalışma Grubu oluşturulmasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığı’nda Genelkurmay II. Başkanı Çevik Bir’in başkanlığında 7 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve hükümete muhtıra verilmesi, sıkıyönetim ilan edilmesi, hükümetin değişimi, hükümetin devamını önleyecek tedbirler, gelecek hükümetin oluşumu, kriz yönetimi oluşturulması, eylem planı yapılması, yargı ve kamu yöneticilerine destek/tehdit. Üniversite, sendika ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği yapılması, cesaret verilmesi. Basın ve medyaya hâkimiyet sağlanması, yanlarına alınması. Batı Çalışma Grubu’nun kurulması. İki kez yapılan YAŞ toplantıları ile personelin atılmasının yeterli olmadığı. Halkın yanlarına değil, önlerine alınması; taarruzi psikolojik harekât icra edilmesi. Polise havuç ve sopanın gösterilmesi. Bilgi toplayan, eyleme dönüştüren psikolojik harekât yapan bir grup oluşturulması ve buna benzer konuların gündeme geldiği…” 28 Şubat kumpas davasını kotaranlar ürettikleri 1997 yılının tarihini taşıyan sahte belgelerin üzerine, “evrak güvenlik numarası” kaşesini vurarak kendilerini ele vermişlerdir. 

 

NEDEN ÇETİN DOĞAN? 

 

Hukuk ve siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek kumpas davalarında 10 yılı geride bıraktık. AKP’li Binali Yıldırım, “Balyoz’lar, Ergenekon’lar yalan mıydı” deyince ortam gerilmiş, büyük tartışmalar yaşanmıştı. Başbakanlık görevinde bulunmuş bir isim bunları hâlâ nasıl söyleyebiliyordu? Batı Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapmış, 2003’te 1. Ordu komutanıyken Balyoz darbe planlarını hazırladığı iddia edilen ve 1 numaralı sanık olarak 2010-2014 arası hapis yatan Orgeneral Çetin Doğan, bir sohbetimizde yeni anayasadan ve Balyoz davalarının hukuki süreçlerinden konuşurken 28 Şubat davasına ilişkin öyle bir belgeden söz etti ki bize de ayrıntılarını sormak kaldı... 


22 Şubat 2021

 

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/28-subatin-24-yilinda-emekli-orgeneral-cetin-dogan-sahte-belgeyi-acikladi-1815501

 

YARIN:  2. SAHTE BELGE: BATI HAREKÂT KONSEPTİ

 

*****

 

Orgeneral Çetin Doğan’dan eski başbakan Yıldırım’a cevap: Binali Yıldırım’ın metin yazarları prompter’ı güncellemiyor

 

Dün Cumhuriyet’te yayımlanan Orgeneral Çetin Doğan’ın 28 Şubat davasının sahte belgeleriyle ilgili açıklamalarına bugün de devam ediyoruz. Başka sahte belgeler de sunan Doğan, 28 Şubat’ın asıl hedefinin TSK olmadığını belirtiyor, “Hedef medyayı satın almaktı” diyor. Org. Doğan’a eski Başbakan Binali Yıldırım’ın Edirne il kongresindeki “Balyoz’lar, Ergenekon’lar... Bunlar yalan mıydı, elbette bunlar vardı” sözlerini de sordum.

 

İpek Özbey

 

 

- Söyleşimizin dünkü bölümünde çok önemli bir belge paylaştınız. Bugün paylaşacağınız öteki belgenin konu bölümünde “Batı Harekât Konsepti’ yazıyor ve 28 Şubat dava dosyası ek klasöründe yer aldığı belirtiliyor. Bu belge de mi sahte?

 

Evet, bu sahte dijital belgeye gerekçeli kararda 246 kere atıfta bulunulmakta ve kararın 170. sayfasında şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “Anayasada belirtilen milli iradenin üstünlüğü esasına aldatmaca denildiği, demokratik seçimlerle iktidara gelindikten sonra demokratik yollarla iktidardan gidilemeyeceğini, demokratik yollar dışında iktidarın görevden uzaklaştırabileceği şeklinde ön kabuller yapılarak anayasa ve yasalara aykırı olarak demokratik sistemlerin evrensel ilkeleri ile bağdaşmayan tespitler yapıldığı görülmüştür. Ciddi ve köklü tedbirler ve müdahale etme şeklinde beyanlar kullanılarak anayasa ve yasalara aykırı olarak askeri müdahale imkânının kalmayacağı açıkça vurgulanmıştır.” Islak imza taşımayan bu belge sahteliğinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla bilgisayarda taranarak 5 No’lu CD’ye kaydedilmiştir. 

 

- Avukatlar CD’yi Genelkurmay’a sormadı mı?

 

Tabii ki sanık avukatları bilgi edinme kapsamında CD’nin seri numarasını vererek akıbeti hakkında Genelkurmay Başkanlığı’ndan bilgi talebinde bulunmuşlardır. Genelkurmay Başkanlığı’nın cevabi yazısında, söz konusu CD’nin 18 Haziran 2007 tarihinde Genelkurmay Bilgi Sistemler Başkanlığı deposundan sorumlu personel tarafından çıkarıldığının tespit edildiğini, ancak kime teslim edildiği konusunda bilgi bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu husus 28 Şubat davasındaki sahte delillerin Balyoz davası için üretilenlerle aynı zaman diliminde üretildiğini kanıtlamaktadır. Ama bitti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Üçüncü bir sahte belge de var... Batı Eylem Planı... 

 

- Orada ne deniyor?

 

Gerekçeli kararın 580 sayfasında adı geçen bu belgenin, mahkeme heyetince, Esasa İlişkin Değerlendirme bölümünde “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasında esas alınan en önemli delil” olduğu belirtilmektedir. Öncelikle alıntısını yaptığımız “Belge aslı emanetin 2012/75 sırasında kayda alınmıştır” ifadesinin tamamen yalan olduğu, emanete alınanın belge aslı değil, CD5’ten çıktısı alınan dijital belgenin fotokopisi olduğu duruşmada kanıtlanmıştır. Söz konusu belgenin iki ayrı adrese gönderilmiş nüshalarının da “belgenin aslı olarak nitelendirilen” Genelkurmay Adli Müşavirliği’nce gönderilen nüshalarının imzaları da dahil CD5’ten çıktı alınarak kopyalandığı ortaya çıkmaktadır. Gerekçeli kararda 580 kere Batı Eylem Planı’na atıfta bulunmaktadır.

 



CUMHURBAŞKANI’YLA AYNI SAFTA MAĞDUR!

 

- Geçenlerde Binali Yıldırım’ın Balyoz konusunda açıklamaları oldu ve büyük tartışma yarattı... Bu konuda ne diyeceksiniz?

 

Anlaşılan Sayın Binali Yıldırım’ın metin yazarları yeterli bilgi sahibi olamadıkları prompter’ı güncelleştirmiyorlar. Okuyanları şaşırtacağına emin olduğum Balyoz davasının bitmemiş serüvenine ilişkin güncelleme yapalım. Kamuoyunda Balyoz davasının kapandığı, adaletin yerini bulduğu yolunda genel bir algı oluşmuştur. Oysa Osmanlıca deyimi ile “Kazaye-i Anha” yahut halk deyişi ile “kazın ayağının hiç de öyle olmadığını” dava üzerinde siyasetin gölge ve müdahalesinin sürdüğünü, satırbaşları ile açıklayalım. Yapacağımız açıklama, kişisel bir yakınmanın ötesinde ülkemizde yaşanan “adalete ilişkin sorunlara” çare üretmek için atılması gereken öncelikli adımın ne olması gerektiğini tekrar hatırlatmak, cambaza bakmaktan kaçındırmak içindir.

 

- 9 Ekim 2013 tarihinde Yargıtay 9. Dairesi, Balyoz davası sanıklarına Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararı oybirliği ile onadı. 

 

- Bu kararın ardından “paylaşım” sorunundan kaynaklı siyasi iktidar ile F. Gülen Cemaati arasındaki gerginlik, süratle tırmanarak 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan “Rüşvet ve Yolsuzluk” operasyonu ile fiili bir çatışmaya döndü. 

 

- Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, 24 Aralık 2013 tarihli Star gazetesindeki köşesinde Gülen Cemaatini “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kurmakla” suçladı. 

 

- Balyoz davası sanık yakınları ve başta sevgili Şule Nazlı Erol olmak üzere avukatları, Anayasa Mahkemesi (AYM) önünde “Adalet Nöbetine” başladı. Sayın Akdoğan’ın Star gazetesindeki yazısı, ilgili çevrelerde siyasi iradenin işaret fişeği olarak algılandı. Balyoz sanıklarının bireysel müracaatına, AYM nihayet 18 Haziran 2014 tarihinde “hak ihlali” kararını verdi. 

 

- Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen Balyoz davasında bütün sanıklar mahkemenin 31 Mart 2015 tarihli kararı ile beraat etti. 

 

- Gel gör ki bu karar Anadolu Cumhuriyet Başsavcı Vekili Mehmet Aydın tarafından 9 Haziran 2015 tarihinde 7 kişi için temyiz edildi. İşin ilginç yanı, benim dışımda temyiz edilen silah arkadaşlarımın ayrı ayrı garnizonlarda (iki tümgeneral, iki tuğgeneral ve iki albay) görevli olmaları ve hiçbirinin 1. Ordu Karargâhı’na mensup olmamalarıdır. Bu subaylar, hiyerarşik komuta zinciri bakımından da 1. Ordu Komutanlığı’nın ast birlikleri olan kolordu komutanlarına doğrudan bağlı idiler. Haklarındaki suçlama sadece jenerik bir senaryonun tartışıldığı seminerde yaptıkları konuşmalardır. 

 

- Temyiz tarihinden 1,5 yılı biraz aşkın süre sonra cumhuriyet savcısı Süleyman Keleş tarafından 24.6.2016 tarihinde imzalı tebliğname Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne ve sanıklara gönderilmiştir. 

 

- Yine işin ilginç yanı, “tebliğnameyi” Yargıtay Başsavcı Vekili yerine imzalayan Sayın Süleyman Keleş’in, imza tarihinden bir hafta önce (17 Haziran 2016 tarihinde yayımlanan 548 sayılı Adli Yargı Kararnamesi ile) İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’ne üye hâkim olarak atanmış olmasıdır. 

 

- Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nin verdiği beraat kararından tam 6 yıl, duruşma talepli tebliğnamenin tebliğinden 4.5 yıl geçmesine rağmen hâlâ Yüksek Yargıdan bir ses çıkamadı. Buna karşılık iş bilir siyasetçilerden ve yardakçılarından hâlâ “Bal gibi Balyoz vardı” yolunda kamuoyunu aydınlatıcı (!) yargıyı ikaz edici nakaratlarını duymaya devam ediyoruz. Konuyu son olarak eşi pek görülmemiş ibretlik bir ironi ile noktalayalım: “Kumpas davalarının eski savcı ve hâkimlerini, yargılandığı kamu davasında ben ve silah arkadaşlarım ile Sayın Cumhurbaşkanı aynı safta resmen mağdur/müşteki/katılan sıfatları ile yer alıyoruz. Bunun yanı sıra ben, aynı zamanda FETÖ üyesi aynı hâkim ve savcıların iddia ve hükümleri ile sanık sıfatını taşımaya devam ediyorum. Ve bilir misiniz, 80 yaşını devirmiş birisinin 10 yılı aşkın süredir ‘sağır sultanlara’ sesini duyurmak için bile bile havanda su döverken sevdiklerini birer birer yitirişinin acısını...”

 

ASIL HEDEF MEDYAYI SATIN ALMAKTI

 

- Ergenekon, Balyoz ve türevi davalardan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok önemli darbe aldığı yadsınamaz. Bu noktada akla gelen soru şu oluyor: 28 Şubat davasının sizce kurgulanma amacı neydi?

 

28 Şubat davası açıldığında TSK’nin belirttiğiniz davalarla tam teslim alındığını söyleyebiliriz. Bu nedenle kotarılan davanın asıl hedefinin TSK olmadığı kanısındayım. 

 

- Kimdi peki?

 

Esasen ben dahil sanıkların bir bölümü, Balyoz davasının da sanıklarıdır. 28 Şubat davasında siyaseten bir dönemin rövanşını alma ve iktidarın dayandığı çelik çekirdek tabanı tatmin etme istemi olsa da asıl hedef medyayı teslim almaya yöneliktir. Bu konuda basın mensuplarının ve bazı siyasilerin eski cumhuriyet savcısı Bilgili tarafından soruşturmaya dahil edilmesi üzerine dönemin Başbakanı’nın 29 Eylül 2012 yılında verdiği demeci hatırlatalım: “Sadece medya sahipleri değil, bazı köşe yazarları çağrıldı. Çağrılmayanlar da var. Bana göre onların da çağrılması lazım. Bazı yerlere çağrıldılar, onlardan komut aldılar, orada bunlara neler söylendi. Bunları anlatmaları lazım. Patronların, gizli kalan gerçekleri söylemeleri lazım. Bugün söylemezlerse yarın muhakkak yine söyleyecekler, yine önlerine gelecek. Çünkü bu defter açıldı, kolay kolay kapanmaz. Bu gerçekler önümüze gelecek ki aydınlık geleceğimizi görelim.” Gerçekten de defter kapanmadı ama “Demokles’in Kılıcı” eğreti bir şekilde basının ve işadamlarının üzerinde sallandırılarak “yandaş medya” ve “yandaş işadamları” türetildi. 

 

THEMİS’İN KILICI ELE GEÇİRİLDİ, HOYRATÇA KULLANILIYOR

 

- Sonuç?

 

Ülkemiz dünyada basın özgürlüğü açısından 197 ülke arasında 134. sıraya yerleşti. Yargı erkinin siyasal kontrolü basının susturulmasında en etken rolü oynamaya hâlâ da devam etmekte. Canlı örneği halen Yargıtay aşamasında olan 28 Şubat davasının 13 Nisan 2018 tarihli gerekçeli kararında basının “Davanın Şerikleri” olarak nitelendirmesidir. Aşağıda gerekçeli karardan alıntı yaptığımız ifadeler adaletin simgesi Themis’in elindeki kılıcın kimler tarafından ele geçirilip hoyratça kullanıldığının kanıtıdır: “Meslek ilkelerini askıya alarak 28 Şubat darbesinin gerçekleştirilmesine sınırsız lojistik destek veren, çok sayıda -görüntülü - sesli - yazılı- medya kuruluşu ve medya mensubu, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının taleplerine ve talimatlarına uygun haberler ürettiler. Gerçek olmayan haberler yayımladılar, gerçek olan haberleri gizlediler, sanal irtica haberleriyle gündem oluşturmaya çalıştılar.” “28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Sabah Gazetesi Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Yazıişleri Müdürü Erdal Şafak, Milliyet Gazetesi Yönetmeni Halil Derya Sazak başta olmak üzere, çok sayıda gazeteci, radyo ve TV program yapımcıları çok önemli bir rol oynadı. Eğer medya desteği olmasaydı 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Bu darbe sürecinde, komutanların talimatıyla manşetler atanlar, haberler yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçlarının şerikleridir.” Gerekçeli kararda 21 kişiye müebbet hapis cezası verilirken yukarıdaki alıntıda söz konusu edilen talimatlara ilişkin tek satır gerçek bir belge bulunamadığını da belirtelim. 


23 Şubat 2021

 

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/emekli-orgeneral-cetin-dogandan-eski-basbakan-yildirima-cevap-binali-yildirimin-metin-yazarlari-prompteri-1815716

 

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Dolaylı vergi: Maaşlı bir çalışan bir günde ne kadar vergi veriyor?


Türkiye, OECD (İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı) ülkeleri içinde en çok vergi toplayan ülkelerden değil ama dolaylı vergilerde zirveye yakın.

 

Özel Tüketim Vergisi ve Katma Değer Vergisi, Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin yarısından fazlasını oluşturuyor. 

 

Maaşlı çalışanlar, maaşlarından kesilen vergilerle, şirket sahiplerinden çok daha büyük bir vergi yükünü omuzlarında taşıyor. 2020 yılında tahsil edilen 158,8 milyar liralık gelir vergisinin yaklaşık 85 milyarı maaşlı çalışanlardan toplandı. 

 

Araçlardan, alkol ve sigaradan alınan vergilerde son yıllarda yapılan zamlarla, bu kalemleri tüketen mükellefler neredeyse “gizli vergi rekortmenleri” haline geldi. 2020'de alkol ve tütün ürünleri için ödenen toplam vergi, 78.2 milyar TL’si ÖTV, 14 milyar TL’si ÖTV'nin KDV’si olmak üzere 92,2 milyar TL oldu. 

 

Bir Türkiye vatandaşı, her gün 10 ila 20 farklı kalem vergi ödüyor. 


https://www.youtube.com/watch?v=qPVhUpRnAzY&feature=emb_logo


https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56172300

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

Danforth: ABD Türkiye’yi sınırlama stratejisi izleyecek

DW Türkçe’ye konuşan Amerikalı uzman Danforth, ABD’nin değişen Türkiye politikaları hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı.

 

 

Türkiye uzmanı Nicholas Danforth, ABD'de Ankara'nın dış politika hamlelerinin uluslararası güvenlik için tehdit oluşturduğu yönündeki algının güçlendiğini, bu nedenle Washington'un Türkiye'nin  hamlelerini sınırlama amacıyla "tahdit stratejisine" yöneldiğini kaydetti. 

 

Brooking Enstitüsü tarafından yayımlanan, "Yeni Türkiye'ye yönelik yeni ABD politikaları" başlıklı raporu büyük ilgi gören ve tartışmalara yol açan Danforth, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı. Danforth halen Atina merkezli Avrupa ve Dış Politika Vakfı’nda (ELIAMEP) Türkiye uzmanı olarak görev yapıyor. 

 

Nicholas Danforth
 

DW Türkçe: Erdoğan, Biden yönetimi ile ilişkilerinde "yeni bir sayfa açma" niyetini, beklentisini ilan etti. Siz ise raporunuzda, ilişkilerde yeni bir başlangıç yapılmasına ihtimal vermediğinize dikkat çekiyorsunuz. Hatta ilişkilerde herhangi bir iyileşme için her şeyden önce Ankara ve Washington yönetiminin tekrar benzer dünya görüşlerini paylaşacakları bir anın gelmesi, bunun beklenmesi gerektiğini belirtiliyorsunuz. Bununla aslında Erdoğan iktidarı sonrasını mı kastediyorsunuz? 

 

Nicholas Danforth: Erdoğan, çok açık bir şekilde birçok kez Batı’dan ve ABD'den bir "tehdit" olarak söz etti. Batı’nın kendilerine hasım olduğuna adeta ikna olmuş olan çevresindeki kişiler de yine açıkça ABD'yi 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olmakla suçladı. Şayet bütün bu beyanatlar, ithamlar sadece kötü birer şakadan ibaret ise o zaman durum farklı tabii… Eğer gerçekten bu sözlerinde ciddi ise, ki ben kendisini ciddiye alıyorum, işte o zaman Erdoğan'ın ABD yönetimi ile sağlıklı bir işbirliği zemini oluşturabilmesi gerçekten güç. İleride, Erdoğan sonrası Türkiye'nin, Batı ile ilişkilerini yeniden tamir edip etmeyeceğine ise demokratik yollardan seçilecek bir sonraki hükümet karar verecek. O zamana kadar Washington için asıl zor olacak olan, bir yandan baskı politikalarını uygularken, bu ilişkinin ileride yeniden restore edilmesini imkansız kılacak kadar kadar kötü, hasmane bir noktaya gelmesini önlemek olacak. 

 

"Türkiye'nin değişen dış politikaları Washington'ı tahdit politikalarına yöneltiyor" 

 

Raporunuzda, Biden'ın başkanlığı sırasında, ABD'nin Türkiye yönelik politikalarında "işbirliğinden tahdit politikalarına kademeli şekilde bir kayışın devam edeceğine" dikkat çekiyorsunuz. Tahdit politikası, Soğuk Savaş Dönemi'nde, ABD'nin hasım olarak algıladığı Sovyetler Birliği'ni, çevreleyerek izole etmek amacıyla uyguladığı stratejiye verilen isimdi… ABD, Türkiye'ye karşı benzer bir stratejiyi mi devreye soktu? 

 

Öncelikle şunu ifade etmeliyim. Türkiye medyasında bazı kişiler, raporum ile ABD'nin Türkiye'ye yönelik tahdit politikaları uygulaması gerektiğini savunduğum yorumlarını yaptılar. Raporumda hiç bir şekilde bu noktaya gelinmesini olumlu bir gelişme olarak nitelendirmedim. Raporumda Erdoğan'ın 2016 yılından itibaren yeni bir güvenlik doktrini uyguladığını, askeri güç kullanımına dayanan, ideolojik temelli bu politikalar değişmedikçe de ABD ile Türkiye arasında anlamlı işbirliği olamayacağını belirtiyorum. Ne yazık ki şu bir gerçek: Türk hükümetinin değişen dış politikası, izlediği politikaların hem ABD'de hem Türkiye'nin komşu ülkelerinde yol açtığı endişeler, yaşanan gerilimler, Washington'un artan oranda tahdit politikalarına yönelmesine yol açıyor. 

 

"Türkiye'ye yönelik, bu tür politikaların uygulanılmasına yönelinmesi üzücü" 

 

Peki sizce ABD'nin atabileceği adımlar neler olabilir ? Tahdit amaçlı söz ettiğiniz tedbirler ne boyutta uygulanır? 

 

Tahdit politikalarına yönelim, Washington'un Soğuk Savaş Dönemi'nde Sovyetler Birliği'ne uyguladığına benzer dört başı mamur, kapsamlı politikalar uygulayacağı anlamına gelmiyor. Ama ABD'de, AB'de, Ortadoğu'da, Doğu Akdeniz'de eylemleri provokatif ve agresif olarak nitelendirilen Türkiye artan bir şekilde bir sorun, bir tehdit olarak algılanıyor. Erdoğan'ın irredantizmi çağrıştıran söylemleri, Lozan Antlaşması'nı sorgulaması, hükümete yakın Türk gazetelerinde Yunan adalarını işgal etmenin ne kadar kolay olabileceğini ilişkin makaleler… Bütün bunlar, Ankara'nın tavrına karşı daha sert önlemler alınması, Türkiye'nin tahdit edilmesi gerektiği algısını yaygınlaştırarak güçlendiriyor. Türkiye'ye yönelik, bu tür politikaların uygulanılmasına yönelinmesi gayet tabii ki üzücü. Ama Türkiye'nin mevcut politikalarında ısrar etmesi halinde, tahdit tedbirleriyle de yanıt verilmesi kaçınılmaz görünüyor.

 

Raporunuzda, Türk hükümetinin ABD'yi bir müttefikten çok tehdit olarak algıladığına, Washington'da da Türkiye'ye ilişkin benzer bir algı oluşmaya başladığına dikkat çekiyorsunuz. ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Türkiye'yi "sözde müttefik" olarak tanımlamış olması bilinçli bir çıkış mıydı size göre? 

 

Blinkin'in Türkiye'yi müttefik olarak nitelendirememiş olması, "sözde" şerhini düşmek zorunda hissetmiş olması aslında çok şey ifade ediyor… 

 

"İncirlik üssüne alternatifler üzerinde çalışılıyor" 

 

Makalenizde ABD'li karar alıcılara, Türkiye'ye stratejik bağımlılığın azaltılmasını, ABD'nın dış politika hedeflerine de Türkiye'siz ulaşmanın yollarının bulunmasını öneriyorsunuz. Ancak Türk Hükümeti'ne yakın analistler İncirlik ve Kürecik üslerinin ABD için büyük önem taşıdığını, Washington'un Türkiye'den vazgeçemeyeceğini belirtiyor… 

 

Erdoğan Hükümeti ile ilişkilerin son yıllarda kötüleşmesi nedeniyle ABD, Türkiye'deki İncirlik üssüne alternatifler üzerinde yavaştan çalışmalar yürütmeye başladı zaten. Washington gayet tabii ki ilişkilerde Ankara'nın bu üsleri kapatmasına yol açacak bir çöküşün yaşanmasını tercih etmez. Ama pek çok kez bu konuda tehdit edildiği için Washington bu olasılığa hazırlık yaptı. 

 

ABD'nin Yunanistan ve Kıbrıs ile güvenlik ve askeri alanda artan stratejik işbirliği, örneğin son olarak Yunanistan'da Türkiye sınırına yaklaşık 40 km uzaktaki Dedeağaç'taki yeni ABD üssü, aslında Pentagon'un Türkiye'yi ikame etme hazırlıklarını mı yansıtıyor? 

 

Türkiye'deki askeri tesislere erişim konusunda artan güvensizlik ABD'nin alternatiflere yönelmesini beraberinde getirdi. Bunun nedeni Ankara'nın değişen tavrı. Yunan hükümeti de Washington'a alternatif sunmakta çok istekliydi. Bunun sonucunda da ABD'nin Yunanistan'da yeni üsler, deniz üssü gibi girişimlerine tanık oluyoruz. Tabii ki Washington bir tercih yapmak istemiyor, İncirlik'i kaybetmek istemiyor ama aynı zamanda bu olasılığı dikkate alarak hazırlık yapmak zorunda kaldı. 

 

"S-400'ler, Washington'da Türkiye'ye olan güveni yerle bir etti" 

 

Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın S-400'ler konusundaki son açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? NATO üyesi Yunanistan'ın Girit'te tuttuğu ama kullanmadığı Rus yapımı S-300'lere atıfla, "Girit Modeli" önerisinde bulundu. Uluslararası bazı basın organlarında bu Ankara'nın uzlaşmak için geri adım atmaya hazır olduğu şeklinde yorumlandı. Bu açıklamalar Washington'da olumlu yankı buluyor mu? 

 

Bakınız gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye'nin F-35'leri alabilmesi epey bir zaman alacak gibi görünüyor. Çünkü S-400'ler konusu Washington'da Türkiye'ye olan güveni gerçekten yerle bir etti. Türkiye'nin, daimi olarak S-400'leri kutularının içinde depolamayı garanti etmesi, yani işlevsizleştirileceği güvencesini vermesi halinde, ancak mevcut CAATSA yaptırımları kaldırılabilir… Ama güvenin yeniden inşaası güç görünüyor… 

 

"Erdoğan, artık ülkeyi demokratik yollardan yönetmeme yolunda ilerlerse..." 

 

Biden, dış politikasının odağında demokrasi ve insan haklarının yer alacağını duyurdu. Bunun Erdoğan'ı endişelendirdiği belirtiliyor. Biden Yönetimi'nin bu alandaki baskısı AKP iktidarını zora sokabilir mi? 

 

Şu ayrımı iyi yapmak gerekir. Ankara'da bazıları, paranoyak bir şekilde, ABD'nin Erdoğan iktidarını devirme niyetinde olduğu görüşündeler. Böyle bir niyet yok tabii ki ama evet Biden yönetimi, demokratik ilkeleri, insan haklarını güçlü bir şekilde savunacak. Ve evet görünen o ki Erdoğan bu demokratik ilkelerin, kendisinin iktidarını muhafaza edebilmesi hedefi ile uyumlu olmadığı görüşünde. Erdoğan, artık ülkeyi demokratik yollardan yönetmeme yolunda ilerler, ABD de uluslararası alanda demokrasiyi güçlendirme politikalarına ağırlık verirse, işte o zaman Biden'ın politikalarının, Erdoğan'ın demokratik olmayan politikaları ve bu zeminde iktidarda kalma çabaları ile rekabet içinde olacağı açık.

 

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe 

 

https://www.dw.com/tr/danforth-abd-türkiyeyi-sınırlama-stratejisi-izleyecek/a-56520465

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com

AB-ABD hattındaki Türkiye gündeminin şifreleri

Türkiye politikalarında koordinasyon kararı alan AB ve ABD, ne gibi adımlar atabilir? Erdoğan'ın uzattığı zeytin dalı, Brüksel ve Washington’un yaptırım hamlelerini yumuşatır mı? DW Türkçe uzmanlara sordu. 

 


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Batı ile ilişkilerde yeni bir sayfa açmak istediği mesajlarını vermesinin ardından gözler Türkiye politikalarında eşgüdüm arayışında olan Washington ve Brüksel'e çevrildi. Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığında görev yapan, halen de Brüksel'de düşünce kuruluşu Alman Marshall Fonu'nun (GMF) başkan yardımcılığını yürüten Lesser, hem ABD hem de AB'nin nabzını en iyi tutan isimlerden biri.

 

ABD-Türkiye ilişkilerini de yakından izleyen uzmanlardan Ian Lesser, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, Joe Biden'ın ABD başkanlığını devralmasıyla birlikte Washington-Brüksel hattında, Türkiye'ye yönelik politikalar konusunda çok daha yakın bir koordinasyon beklediğini söyledi. Lesser sözlerini "Hem Biden Yönetimi hem AB'nin Dış ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, ABD-AB ilişkilerini oluşturan gündem maddeleri arasında Türkiye ile ilişkilerin de yer alacağı sinyalini verdiler. Çünkü konuşulacak çok şey var" şeklinde sürdürdü. 

 

Lesser'e göre, ABD ve AB'nin Türkiye konusundaki istişarelerinin ana gündem maddeleri arasında iki tarafın da Türkiye'ye ilişkin endişelerinin örtüştüğü Doğu Akdeniz gibi konular ağırlıklı yer tutacak. Gerilimin düşmemesi halinde, Ankara'nın politikalarına nasıl yanıt verileceği, uygulanacak olası ilave yaptırımların, Washington ve Brüksel arasında istişare edilmesi bekleniyor. 

 

"Bu istişarelerde ayrıca Doğu Akdeniz'de istikrarın sağlanması için sorunlara ortak bir yaklaşım belirlenmesi de söz konusu olabilir" diyen Lesser, "Şayet bölgede riskleri azaltacak nitelikte, etkili bir politika yürütmek istiyorsanız, o zaman ABD ve Avrupalı ortakların aynı noktada buluşması gerekir" şeklinde konuştu. 

 

Türkiye dosyasındaki konular 

 

ABD ile Avrupa ülkeleri arasındaki "Türkiye diplomasisi" zaten son yıllarda ivme kazanmıştı. Türk hükümetinin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemi alması, Suriye'deki tek taraflı askeri harekatları, ayrıca endişe konusu olan Libya, Güney Kafkaslar ve Doğu Akdeniz'deki askeri adımları, Washington ile Avrupa başkentleri arasında ele alınan konular arasındaydı. 

 

Türkiye ile ilişkilerde gerilimin geçen yılın sonlarında daha da tırmanması, NATO üyesi Yunanistan ve Fransa'nın Türkiye ile askeri ihtilafın eşiğine gelmeleri, Brüksel-Washington hattındaki istişarelerin daha farklı bir boyuta taşınmasını beraberinde getirdi. Avrupalı liderlerin 11-12 Aralık zirve kararlarında da AB'nin "ABD ile Türkiye'ye ilişkin konular ve Doğu Akdeniz'deki durum ile ilgili olarak koordinasyon sağlamaya çalışılacağı" vurgulandı. 

 

İhtiyatlı iyimserlik hakim 

 

Biden'in seçimden zaferle çıkması sonrasında Erdoğan'ın gerek ABD gerekse de AB ile ilişkilerde yumuşama sinyalleri vermesi, Avrupa başkentlerinde "ihtiyatlı bir iyimserlik" ile karşılanmış durumda. 

 

Türkiye'nin Akdeniz'de gerilimin tırmanmasına yol açan sondaj faaliyetlerini durdurmuş olması, Yunanistan ile istikşafi görüşmeler için yeniden masaya oturması, BM himayesindeki Kıbrıs görüşmelerine yeşil ışık yakması, Ankara'nın attığı somut yapıcı adımlar arasında. 

 

Amerikalı uzmanı Ian Lesser, Erdoğan'ın ABD ve AB'ye yönelik yumuşama sinyali vermekle birlikte, bölgesindeki iddialı dış politika hedeflerinden çok da vazgeçme niyetinde olmadığı görüşünde. Bununla birlikte bu politikaların oluşturduğu yüksek maliyetlerin, Türkiye'yi bir noktada bazı dış politika hedeflerinden vazgeçmek zorunda bırakacağını aktaran Lesser, "İşte o noktada, Erdoğan'ın AB ve ABD ile daha etkin ve işleyen ilişkilere sahip olması, ona karşı karşıya geleceği bu zorluklarla daha kolay baş edebilmesi imkanını sağlayabilir" görüşünü dile getirdi. 

 

Türkiye dış politikada makas değiştirir mi? 

 

Erdoğan yönetimi, son yıllarda yaşanan gerginlikler nedeniyle hem AB hem ABD'nin yaptırımlarının hedefinde. AB, Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmaları, ABD ise Rusya'dan satın aldığı S-400'ler nedeniyle Türkiye'ye yaptırım uyguluyor. Erdoğan'ın özellikle gerilimi artıran söylemlerden kaçınması, dış politikasında da revizyona gitmesi gerektiği, aksi takdirde yaptırım baskısının daha da artacağına işaret ediliyor. 

 

James Jeffrey: Biden döneminde iyileşme beklemiyorum 

 

AB ve ABD'nin ortak beklentisi, "agresif" olarak nitelendirilen ve kimi Batılı müttefikleri tarafından "tehdit" olarak algılanmaya başlanan Türkiye'nin dış politikasında "makas değiştirmesi", yüzünü yeniden Batı İttifakı’na dönmesi, sorunların çözümüne dönük yapıcı ve diyalog yanlısı bir tutum takınması. 

 

İlişkileri "istikrar yörüngesine" sokma arayışı 

 

Ian Lesser, Brüksel ve Washington'ın Türkiye ile artan sorunların bir gecede çözüme kavuşturulamayacağının farkında olduğuna da dikkat çekti. Lesser, "Atlantik'in her iki yakasında Erdoğan ile ilişkiler konusunda öncelikli hedef, gerilimlerle yaşanan iniş çıkışları azaltmak. Suların durulmasıyla da birlikte, Türkiye ile ilişkiler yeniden istikrar yörüngesine girebilir" dedi. 

 

"Makyajdan mı ibaret, gerçek mi?" 

 

Gelinen noktada Brüksel'de artık dikkatler Erdoğan'ın söylemlerine değil, dış politikada ve demokratikleşme konularında somut adımlar atıp atmayacağına çevrilmiş durumda. 

 

Avrupa Reform Merkezi (CER) adlı düşünce kuruluşunun uzmanlarından Luigi Scazzieri, AB çevrelerinin yaklaşımını anlatırken, "Türkiye'nin yapıcı bir tavır sergilemesini beraberinde getiren son politika değişikliğinin sadece kozmetik mi yoksa gerçek ve kalıcı mı olduğu görülmek isteniyor” dedi. Öncelikli hedefin Türkiye ile gerilimlerin yatıştırılması olduğunu kaydeden Scazzieri, "İlişkileri olabildiğince makul bir seviyede muhafaza edebilme” hedefine vurgu yaptı. 

 

Yaptırımlar masada 

 

AB, hafta başında düzenlenen dışişleri bakanları toplantısında Türkiye ile ilişkilerdeki son gelişmeleri masaya yatırdı. Toplantıya katılan Alman Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Türkiye ile Yunanistan arasında istikşafi görüşmelerinin yeniden başlamasından duyulan memnuniyeti, "Bunlar, uzun süredir beklediğimiz olumlu sinyaller ve biz bunları şimdi yaptırım kararlarıyla gölgelemek istemiyoruz. Ankara'nın sinyalleri devamlılık arz etmeli" açıklamasıyla dile getirdi. 

 

AB'nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise Avrupalı liderlerin Aralık zirvesindeki kararları doğrultusunda Doğu Akdeniz'deki sondaj çalışmaları nedeniyle genişletilmesi kararlaştırılan yaptırım listesi üzerindeki teknik çalışmaların devam ettiğine dikkat çekerek "Listeler henüz hazır değil. Ama rafa kaldırılmadı. Çalışmalar sürüyor" açıklamasını yaptı. 

 

"Aslında AB, Türkiye'ye yaptırım uygulamak için çok da hevesli değil gayet tabii ki" diyen CER uzmanı Scazzieri, Birliğin Türkiye'nin yeni yıl itibariyle takındığı yapıcı tutumu sürdürmesini istediğinin altını çizdi. 

 

Bununla birlikte yaptırımların hala masada olduğunu, liderlerin bir noktada bunların uygulanması gerektiğine kanaat getirmesi halinde düğmeye basmak için teknik hazırlıkların da sürdüğünü anlatan Scazzieri, "Kimse kısa vadede ne Kıbrıs sorunun çözümlenmesini ne de Yunanistan ile Türkiye arasındaki görüşmelerin sonuç vermesini bekliyor. Ama Türkiye'nin Akdeniz'de sondaj faaliyetlerini durdurması gibi gerilimi düşüren hamlelerini muhafaza etmesi halinde işte o zaman Mart'tan sonra Ankara ile daha yapıcı bir gündem için görüşmeler de başlayabilir" dedi. 

 

Peki ya Biden yönetimi? 

 

AB-Türkiye ilişkilerinde gerilimin düşürülmesinde mesafe katedilmiş olunsa da ABD- Türkiye ilişkilerindeki sorunların çözümünün çok daha zor olacağı belirtiliyor. ABD'li uzman Ian Lesser, Biden yönetiminin, Rusya'ya ilişkin bir dizi stratejik konuda Donald Trump'dan daha sert tavır takınmasının beklendiğine işaret ederken, S-400 meselesinin de bu kapsamda değerlendirilen bir konu olduğuna vurgu yaptı.

 

Erdoğan'ın Rus yapımı S-400'leri satın alma kararını "ABD ve Avrupa'nın benzer sistemleri uygun, kabul edilebilir koşullarda satmadığı" iddiasına dayandırmasının, "hiç ikna edici olmadığını" söyleyen Lesser, "Çünkü Erdoğan'ın Rusya'dan bu çapta bir sistem satın alınması, gayet bilinçi, siyasi ve stratejik bir tercihi yansıtıyor. Ve bu ABD için olduğu kadar Avrupa ülkeleri için de önemli çünkü Türkiye'nin daha geniş anlamda stratejik yönelimini sembolize ediyor" dedi. 

 

ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Türkiye için "sözde müttefik" demesinin bir sürpriz olmadığını belirten Lesser, Washington'daki dış politika camiasının Türkiye algısının "çok ağır tahribata uğradığına", Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine ilişkin endişenin de "çok ciddi boyutlara ulaştığına" dikkat çekti. 

 

20 Ocak'ta ABD başkanlığı görevini devralan Joe Biden, Kanada Başbakanı Justin Trudeau, Meksika Devlet Başkanı Manuel Lopez Obrador, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, Almanya Başbakanı Angela Merkel, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ve hatta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefonda görüştü. 

 

Ancak Biden'ın henüz Erdoğan'ı aramamış olması, bugüne kadar tebrik mesajına yanıt konusunda da bir açıklama yapılmamış olması dikkat çekiyor. 

 

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe

 

https://www.dw.com/tr/ab-abd-hattındaki-türkiye-gündeminin-şifreleri/a-56370608

 

 

 

 

 

https://sinifsiztoplumplatformu.blogspot.com

https://cahit-celik.blogspot.com