Sayfalar

Koronavirüs, komplo ve paranoya



Trump, konuşmasında Çin virüsü kavramını kullandı. Web’in karanlık köşelerinde tartışılan komplo teorileri aniden resmi ağızlardan dillendirilmeye, Financial Times gibi ana akım yayınlarda aktarılmaya başlandı. 

Bu kimin virüsü? 

Resmi görüş bu virüsün, Wuhan eyaletindeki hayvan eti satılan çarşıda, yarasa eti ile yılan eti arasında bir yerlerden insana sıçradığı biçimindeydi. Bu açıklamanın Batı’da, jeopolitik, ırkçı yargıları yansıtılıyordu: Virüs salgının sorumlusu Çinlilerdir. Çinliler bu “iğrenç” şeyleri yemeseler bunlar olmaz. 

İlk komplo teorisi, virüs Kanada’da bir laboratuvarda çalışan Çinli karıkoca tarafından çalınarak Wuhan’daki bir virüs araştırma merkezine getirildi, buradan dışarı sızdı diyordu. Öyleyse virüs, Kanada ve Çin devletlerinin biyolojik silah araştırmalarının bir ürünüydü. 

Komplo teorilerinin ardından virüsün, Çin’den ve Çin kültüründen kaynaklandığına ilişkin iddialara karşı geçen hafta, Çin “kamu diplomasisi” hızla tepki göstermeye başlamış (Financial Times). Çin, İtalya’ya 31 ton tıbbi malzeme, çok sayıda doktor göndermiş. Çin Dışişleri Sözcüsü Zhao Jian, perşembe günü Twitter’da virüsün ABD ordusu tarafından Çin’e sokulmuş olabileceğini iddia etmiş. 

Bu iddiaya göre, krizden esas sorumlu ABD’dir. Çin, iki ay boyunca etkili önlemler almış, deneylerini ABD’li uzmanlarla paylaşmış, buna karşılık, ABD bu zamanı kullanmamış bu deneylerden yararlanmamış, süreci seyretmiş. Bu ilgisizlik, ABD’nin virüsün Çin’de kalmasını beklediğini ima ediyormuş. Financial Times, “Virüsün Çin dışından geldiğine ilişkin güçlü kanıt yok” diyor. Demek ki zayıf da olsa kimi kanıtlar var. 

Virüs ve ‘biyopolitik’

Bunlar tartışıladursun, yaşı 70’e yaklaşırken, kapitalist devlet karşısında “paranoyak mesafesini” korumaya kararlı birisi olarak, Twitter’da “boomer romover” (50’lerde doğanları temizliyor) gibi “şakaları” gördükçe, benim kafamda başka bir “teori” şekillenmeye başladı. Wall Street Journal’ın “gençlerin, alınan önlemlere uymaması da büyük sorun” yorumu bu teorimi güçlendirdi. 

Neo-liberal akla göre, Batı toplumlarında, yaşlı nüfusun sosyal hizmet gereksinimleri, emekli maaşları, devlet bütçesi üzerinde artık taşınamaz bir yük oluşturuyor. Dahası bunlar zamanında ev aldıkları için bugün ev piyasasında gençleri dışlayan bir sıkışıklık yaşanıyor. 

Yaşlı nüfusun ağırlığı artarken, çalışarak vergi verecek ve sosyal sigorta sistemindeki açığı kapatabilecek genç göçmen getirilmesine, Brexit sırasında da görüldüğü gibi, hükümetlerin görmezden gelemediği güçlü bir ırkçı tepki var. 

Bir çözüm, emeklilik dönemine girmiş, yaşlandıkça bakım masrafları artan nüfusun mali yükünün yeni bir  biyopolitik (nüfus yönetimi) rejimi  ile azaltılması olabilir. Pazartesi sözünü ettiğim zamanın ruhunun karanlık yüzü de burada şekilleniyor: “Kapitalist gerçekçilik” içinde işleyen “bilimsel” ve “akılcı” bir yaklaşım, yaşı 60’tan büyük olanları özellikle vuran bir virüs salgınını, nüfus yönetimi (biyopolitik) politikaları açısından bir fırsat olarak görebilir. 

Yok canım, o kadar da olmaz demeyin. Neo-liberal hükümetler, “kâr makinesi”nin tüketim alanı dışında kaldığı için “nüfus fazlası” olarak gördükleri kesimlere, örneğin işsizlere, hastalara, yaşlılara, henüz statü kazanmamış sığınmacılara, evsizlere yönelik hizmetleri hiç acımadan kısmıyorlar mıydı? 

İngiltere hükümetinin, Covid-19 salgınıyla “mücadele” ederken, birtakım bilim insanlarının, planlama-projeksiyon uzmanlarının önerileriyle hastalığı durdurmaya çalışmak yerine, kısa sürede geniş nüfusa yayılmasına yol açacak uygulamaları benimsemesi, hükümetin  önlem almak yerine tavsiyede bulunması  insanı düşündürüyor. Muhafazakâr hükümet, okulları ve kamuya açık alanları kapatmıyor, test yapmamaya karar veriyor, öksürüyorsanız ateşiniz varsa eve gidin ve bir hafta bekleyin, çok kötüleşirseniz internetten kamu sağlığı sayfasına başvurun, doktora gitmeyin diyor. Bu yaklaşım, pratikte, devlete mali yük oluşturduğu iddia edilen 60+ yaş grubunun (bu dilimde ölüm oranı yüzde 3.6) yaşamıyla kumar oynuyor. 

İnsan, kapitalizmin bir türlü aşılamayan yapısal krizi içinde, küçük çocuklardan gençlerden çok daha büyük oranda yaşlıları vuran Covid-19 için, “eğer olmasaydı icat etmek gerekecekti” diye düşünmeden edemiyor. 

19 Mart 2020





Hekimlik yapmak istiyoruz

Prof. Dr. Vedat Bulut
Ankara Tabip Odası Başkanı 


Türk Tabipleri Birliği olarak 14 Mart Tıp Bayramımızın 101. yılında, “HEKİMLİK YAPMAK İSTİYORUZ” ana temasıyla Tıp Bayramımızı kutluyoruz. Süreç içerisinde 12 Eylül darbecilerinin de hedefi haline gelmiş olan TTB ve Tabip Odaları, 1980’lerin zor koşullarında bile mücadelesini yılmadan örmüş, yargı ve baskılara direnmiştir. Bugün de ağır baskılarla kamu görevini yerine getirmemiz engellenmeye çalışılmaktadır. 

Anayasamızın sosyal devlet ilkeleri olan; adalet, sağlık, güvenlik ve eğitimin devlet tarafından ücretsiz eşit ve de erişilebilir olarak vatandaşlarına ulaştırılması gerçekleştirilemedi. Bu dört alanın tümünde kapitalist sistemin dayatmalarıyla özelleştirmeler yapıldı ve yoksulluğa itilen yurttaşların sağlık kurumlarına ve sağlığa erişimi aksadı. Turizm işletmecisinden Turizm Bakanı, özel okul sahibinden Milli Eğitim Bakanı, vakıf hastanesi sahibinden Sağlık Bakanı icat etmiş nadir ülkelerden olduk. Bu koşullarda 14 Mart Tıp Bayramımıza içimiz burkularak hüzünle gireceğiz. 

Kapitalizmin duvara tosladığı, çıkmaza girdiği 21. yy ilk çeyreğinde, sermayenin kurtuluşunu yeni büyük ölçekli savaşlarda aradığı ortadadır. Trump’ın, Putin’in, Merkel’in, Johnson’un, Esad’ın ve Erdoğan’ın yönetimde olduğu bir dünyada bunu sağladılar. Artık açık ve seçik bir bölgesel savaşın içindeyiz. Bunun mezhepler savaşına dönüşmesi ise en korkunç son olacak bölgede. Yoksul insanlara düşecek kader kırıntısı mülteciler olarak ülkeden ülkeye savrulmak, ölümler, aşağılamalar, faşist saldırılar olacak. Zenginler ve iktidar sahipleri bedelini ödeyecek çocuklarını cepheden uzak tutacak, o yüce mertebe sadece yoksullara düşecek. Tepeler ve kasalar, banka hesapları boş kalmayacak. Diğer taraftan Kaz Dağları’ndan Hasankeyf’e, Türkiye’nin dört bir yanında doğa ve tarihin yağmalanması, ekosistemin tahribatıyla karşı karşıyayız. Orta ve uzun vadede bu uygulamaların halk sağlığına yansıyan sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. 

Bu kaotik döneme son verecek tek güç artık dünyanın anneleri, bacıları, kadınlarıdır. Erkek egemen bin yılların kirlettiği, kana buladığı, doğasını hoyratça hırpaladığı bu dünyada tek kurtuluş hamlesi onlardan gelecek. Dünyanın kadınları birleşirse ve hep bir ağızdan silaha, savaşa hayır diye haykırdığında, oğullarını savaş meydanlarına göndermeyi reddettiğinde dünya değişecek. İnsanlar yurtlarını yuvalarını terk edip liderlerin oyuncağı olmasın, doğa korunsun, yoksullar ölmesin, çocuklarımız barış ve özgürlüğü yaşasın diye... 

Kakistokrasi rejimlerini yaşayan ülkelerin kuşattığı bir dünyada tabipler olarak söyleyeceğimiz son söz “Yurtta Sağlık, dünyada sağlık” olacak ve 14 Mart’ta 5 talebimizi dile getireceğiz. 

1. TTB’nin hazırladığı sağlık emek ve meslek örgütlerinin desteklediği “sağlıkta şiddet yasa tasarısı” Meclis tarafından hemen yasalaştırılsın, 

2. Sağlık çalışanlarının hizmeti sunarken yaşadıkları her türlü şiddet, iş kazası olarak değerlendirilsin, 

3. Muayene randevuları hastaya yeterli süre ayrılacak şekilde düzenlensin, ,

4. Acil servislerde sadece acil hastalara hizmet verilsin, 

5. Birinci basamak sağlık hizmetleri güçlendirilsin, sevk zinciri uygulamasına geçilsin.

14 Mart 2020







14 Mart Tıp Bayramı

DR. YENER ORUÇ


Aşı, serum ve deney hayvanlarını yüklenip, balayına çıkar mıyız? 

Yeni evli olduğumuz eşimizle üstelik zorlu bir deniz yolculuğunu da göze alarak, Anadolu’ya aşı ve serum gönderilmesinin yasak olduğu bir dönemde balayına çıkar gibi Karadeniz üzerinden  Kastamonu’ya ulaşır mıyız? 

Kastamonu’da bir yandan serum, aşı üretirken diğer yandan Hilal-i Ahmer (Kızılay) saymanlığı yapıp, yerel yayın organı Açıksöz’e de halk sağlığı yazıları yazar mıyız? 

Ya da bir gaz lambasının gece ve gündüz bekçiliğini bir başımıza aylarca yapabilir miyiz?  

Yanıtı zor sorular 

Laboratuvar tüpleri olmadığından hardal şişeleri toplayıp, o şişelerde aşı kültürü ekip, ısı kaynağı bir gaz lambası olan gaz tenekelerinden imal edilmiş bir etüv’de üretilmiş aşı örneklerinin üzerinizde denenmesine izin verir miyiz? 

40 derece sıtma ateşiyle yanarken hiç vazgeçmeden kolera, tifo ve çiçek aşısı üretimine en ilkel şartlarda devam edebilir miyiz? 

Savaşın ortasında bir tıp kongresi toplamak aklımıza gelir miydi? 

Üç ay taban tepip, Ağrı’dan Sakarya’ya 21. Tümen Sıhhiye Bölük’ünü yürüyüp, hasta ve yaralılara yokluktan ellerimizle kerpiç ve çamurla sabit karyolalar yapabilir miyiz? 

300 atlının başına geçip Ulus Dağı’ndan, Demirci’ye akınlar düzenler miydik? 

Müdafaai Hukuk’u örgütlerken Bolu Musiki Cemiyeti’ni de kurar, “Dertli Gazetesi”ne “Trakyalı” adıyla yazılar yazar mıydık? 

Kuşatılmış bir kentin yaralarını sarmak ve direnmek üzere fakülteden vazgeçip, Antep’in direnişine koşar mıyız? 

Eşkıya çetelerinin içine yalnız ve silahsız olarak dalıp, onları ilk milli seyyar kuvvetler olarak toparlayabilir miyiz? 

Biz, eşimizi yitirip biri üç yaşında diğeri iki aylık bebekle kala kaldığımızda Anadolu’ya en önce geçenlerden olur muyuz? 

Çarpıcı bir giriş olsun diye sorulmadı bu sorular. Yaşanmış olduğunu vurgulamak maksadımız: 

Kastamonu’da Dr. Zekai Muammer (Tunçman), gaz lambasının başında Tıbbiyeli Nurettin Osman, hardal şişeli laboratuvarın başında Dr. Tevfik İsmail Bey, Dr. Arif İsmet Bey Çetingil ve Tıbbiyeli Hikmet (Boran), Yusuf Balkan... Her üretimlerinin; aşı, serum hayvanlarda denenmeden gönüllü denekliğini üstlenen yine bu isimler. 

Ulusal Tıp Kongresi’nde Dr. Refik Bey (Saydam), kerpiç ve çamura bulanmış elleriyle Dr. Mehmet Derviş Kuntman, 300 atlı akıncının başında Dr. Fazıl (Doğan), Bolu’da bir musiki âşığı Dr. Fuat Bey (Umay), Antep’te Tıbbiyeli öğrenci Ömer Asım (Aksoy) 

İzmit’te eşkıyaların arasında Dr. Fahri Can, Ankara’da, Çanakkale’den akın akın gelen hastalara bakarken, o günün korumasız koşullarında yapılan röntgen uygulamaları nedeniyle kesilmek zorunda kalınan parmaklarıyla ve ardında bıraktığı iki yavrusuyla Dr. Mim Kemal (Öke )(cerrah ve radyolog). 

Adını saydığımız, saymadığımız Kuvayi Milliye’nin hekimleri olmayı şeref ve görev bilirsek, bu sorulara verilecek yanıtlarımız “Evet”tir. 

Şahlanış günü 

Bu “Evet”, 14 Mart’ı bayram olarak hak etmektir. Zira adı bayram olsa da bugün Türk Tıbbiyesinin ulusal direnişte şahlandığı gündür. Milli Mücadele için çabalayan Tıbbiyeli öğrencilerin İngiliz istihbaratını “Mektebimizin açılış yıldönümü” diyerek bir balo düzenleneceğince inandırıp, Selimiye’deki okulun iki kulesi arasına al bayrak asmaktır. Sivil kıyafetle derslere katılması istenilen askeri tıbbiye öğrencilerinin İngilizlerin karşısına pijamalarıyla çıkıp, işgali protesto etmesinin bayramıdır, bu bayram. 

18 Mayıs 1915 sabahı muharip olarak; elinde tüfek şehit düşmüş tıbbiye alayını yurtseverlikte pusula bilenlerin armağanıdır, bu bayram. 

Aydın olmanın bayramı 

İşgal altındaki İzmir’de süngü göstererek “Zito (yaşa) Venizelos” diyen Yunan askerine Damat Feritçi Nadir Paşa boyun eğerken, tabip Yarbay Şükrü Bey olup, göğsünü gererek “Kato (kahrol) Venizelos” diye bağırmanın bayramıdır 14 Mart. 

“Ya istiklal ya ölüm” diye Mektebi Tıbbiye’nin iki kulesi arasına bayrak dalgalandırmaktır, bu bayram. Balo bahane. 

Tıbbiyeli olmak, gereğinde Harbiyeli gereğinde Mülkiyeli olmaktır. Sevgili Türkan Saylan Hocam gibi. Cüzamla savaşırken Tıbbiyeli, Ergenekon kumpasında Harbiyeli, Kardelenlerini köklendirirken Mülkiyeli. 

Tıbbiye, Aydınlanmanın ilk ocağı ve bunun gereği olarak karanlıklara karşı elini taşın altına sokanların yuvasıdır. 14 Mart bu anlamda aydın olmanın da bayramıdır. 

Hekim, diş hekimi, eczacılar olarak bu şanlı direniş tarihini  yazanlara sonsuz bir borcun ortaklarından biri olarak selam olsun, 14 Mart’ı bize teslim edenlere. Selam olsun, o ruhla hareket edenlere. Bu bayramı bizlere armağan edenlere rahmet ve minnetle Tıp Bayramı kutlu olsun. 

14 Mart 2020







Mehmet Öz, koronavirüsten korunma planını anlattı

Öz, panik yapmanın zamanı olmadığını söylerken “Korunma yöntemlerini öğrenme ve hazırlık yapma zamanı” dedi


Ünlü kalp cerrahı Dr. Mehmet Öz, Türkiye’de de görülen koronavirüsün yeni tipi Kovid-19’a karşı alınabilecek önlemlerin bir listesini yaptı ve hazırladığı video içeriği ile anlattı. 

Dr. Öz ve ekibi yayınladığı grafik ve videoda yaşam tarzı tavsiyelerinden, hijyen ayrıntılarına, evlerde tedarik edilmesi gereken malzemelerden, bağışık güçlendirici gıdalara kadar bilinmesi gerekenleri sıraladı. 

Öz, “Endişeli olduğunuzu biliyoruz ancak panik yapmanın zamanı değil. Korunma yöntemlerini öğrenme ve hazırlık yapma zamanı” dedi. 

Öz ve ekibi ayrıca koronavirüsten korunma planıyla ilgili olarak da şu grafiği paylaştı: 









Erdoğan-Putin görüşmesi

İdlib için ateşkes, ortak devriye ve güvenli koridor kararı 


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'da önce ikili sonra da heyetlerarası görüşmelerde bir araya geldi. 

6 saate yakın süren görüşmelerin ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov iki ülkenin üzerinde anlaştığı mutabakat metnini kamuoyuna açıkladı. 

Alınan karar uyarınca Suriye'nin İdlib eyaletinde Cuma günü 00.01 itibarıyla ateşkes ilan edilecek. 

Önce Sergey Lavrov'un Rusça, sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Türkçe olarak kamuoyuna açıkladığı mutabakat metninde şu ifadeler yer aldı: 

§  İdlip Gerginliği Azaltma Bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 saat 00:01'den itibaren durdurulacaktır. 

§  Türk ve Rus devriyeleri, 15 Mart'ta M4 Karayolu'nun Trumba'dan (Serakib'in batısı) Ain Al Havr'a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır. 

§  M4 Karayolu'nun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecek. 7 gün içinde esasları kararlaştırılacak.


Türkiye ve Rusya ayrıca 4 Mayıs 2017 ve 17 Eylül 2018 tarihli mutabakatlarına uyacaklarını; Suriye'nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne kuvvetli taahhütlerini yinelediklerini vurguladı.

İki ülke ayrıca "terörizmin tüm tezahürleriyle mücadele" ile Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından "terörist" olarak tanımlanan tüm grupların ortadan kaldırılması yönündeki kararlılıklarını yineledi. 

Bu noktada sivillerin ve sivil altyapının hedef alınmasının hiçbir şekilde mazur görülemeyeceği, Suriye ihtilafının askeri çözümünün olamayacağı ve ihtilafın yalnızca Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde, BM'nin kolaylaştırıcılığında, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğinin altını çizildi. 

Türkiye ve Rusya ayrıca insani krizin daha da kötüleşmesinin önlenmesinin, sivillerin korunmasının, ihtiyaç sahibi tüm Suriyelilere önkoşulsuz ve ayrım gözetmeksizin koruma ve insani yardım sağlanmasının, keza ülke içinden yerinden edilmelerin önlenmesi ile mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilen kişilerin güvenli ve gönüllü olarak Suriye'deki asıl ikamet yerlerine geri dönüşlerinin kolaylaştırılmasının önemini vurguladı. 

Putin: Hep uzlaşabilmeyi başarıyorduk, bugün de öyle oldu 


Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la düzenlediği ortak basın toplantısında, "Kritik durumlarda her zaman elde edilen mutabakatlara dayanarak uzlaşabilmeyi başarabiliyorduk, çözümler üretiyorduk, bugün de öyle oldu" dedi. 

Putin, İdlib'le ilgili olarak hazırladıkları ortak belgenin bölgede ateşkese vesile olacağına ve insani yardım konusunda ilerleme sağlanmasına yardımcı olacağına inandıklarını söyledi. 

Erdoğan: İdlib'de yeni bir statünün oluşturulması kaçınılmaz hale gelmiştir 


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise açıklamasında, "İdlib mutabakatının bozulmasına yol açan gelişmelerin birinci derecede sorumlusu, saldırganlığı ile bölge istikrarını hedef alan rejimdir" dedi.

En kısa sürede ateşkesi gerçekleştireceklerini, ardından Rusya'yla birlikte kararlaştıracakları diğer adımları süratle atacaklarını vurgulayan Erdoğan, "Rejimin askerlerimizi hedef alan saldırganlığıyla yaşanan üzücü hadiseler sonrası İdlib'de yeni bir statünün oluşturulması kaçınılmaz hale gelmiştir" diye konuştu. 

Erdoğan, Türkiye'nin bu süreçte Suriye rejiminin her tür saldırısına tüm gücüyle ve tüm sahada cevap verme hakkını saklı tutacağını da sözlerine ekledi. 

Türkiye, 27 Şubat'ta İdlib'de 34 Türk askerinin hayatını kaybettiği hava saldırısının ardından 1 Mart'ta bölgede Bahar Kalkanı Harekâtı'nı başlatmıştı.