Sayfalar

Kadın Filozoflar

Prof. Dr. Niyazi Kahveci

“Filozoflar şimdiye kadar dünyayı sadece erkeklere göre yorumladılar. Fakat onun insanlık bakımından değiştirilebilmesi kadınca da yorumlanmasını gerektirir.” 
Irmtraud MORGNER

Her çağda kadın filozoflar var olmuştur. Hatta Antikçağ’da kadınların, felsefe okulları açtıklarını ve zamanın ünlü filozoflarına dersler verdiklerini görüyoruz. Mesela Sokrates’in iki kadın hocasından söz edilir. Bunlardan biri Mantinealı DİOTİMA, diğeri ise Miletli (Aydın-Söke) ASPASİA (MÖ 470-400)’dır. Biz bu yazımızda ilkçağın son kadın filozofu İskenderiyeli Hypatia’yı ele alacağız.

İskenderiyeli HYPATİA (MS 360-415)

Antik Aydınlığın Son Işığı

Astronom ve matematikçi İskenderiyeli Theon (335-405)’un kızıdır. Bilimi ve zarafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü bir kadındır. Antikçağ’ın sonlarının en etkili bilginidir. Tarihte bilinen ilk kadın filozof-matematikçidir. “Özgürlüğü savunan” ilk kadındır. Sonradan “cadı avı” olarak anılacak olan kadın düşmanlığının ilk kanlı kurbanı olmuştur. Onun ölümü, Roma imparatorluğunun Hristiyanlaşmasının kesin işareti ve “pagan” felsefenin son bulması anlamına gelir.

Atina’da eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye’ye yerleşmiş ve orada bir okul açmıştır. Babasından aldığı sağlam fikir yapısı ile kendisini Platon’un izinde buldu ve İskenderiye’de Platon, Aristo ve Suda gibi diğer filozoflar üzerine halka açık dersler verdi. Hypatia, o dönemde öğrenim ve bilimi simgeliyordu.

En önemli öğrencisi Synesios’dur. Sonradan büyük filozof olan bu öğrencisi ona hayranlığını ve ilmine duyduğu takdirlerini bildiren pek çok mektup yazmıştır. Bu mektuplar felsefe tarihi kitaplarında bugüne kadar gelmiştir.

MÖ 3. yüzyıldan başlayarak altı yüz yıllık bir süre boyunca insanların İskenderiye’de başlattığı düşünsel ortamdan sonraki baskı, öğrenmekten korku, bütün izleri yok etmiştir.

Hıristiyanlığın egemenliğinden sonra da filozoflar, Roma hükümdarının himayesinde olmaya devam ettiler. Hükümdar Julyana Apostata, onlara koruma verdi. Hypatia, Pitolemais şehrinin putperest valisi Orestes’in himayesine sığınır.

Önceleri Makedonyalılar, sonra Romalı askerler, Mısırlı rahipler, Yunan aristokratları, Fenikeli denizciler, Yahudi tacirler, Hindistan ve Güney Sahra’dan gelenler, İskenderiye’nin parlak döneminde büyük bir uyum içinde yaşamışlardı.

Büyük İskender’in kurduğu bu şehrin muhteşem bir kütüphanesi ve buna bağlı bir müzesi vardı. Bilim ve düşünce ürünleri burada gelişmişti; pek çok bilim adamının yanında İskenderiyeli Theon ve kızı Hypatia da bu kütüphaneye devam edenler arasındaydı.

“İskenderiye Kütüphanesi de Hristiyan fanatikler tarafından yakılmıştır.”

Hypatia’nın Görüşleri 

Günümüz insanlığını doğuran düşüncenin aktörlerinden olan Hypatia, Milattan sonra 4. asır gibi bir zamanda bile şu felsefi sonuçlara ulaşmıştır: 

“Bütün biçimsel, dogmatik dinler safsatadır. Kendine saygısı olan herhangi bir insan tarafından asla nihai olarak kabul edilmemeleri gerekir.” 

“Hayat, kişinin kendi güçlerini keşfetmesidir.”

“Kapımızın önündekilerini anlamak, ötelerdekilerini anlamak için en iyi hazırlıktır.”

“Masallar masal olarak, mitler mit olarak ve mucizeler de şiirsel hayaller olarak öğretilmelidir. Hurafeleri hakikat olarak öğretmek en korkunç şeydir. Çocuk zihni onları kabul eder ve onlara inanır; çocuk bunlardan ancak büyük acılar ve ve belki trajedi vesilesiyle yıllar sonra kurtulabilir. Aslında insanlar hurafeler için, geçerli bir hakikat için savaştıkları kadar hızlıca savaşacaklardır, çoğu zaman da daha hızlı savaşacaklardır. Zira hurafeler öylesine soyuttur ki, onları çürütmek için bile ele alamazsınız.”

Babası Theon, kızı Hypatia’ya şu öğütleri verir: 

“Düşünme hakkını saklı tut. Hatta yanlış düşünmek bile hiç düşünmemekten iyidir.” 

“Herhangi bir katı dini sistem, hayatını ele geçirmesin, yeni bilimsel hakikatlerin keşfini engellemesine izin verme!”

Hypatia’nın Ölümü 

Bütün filozoflar, özellikle Papalık ve fanatik-yobaz dinciler tarafından öldürülmüşlerdir. Hypatia’nın en parlak zamanı Arkadius’un hükümranlığı dönemine, 415’deki trajik ölümü, Arkadius’un halefi devrine rastlar. İskenderiye’nin Hristiyan piskoposu Aziz Cyril (Cyrillos), Hypatia’nın ölüm fermanını vermiştir. Fanatik Hristiyan bir tarikatın keşişleri tarafından feci bir şekilde öldürüldü. Hypatia, arabasının arkasına bağlanarak sürüklendi ve sonunda yakılmadan önce, hâlâ canlı iken keskin deniz kabuklarıyla kesilmek üzere en yakındaki kiliseye götürüldü.

İskenderiye’ye Başpiskopos Aziz Cyril’in yandaşlarının oluşturduğu bir kitle tarafından Hypatia sokakta linç edilir. Önce elbiseleri parçalanır ve çırılçıplak bırakılır, etleri ayrılana kadar kırbaçlanır, cesedi parçalanır ve caddelerde teşhir edilir.

Aziz Cyril, Yahudilere karşı da çok sayıda katliamı teşvik eden biridir. Azizlik, Hristiyanların icadıdır. Aziz (saint); Hristiyanların evliyasıdır. Biz, evliyalık kavramını Hristiyanlardan aldık.

Fakat bugün, Aziz Cyril’i bilen yoktur ama, Ay’da bir kratere Hypatia adı verilmiştir.

“Bugünü bize; kralların ve dinadamlarının öldürdükleri ve kitaplarını yaktıkları düşünürler ve bilimadamları sunmuştur. Manevi şahsiyetleri önünde eğiliyorum!”

İnsanlığın tarihine geçmek; insanlığın hayrı yolunda kafaya ve yüreğe birlikte sahip olup canı pahasına katkı yapmakla mümkündür. Eğer insanlık, asırlardır Hypati’dan söz ediyor ve onun ismini yaşatıyorsa, sebebi budur işte. İnsanlık işte böyle cesaretli kişilerin ürünüdür. Cesaretsiz kiralık-insanların işi değildir. Sizin toplumdan tarih boyunca hiç böyle cesaretli erkek ve kadın çıkmış mıdır?

“Cesaret korkunun yokluğu değildir. Korkuya rağmen harekete geçmektir.”  A.Maslow 

“Filozoflar yerden mantar gibi bitmezler. En ince, değerli ve görünmez öz sularını felsefi fikirlere akıtan zamanlarının ve uluslarının ürünüdürler.”  K.Marx (1818-1883)

22 Ocak 2020





Ayvalık halkından baraj tepkisi

Büyük bir talanla karşı karşıyayız

Ayvalık’ta yapılması planlanan Karakoç Barajı, bölgede yaşayan yurttaşların tepkisini çekti. Kırcalar Köyü Muhtarı Yener Aktaş, köylünün geçimini bu yöreden sağladığını belirterek, “Barajın buraya hiçbir faydası yok. Geçim kaynağımız tehlike altına girecek. Taban sularımız yüksek, baraj yapımına gerek yok. Amaç farklı olduğunu düşünüyoruz. Ovamızı elimizden alacaklar” dedi. 


Ayvalık’ta Karakoç Barajı projesine karşı basın açıklaması düzenlendi. Karakoç Köprüsü’nde dün düzenlenen basın açıklamasına, CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, Ayvalık Belediye Başkanı Mesut Ergin, Kent Konseyi Başkanı Halil Çoşkun, Atatürkçü Düşünce Derneği Ayvalık Şubesi üyeleri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Ayvalık Şubesi üyeleri, Ayvalık Çevre Derneği üyeleri, Giritliler Derneği üyeleri, Ayvalık Tabiat Platformu üyeleri, siyasi parti temsilcileri ilçe ve köy muhtarları ile çok sayıda köylü katıldı. 

CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, “Büyük bir yıkımla, talanla karşı karşıyız. Cennet vatanımızın birçok yeri tehlike ile karşı karşıya. Biz milletvekilleri olarak, sizin hakkınızı savunmakla görevliyiz. Meclis’te sizin hakkınızı savunmak için oradayız. Doğanın talan olmasına sonuna kadar karşıyız” dedi. 

Kent Konseyi Başkanı Halil Çoşkun da, “Nispi nemin yükselmesi ve sıcaklık artışıyla çiftçimiz yok olacak. Ağaçlar kuruyacak. Ayvalık zeytin ve zeytinyağının değeri de tehlike altındadır. Ayvalık yöre halkı istemediği halde proje çalışmaları hâlâ devam ediyorlar. Zeytin sevdadır, emektir, yaşam biçimidir. Sessiz kalmayacağız. Karakoç Barajı’nı istemiyoruz” diye konuştu. 


‘’OVAMIZI ELİMİZDEN ALACAKLAR’’


Kırcalar Köyü Muhtarı Yener Aktaş ise, köylünün geçimini bu yöreden sağladığını belirterek, “Barajın buraya hiçbir faydası yok. Geçim kaynağımız tehlike altına girecek. Taban sularımız yüksek, baraj yapımına gerek yok. Amaç farklı olduğunu düşünüyoruz. Ovamızı elimizden alacaklar” dedi. 

Mutluköy Muhtarı Erdinç Tügen de, “Köylülerimizin geçim kaynağı olan ve tamamı sular altında kalacak verimli tarım arazilerimizin kaybı ve çevresel gece ve gündüz nemi sebebi ile zeytin çiçek bağlama sürecinde göreceği zarar mevcut zeytin tanesinde nemden oluşacak don ve kırağı zararları ve taş ocakları çimento ocakları gibi faaliyetlerin başta doğa örtüsünü bozacağı sonra çok yakın bölgesinde bulunan köyleri toz bulutu ile kaplayıp boğacağı çevresindeki verimli tarla ve zeytinlikleri toz bulutu ile kaplayacağı için verimi ve kaliteyi düşürecek” dedi. 

“BÖLGE İNSANIMIZIN EMEĞİ HEBA OLACAK”

 

Ayvalık Belediye Başkanı Mesut Ergin ise, “Şu anda bulunduğumuz bölgede, yüzde 80’i zeytinlik olan bu tarım topraklarında, Korunması gereken alanlar kapsamında bulunan Karakoç deresi üzerinde, içme suyu ihtiyacını karşılama amaçlı olarak Karakoç barajının yapılması planlanmaktadır. Barajın yapılmasının planlandığı yer zeytinlik ve tarım arazisidir. Barajın yapımı için öngörülen alan yaklaşık 3.500 dönüm tarım arazisi olup, bu 3500 dönüm arazinin yüzde 80’ini zeytinlik vasfındadır. Bu zeytinlikler bölgede yaşayan ve başta zeytincilik olmak üzere tarımdan geçimini sağlayan hemşerilerimizin kendi elleri ile diktikleri ve bir ömür harcayarak yetiştirdikleri zeytin dikmeleridir. Baraj yapıldığı takdirde tüm bu alan üzerindeki zeytinlerle birlikte bölge insanımızın bir ömür vakfettikleri emekleri de heba olacaktır. Karakoç Barajı bölgede eko-sistemi bozacak bölgenin iklimini olumsuz yönde etkileyecektir. Zaten oldukça azalan zeytin rezervine zarar verecek ve Barajın yapılacağı Toplam 3.500 dönüm alanın da yüzde 80’inin zeytinlik olduğu gözetilirse bölgede zeytin rekoltesini olumsuz etkileyecektir. Bu nedenle, bölgede yaşayan ve geçimini büyük ölçüde zeytincilikten temin eden bölge insanımız ekonomik olarak da barajdan olumsuz etkilenecektir. Baraj, yapıldığında Karakoç sulak alanın yok olması ile birlikte bölgenin bitki örtüsü ve eko-sistemini bozacaktır” dedi. 


Ergin şunları söyledi: “Barajın su toplama havzasında biriken su nedeniyle oluşacak nem nedeniyle barajın altında kalmaktan kurtulan ağaçların çiçekleri de etkilenecek, nemden dolayı yanan çiçekler zeytine dönemeyecek, baraj yakınındaki tüm zeytinlikler de barajdan olumsuz etkilenebilecektir. Barışın simgesi olan zeytinin ve oksijen kaynağı olan ormanlarımızın yok olmasının küresel ısınmanın dozajını daha da artıracağı açıktır. Ağaç kesilmesinin iklim değişikliğine sebep olduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca baraj alanı kuşların göç yolu üzerinde olup, bu sulak alan kuşların doğal yaşam için hayati öneme haizdir. Unutulmamalıdır ki yaşadığımız bu topraklar sadece bize değil, tüm canlılara aittir.” 

20 Ocak 2020 





Süleymani, Şiiliği İran halkı için kalkan yapmıştı

Nurzen Amuran sordu, Prof. Dr. Haydar Çakmak yanıtladı...

Nurzen Amuran: Ülkemizde medya ortamında aynı kişiler her konuda sadece sınırlı bilgilerini açıklıyor algılama metotlarını kullanıyorlar ama ele alınan konuların uzmanı olanlar, bu ortamlara davet edilmiyorlar. Böylece izleyici okuyucu, ele alınan konuda yeterince aydınlanamıyor, bilgi sahibi olamıyor. Bu nedenle her hafta gündemdeki olayları uzman konuklarımızla konuşuyor sizleri aydınlatmaya çalışıyoruz. Uluslararası ilişkilerde doğru bilgi elde edebileceğimiz, kaynak olacak bilim adamlarımızın uzmanlarımızın sayısı çok değil. Bu hafta yeniden Ortadoğu’yu konuşacağız. Çünkü, bölgedeki gelişmelerin bize de yansıyacak riskleri olabileceği için doğru bilgilerle aydınlanmamız gerekiyor. İran’daki son olaylar ve İran devlet sorumlularının yaptığı açıklamalar, Ortadoğu’daki mevcut gerilimi artırdı. Kasım Süleymani suikastıyla birlikte içerde ve dışardaki gelişmeler Ortadoğu’yu bir çözümsüzlüğe de götürebilir. Önce İran’ı sonra Libya’yı konuşalım. Konuğumuz Prof. Dr Haydar Çakmak. 

Sayın Çakmak, Kasım Süleymani İran halkı için ne ifade ediyordu, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve ekibi için ne ifade ediyordu? Süleymani’nin öldürülmesi kimlere yaradı, İran’ın Ortadoğu’daki konumunda bir değişiklik yarattı mı? 

Haydar Çakmak:  Kasım Sülaymani, İran dini rejiminin felsefesine ve politikasına uygun bir kişiliğe sahip askerdi. İlkokul mezunu olmasına rağmen ordu komutanlığına gelecek kadar becerikli ve aynı zamanda rejime bağlı ideolojik bir militandır. İslami rejimi koruyan ve rejimin içte güvenliğine dışta ise yayılmasına ve dış tehlikeyi önleme görevi olan “Devrim Muhafızları”na bağlı “Kudüs Gücü”nün komutanıdır. Kasım Süleymani’yi İran ile ilgili bütün askeri dış sorunlarda başrolde görüyoruz. 1998 de Afganistan da 7 İranlı diplomatın öldürülmesi üzerine, Taliban’a karşı savaşan Fars kökenli Tacik molla Burhaneddin Rabbani’ye çok büyük askeri ve lojistik destek vererek Taliban’dan intikam almıştır. İran devletinin bölgesel ve uluslararası güç olma amacına uygun olarak bir Şii kuşağı yaratmak için İran dışında ki Şiileri organize etmiştir. Lübnan’da yüz bin kişilik silahlı Hizbullah’ı, Irak ta, seksen bin kişilik Haşdi Şabi’yi eğitmiş ve donatmıştır. İran’ın ulusal çıkarları yönünde bunları kullanmıştır. Suriye’de Şii mezhebine yakın Alevi ve Nusayri mezhep mensuplarıyla yakın işbirliği sağlamıştır. Halkının yüzde yetmişinin Şii olduğu Bahreyn’de Şii din adamları ve dindarları örgütlemiştir. Bu örgütlemenin en acı örneklerinden birisi de Yemen’deki Şii’leri İran, Sünnileri de Suudi Arabistan’ın desteklemesiyle kan ve yıkıma sebebiyet vermeye devam etmesidir. Ekim 2015’te Suriye’de yardımcısı Hüseyin Hamedani’nin DAEŞ tarafından öldürülmesiyle DAEŞ ile kanlı bir mücadeleye girmiştir. Kudüs gücünü İran’ın dışarıdaki askeri gücü haline getirmiş ve savaşmaktan çekinmemiştir. Türkiye’de bir algı oluştu, sanki Süleymani din için savaşan bir fanatik olarak tanıtılmaktadır. Bu doğru değildir. Birincisi, Süleymani bir din adamı Molla değil bir askerdir. Ancak dindar bir askerdir. İranlı dindarlar Türkiye’deki dindarlar gibi beynelminelci-Ümmetçi kozmopolit değil yurtseverdirler. Sülaymani, Şiiliği İran ve İran halkı için bir kalkan yapmıştır. Bu ayrıntıyı görmek gerekir. Sorunuza gelirsek, Süleymani dindar İran halkı için bir kahramandı ancak dindar olmayan İranlılar için halkın parasını sağda solda lüzumsuzca harcayan sorumsuz bir fanatik olarak nitelendirilirdi. Konuşulan ve düşünülenin aksine İran molla rejimi, Süleymani’nin öldürülmesiyle derin bir nefes almıştır. Süleymani başına buyruk söz dinlemeyen istediği parayı biraz da zorla alıp hesap vermeyen, eli silahlı on binlerce kişiyi kontrol eden bir kişiydi. Kimse dokunamıyordu. Devlette teklif edilen başka hiçbir görevi kabul etmiyordu. Amaç onu silahlı gücün başından almaktı ama o ısrarlı bir şekilde ordusunun başında kalmak istiyordu. Din adamı olmadığı için dini hiyerarşinin dışındaydı, bir başka deyişle devletin nimetlerinden, yönetiminden ve siyasetten uzaktı. İktidarı elinde tutan Mollalar ve sivil siyasetçiler Süleymani’nin askeri bir darbesinden, için için korkmaktaydılar. Süleymani’nin öldürülmesi derin bir nefes almalarına olanak sağladı. Bu rahatlığı sağlayan Amerikalı askerlere müteşekkir kalmışlardır. Zaten onlarda intikam almak yerine Amerikalıların gösterdikleri boş bina ve arazileri bombalayarak şükranlarını göstermiş oldular. 

Süleymani’nin öldürülmesi ile İran yönetimi bölgeyle ilgili daha bağımsız ve daha rahat hareket edecektir. Zira Süleymani bölge politikasında çok etkiliydi ve çok angaje olmuştu. Bu kadar müdahale hem İran yönetimi hem de halk tarafından istenmiyordu. Kudüs gücünün bütçesi milyar dolarla ifade edilmektedir. Hükümet artık bu parayı vermek istemeyecektir. Olağandışı bir gelişme olmazsa İran bölgede eski varlığını göstermeyecektir. Daha mütevazı bir güç, daha barışçıl bir politika ve daha az müdahil bir diplomasi yürütecektir diye düşünüyorum. İran halkı ve devleti yoruldu. Ciddi ekonomik sorunları var. Ambargo nedeniyle askeri gücü büyük darbe almıştır. Bölge halkları da İran’ın iç işlerine karışmalarını istemiyor. En güçlü olduğu ülkelerden birisi Irak'tır ama, Irak halkı ve hükümeti İran’ın ülkeyi terk etmesini istiyor. 

İRAN BATI İÇİN ARAP ÜLKELERİNİ DENGELEME VE ONLARI KORKUTMA ARACIDIR 

Amuran: Ruhani, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri harekatını durdurmasını ve bölgeyi terk etmesini isterken AB askerlerine de uyarı göndermesinin arkasında Rusya ve Çin gibi süper güçlerin katkısı olabilir mi? 

Çakmak: Ruhani’nin sözleri daha önceki liderlerden farklı değildir. Ahmedi Nejat döneminde daha sert demeçler işittik. Bu hafif sertleşme ülkede intikam bekleyen dindar kesimi rahatlatmak içindir. Lafla sertleşmenin diplomaside tek karşılığı aynı dozdaki demeçlerdir. Ülkelerin sözlerinden ziyade eylemlerine bakmak gerek. İran’ın bugünkü eylemleri Amerikalıların gösterdikleri boş binaları bombalamaktır. Rusya ve Çin, hayati bir sorun veya ciddi ulusal güvenlik ve çıkar sorunu yoksa İran için ABD’yi karşılarına almazlar. Bu durumu İran çok iyi biliyor. Ruhani önümüzdeki hafta AB heyeti ile nükleer çalışmalarını müzakere edecek ve bu nedenle elini güçlendirmek için karşı demeçler vermektedir. İran’ın tercihi AB ile müzakere etmektir. İran’ın talihsizliği gelecek AB heyeti içinde İngilizlerin de olmasıdır. ABD ve İsrail özelde, Avrupa ülkeleri de genel de, İran’ın belli oranda gücünü korumasını istemektedir. Bazılarının düşündüğü veya dediği gibi İran’a saldırıp parçalamak veya zayıflatmak gibi bir politikaları yoktur. İran, batı için Arap ülkelerini dengeleme ve onları korkutma aracıdır. Arapları İran ile korkutarak silah satmaktadır. Bu aracı bırakmak istemezler. Ayrıca İran parçalanınca orada ki 40 milyon Türk kökenliler, ya Azerbaycan ya da Türkiye ile birleşmek isteyecektir. Öyle bir şey olursa devasa bir Türkiye veya çok büyük bir Azerbaycan ortaya çıkar ki hiçbir ülke bunu istemez. 

Amuran: Ağır ambargo koşulları ve ülkenin yaşadığı ekonomik kriz halkı yönetimden uzaklaştırıyor mu? İran halkı Ukrayna uçağının düşürülmesinden sonra biraz değindiniz ama devrim muhafızlarına nasıl bakıyor, ülke içindeki sorunlar giderek artarken yapılacak seçimler değişik sonuçlar getirebilir mi? Reform yanlıları son olayları nasıl yorumluyor?

Çakmak: İran halkı son on yıldır rejimden umudunu kesti ve halk arasında derin çatlaklar oluştu. Halkın yüzde onu rejimle barışık ve rejimin nimetlerinden istifade ediyor. Hem dindar hem de daha iyi şartlarda yaşıyor, dolaysıyla hayatından ve rejimden memnun. Ancak seksen milyon nüfusu olan ülke halkının yüzde doksanı mutsuz ve rejim karşıtıdır. Rejimin baskısı, hukuksuzluk, yoksulluk, hayat pahalılığı, yolsuzluk adam kayırma, ülkenin sürekli savaşta olması ve adaletsiz paylaşım gibi sorunlar halkı bıktırdı. Rejimi yaşatan eli silahlı devrim muhafızları halk tarafından nefretle karşılanmaktadır. Her türlü yolsuzluğun içinde silahlarıyla halkı baskılamaktadır. İran halkı seçimlere güvenmiyor. Seçimlerde hile yapıldığına inanıyor ve rejimin her hangi bir seçimle gideceğine de inanmıyor. Rejimin ancak bir halk ayaklanması veya bir darbeyle gideceğine inanıyorlar. Bu nedenle halk her olayda sokağa çıkıyor. Reformcular ve halkın önemli bir kesimi rejime güvenmediği için iktidarın yaptığı her hareketi sorguluyor. ABD’den intikam alacağız diye yola çıkan rejimin, boş binaları bombalayıp seksen kişi öldürdükleri yalanı üzerine rejim yanlısı olan dindarları da rahatsız etmiştir. Halkın geçen hafta pazartesi günü yaptıkları gösteride yere çizilen ABD ve İsrail bayraklarının üzerine basmayarak rejime ve yandaşlarına çok açık ve ilginç bir mesaj vermiştir. Düşürülen Ukrayna uçağından sonra rejimin itibarı iyice yara aldı. Rejim, uçağın kendi düştüğünü söylemiş sonra da kendilerinin kazara düşürdüklerini söyleyerek yalancı durumuna düşmüştür. Şimdi sorun uçağın kaza sonu düşürülmediği ve özellikle yolcular içinde bulunan Süleymani’nin çok yakınının bazı devlet sırrı belgelerle kaçarken sonradan fark edilip uçağın kasıtlı olarak düşürüldüğü dedikodusu doğru çıkarsa ne olur? 

Amuran: Evet bu söylentiler de var. Süleymani suikastından sonra Türkiye’nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz, bu süreçte Türkiye-İran ilişkilerinde nasıl bir politika izlenmesi gerekir? 

Çakmak: Türkiye bu sorunda makul ve doğru davrandı diye düşünüyorum. Bu tavra yapılan eleştiriler kendi düşünceleri doğrultusunda tavır alınmadığı için yapılmaktadır. Hükümetin ABD-İran gerginliğinde tarafsız kalması ülkenin çıkarlarına uygundur. 

Amuran: Libya da İran gibi dünya gündeminde. Yıllardır iç savaş yaşayan Libya’yı da konuşalım, Libya Kaddafi döneminden bu yana süper güçlerin hedeflerinden biriydi değil mi? 

Çakmak: Bildiğiniz gibi Libya da, İsrail ve batının Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme paketinin içindeydi. Batının Arap Baharı planlaması Tunus’ta 2010 yılında başladıktan sonra bu projeden en çok etkilenen ülkelerin başında Libya ve Suriye oldu. Dikta bir rejim ile 42 yıl Libya’yı yöneten Kaddafi 21 Ekim 2011 tarihinde çok çirkin bir şekilde öldürülünce Libya istenilen ve arzu edilen kaos içine düşürülmüştür. Bunu söylememin nedeni, bu kaos batılı ülkeler ve İsrail tarafından planlanmıştır. Şöyle ki, bu müdahaleye destek veren ABD ve Avrupalı ülkeler isteselerdi Kaddafi öldürüldüğü gün ülkenin başına bir hükümet getirir ve onu da destekleyerek uluslararası kamuoyuna duyururdu ve kimse de ses çıkartamaz ve ülke sükunet içinde kalmaya devam ederdi. Ama bugün, stratejileri gereği ülkeyi serbest bırakıyorlar ve ülke içinde ki bütün güç odaklarına yeşil ışık yakarak kargaşayı teşvik ediyorlar. İç savaş başlayınca da el altından hepsine yardım ederek iç savaşı sürdürüp halkı birbirlerine düşürüp düşman ediyorlar, devleti ortadan kaldırıp kaos yaratıyorlar, ülkenin milli servetini çarçur ettiriyorlar. Burada amaç İsrail’in bölgede güvenliğini tehdit edebilecek güçlü ve zengin devletleri ortadan kaldırarak ülke de sürekli iç savaş çıkartacak şekilde halkı, mezhep, kabile, aşiret ve cemaatlere bölüyorlar. Peki bunu insanlar fark etmiyor mu? Aydın kesimi ve eğitimli halkın bir kısmı bunu görüyor ama bunlar hem azınlıkta hem de karşı koyacak veya değiştirecek güce sahip değiller. Bu ülkeler de bu planlamayı yapan güçler zaten bu ihtimalin önüne geçmek için bu aydın ve eğitimli kesimi dışlıyor ve özellikle de etkili mevkilere veya maddi güce erişmesini önlüyor. Dikkat edilirse hep aynı tarz da gerçekleşen olaylar görüyoruz ama birisi çıkıpta olayların nasıl başladığı, nasıl geliştiği ve nasıl bittiğini şekil ve şartlarını incelemiyor. Siyasi, askeri ve ekonomik olarak analizler yapılıyor. Tabii ki bu analizler yapılması gerekir ama bir de bu benzerliklerin ne anlama geldiğini de incelemeleri gerekir. 

Amuran: Ülkede şu anda kaç taraf var ve bu tarafları kimler desteklemektedir 

Çakmak: Libya da bugün itibariyle, iki taraf mevcuttur birisi, ülkenin doğusunda, Mısır sınırında Tobruk kenti merkezli “Temsilciler Meclisi” adıyla hüküm süren ve başında Kaddafi’nin eski arkadaşı general Halife Hafter’in olduğu grup var, bir diğeri ise Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru “Milli Mutabakat Hükümeti” adıyla ülkenin yasal başkenti Trablus ta hüküm süren ve başında Feyaz El Sarraj’ın olduğu grup var. Tobruk hükümetini Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri, Rusya, batının bazı ülkeleri desteklemektedir. Trablusgarp da bulunan meşru hükümeti ise başta Türkiye olmak üzere İtalya ve bazı Avrupalı ülkeler desteklemektedir. 

Amuran: Libya’daki çatışmalara doğrudan neden müdahil olduk. Hangi gerekçelerle Libya ile bu süreçte ilgilenmeye başladık? BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin Başbakanı Fayez el Sarraj’ın Müslüman Kardeşlere yakınlığı Türkiye’nin kararında rol oynadı mı? Neden Feyaz El sarraj tercih edildi? 

Çakmak: Hükümetin resmi açıklamalarına göre, Libya'da tarihi ve güncel çıkarlar, Doğu Akdeniz sorununda meşru hükümet ile yapılan anlaşmanın kadük kalmaması için verilen destek ve bölgedeki olaylarda sahada olma ihtiyacı olarak açıklanmaktadır. Ancak sizin sorunuzda bulunan Müslüman Kardeşler dayanışmasınıda rolü olduğu yönünde kanaatlerin de olduğu bilinmektedir. AKP’nin felsefesine ve icraatlarına bakıldığında Müslüman Kardeşler dayanışmasının payının olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. 

ASIL ÖNEMLİ OLAN SAVAŞA KATILMAMAKTIR KATILINCA DA KAZANMAKTIR. 

Amuran: İngiltere’nin saygın gazetelerinden biri olan Guardian gazetesinde yer alan bir haberde, yaklaşık 2 bin Suriyeli askerin Libya’ya savaşmak üzere Türkiye üzerinden gittikleri aktarıldı. Resmi makamlarca doğrulanmadı bu haber. Yine aynı gazetede Uluslararası Kriz Grubu Kıdemli Libya Analisti Claudia Gazzini, “Ankara’nın müdahalesi nedeniyle Libya’da Türk karşıtı duyguların güçlü olduğunu ve Suriyeli savaşçıların gönderilmesiyle de bunun artabileceğini” söylemiş. Ne gibi krizlerle karşılaşabiliriz? 

Çakmak: Bu tür dedikodular yapılıyor, bu doğru da olabilir. Madem bu bataklığa girdik, Türk askeri yerine paralı asker göndermek daha akıllıcadır. Diğer ülkeler böyle yapmaktadır. Örneğin; Rusya, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden paralı asker toplayarak bölge de savaştırmaktadır. Türk karşıtlığı mutlaka olacaktır çünkü halkın desteklediği gruba karşı savaşanlara destek veriyorsun. Ama destek verdiğiniz tarafta size minnet duymaktadır. Asıl önemli olan savaşa katılmamaktır, katılınca da kazanmaktır. Galip gelince halkı tekrar kazanmak mümkündür. Üzücü olan şey, masum halkın ölmesi ve ülkenin tahrip olması ve sizin de burada bir rolünüzün olmasıdır. 

Amuran: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu gelişmelerde Libya kararımıza nasıl bakıyor? Çünkü Rus paralı askerleri karşı tarafta çarpışıyor.

Çakmak:  Rusya’nın bu durumdan mutlu olmadığı kesin, ancak her ülke kendi çıkarına uygun davranmak zorundadır. Suriye’de de farklı değildir, Türkiye ve Rusya’nın çıkarları örtüşmüyor. Rusya Ortadoğu’da ki paylaşımdan pay almak ve batılı emperyal güçlerin bölge hakimiyetine sınırlama getirmek istiyor. Bu nedenle Libya’ya girdi. Ancak Libya da durum karışık, zira petrol ve gazın mevcudiyeti emperyalist ülkelerin ısrarını sürdürmesine neden oluyor. Libya’nın paylaşımı zor olacaktır. Önümüzdeki hafta başlayacak Berlin zirvesi çok önemlidir. Eğer bir anlaşma çıkmazsa, gelecekte Libya politikasına yol gösterecek ayrımlar ve yeni ittifaklar olacaktır. 

Amuran: Türk ve Rus heyetleriyle Libya'daki taraflar arasında 13 Ocak'ta Moskova'da gerçekleştirilen görüşmelerde neden sonuca ulaşılamadı. Hafter’e bağlı Libya Temsilciler Meclisi Başkanı neden kısa bir süre sonra ateşkesin sona erdiğini açıkladı. Bu barış sürecini sizce kimler neden istemedi perde arkasında kimler var?

Çakmak: Hafter’i ateşkese ikna edip Moskova’ya getiren güç Rusya idi. Hafter’in Moskova’da vazgeçip geri dönmesini sağlayan Rusya’dan daha güçlü biri olması gerekir ki bu da ancak ABD olur. ABD, başından beri, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin Libya da olmasına karşıdır. Ayrıca Hafter’in Rusya ile iyi ilişkilerine de karşıdır. Muhtemelen Hafter Rusya-ABD arasında bir tercih yapmak zorunda kalabilir. Burada İtalya’nın durumu çok önemlidir. İtalya el altından Serraj’ı desteklemektedir. Bu desteği aleni yaparsa AB bölünür ve Hafter’in durumu zayıflar. Tobruk yönetimi ateş kesin sona erdiğini duyurdu ama fiili olarak sürüyor. Bu durum da Hafter’in kafasının karıştığını göstermektedir. Aslında herkes Hafter’in tehlikeli biri olduğunu ve yeni bir Kaddafi olacağını hatta daha da kötü olacağını biliyor ama elde ki malzeme bu. 

Amuran: Moskova görüşmelerinden sonuç çıkmaması Rusya’nın arabulucu rolünü zayıflatmadı mı? 

Çakmak: Bu başarısızlık hem arabulucu rolünü hem de Rusya’nın itibarını zedeledi. Hafter büyük bir destek almadan bunu yapamaz, muhtemelen Amerika ve Avrupa ülkelerinden önemli bir destek almıştır. Rusya’nın Libya’daki pozisyonu tehlikeye düşebilir. Berlin Konferansı belirleyici olacaktır. 

Amuran: Önümüzdeki hafta Berlin’de başlayacak görüşmelere General Halife Hafter de katılacak. Başbakan Sarraj da toplantıda olacak. Konferansa Türkiye Rusya ve Libya temsilcileri yanında ABD, Çin, Fransa, İngiltere, İtalya'dan Birleşmiş Milletler’den temsilciler katılacak. Alman Hükümeti’nin amacı barış için devreye BM’yi sokmak. Sizce bu konferans umut verici olabilir mi? 

Çakmak: Bu konferans umut verici olarak gözüküyor ancak kalıcı olur mu bunu söylemek şimdilik zor. Sorun Libya’daki taraflardan ziyade Libya’nın ulusal zenginliklerini soyma peşinde olan emperyalistlerin paylaşım ve pozisyon kavgasıdır. Libya sorunu Birleşmiş Milletler’e bırakılırsa sorun çözülmez ve bence bu kötü niyetli bir yaklaşım olur. Sorunu BM’ye bırakmak isteyen ülkelerin amacı zaman kazanmak için topu taca atmaktadır. Bu ülkeler pozisyonunu iyileştirmek veya devrede olan bazı tarafları Libya’dan uzaklaştırmak gibi amaçlar taşıyor demektir. İyi niyetli ülkeler sorunun devamını istemez. Eğer gerçekten barış istiyorlarsa, Berlin’de bütün taraflar hazırken sorun çözülür ve Libya huzura kavuşur. 

İSRAİL VE MISIR İLE YAŞANAN SORUN AKP İKTİDARININ SİYASİ İSLAM İDEOLOJİSİNDEN VE TUTUMUNDAN KAYNAKLANMAKTADIR 

Amuran: Türkiye’nin Akdeniz’deki konumuna da bakalım. Doğu Akdeniz’de kıyısı olan ülkelerle işbirliği sürecini başlatmak için hangi ülkelerle öncelikle yeniden ilişki kurmamız gerekir. İsrail Suriye ve Mısır burada neden önemli? 

Çakmak: Akdeniz çok önemli bir deniz ve çok önemli bir bölgedir. Akdeniz de tarih boyu sorun olmuştur. Dolaysıyla Akdeniz ülkeleri bölgede barış içinde yaşamak için çok dikkatli olmalı ve barışçıl bir politika benimsemelidir. Keyfi politikalar önce kendine sonra da bölgeye zarar verir. Türkiye için, tam da bu durum olmuştur. Sorunuz da adı geçen ülkelerle Türkiye’nin ulusal bir sorunu yoktur. İsrail ve Mısır ile yaşanan sorun tamamen AKP iktidarının siyasi İslam ideolojisinden ve tutumundan kaynaklanmaktadır. AKP iktidarı bölgede hiç dost bırakmadığı için Akdeniz'de anlaşma yapacak ülke bulamamış ve sorunlu Libya ile anlaşmak zorunda kalmıştır. Bu anlaşma için de Libya belasına bulaşarak bedel ödemektedir. Suriye de ise belayı aradı ve buldu. Türkiye, ulusal çıkarı için acilen Mısır, İsrail ve Suriye yönetimiyle ilişkilerini tekrar gözden geçirerek 2002 yılı öncesine dönmesi gerekir. Ayrıca batılı Akdeniz ülkeleriyle, Fransa, İtalya ve İspanya ile işbirliği zemini oluşturması gerekir. 

Amuran: Türkiye’nin dış politikasında değişime ihtiyacı var. ABD Rusya ve AB ile kurulacak denge siyasetinde ne gibi kararlar almak durumunda, genel bir değerlendirme yapar mısınız? 

Çakmak: AKP iktidarı 18 yıldan bu tarafa, Türkiye’nin Kıbrıs, AB ve Ermeni sorunları gibi hiçbir temel sorununu çözememiştir. AKP iktidarı sadece kendi yarattığı sorunları çözmek ve yeni sorunlar çıkartmak için mesai harcamaktadır. Dışişlerinin yetişmiş yetenekli, çağdaş ve tecrübeli diplomatlarını dışlayarak kendi politikalarına uygun dışardan insanlarla çalışmış ve sorun üzerine sorunlar çıkmıştır. Eski dostluklar bozulmuş ama yenileri tesis edilememiştir. Müttefik ülkelerle çıkar ve politika farklılıkları yaratılmıştır. Yeni ittifaklar sağlam temeller üzerine değil konjonktürel sorunlar ve çıkarlar üzerine kurulmuştur. Yeni müttefiklerle sağlam güvenli zeminler ve ortaklıklar kurulamamıştır. Ne ABD ne de Rusya Türkiye’ye güvenmemektedir. AB çoktan terk edildi. Türkiye, kuruluşunda Atatürk’ün belirlediği temel dış politika ilkelerine geri dönmelidir. Türk halkı Ortadoğulu değildir. Ortadoğu zihniyetine, kültürüne ve yaşam tarzına yabancıdır. Araplarla Türklerin tek ortak ittifakı vardır o da Allah’ın birliğidir. Türk medeniyeti ve Kültürü, orta Asya ve batıdan etkilenmiştir, Ortadoğu’dan değil. Ama Arap ve Fars kültüründen etkilenen bir takım insanların ülkeyi ve Türk halkını çağdışı anlayışlarını din sosuyla kapatarak İslam diye sunması ülkemizi ve halkımızı içinden zor çıkılacak mecralara itmiştir. Bu gün itibariyle kanımızca, Türkiye’nin en ciddi sorunu Suriye göçmenleridir. 2040 yılında 14 milyon Suriyeli olacaktır. Bunun anlamı nüfusun %12’si Suriyeli olacaktır. Bir parti kurup mecliste grup kurabilirler. Suriyeli nüfus konusu, Ensar/Muhacir numarasıyla kutsanarak halka anlatılmaktadır. Cumhuriyet döneminin en ciddi beka sorunudur. Halkın bu konuda uyarılması gerekir. Dışta ve içte ki emperyalistlerin gizli amacı Türkiye’nin nüfus yapısını Türklerin aleyhine bozmaktır. Muhalefetin de maalesef bu konuda ciddi bir çalışması yoktur. 

Amuran: Uyarılarınız önemli. Atatürk’ün belirlediği geleneksel dış politika kurallarımıza dönme zamanı geldi. Libya ve İran’la birlikte dış dünyadaki gelişmeleri bir kez daha değerlendirdik. Aydınlattınız. Çok teşekkürler.

Çakmak: Ben teşekkür ederim. 

19.10.2020 / Odatv.com






Süleymani suikastının olası sonuçları

Mehmet Ali Güller

ABD’nin, İran’ın en önemli isimlerinden Kasım Süleymani’yi bir terör saldırısıyla öldürmesi, fay hatlarını yerinden oynatma özelliğine ve bölgesel bir savaş çıkarma niteliğine sahip bir “siyasi suikast”tır! 

Peki, ABD bu suikastla neyi amaçladı?

1. ABD Başkanı Donald Trump’ın iki taktik hedefi var: Birincisi, azil baskısı altındayken, içerideki muhaliflere güç gösterisi yapmak; ikincisi de ikinci kez seçimlere girebilecek “şeytanla savaşan lider” profili çizebilmek.

2. Ancak ABD’nin stratejik hedefi ise şu: Suriye ve Irak’ta etkinlik gösteren Kudüs Gücü komutanını ve Irak’ta etkinlik gösteren Haşdi Şabi komutanlarını vurarak, İran’ın Irak ve Suriye’deki “kollarını” kesmek.

Suikastın ilk sonuçları

1. ABD’nin Kasım Süleymani suikastı ters tepti ve İran’ı bileştirdiMuhafazakârı da, reformcusu da, rejime muhalif diğer kesimler de ABD’nin bu terör saldırısına karşı aynı düzlemde buluştu. Oysa ABD, ekonomik ambargo uygulayarak ve İran’ı kuşatarak, halk ile yönetimi, reformcularla muhafazakârları karşı karşıya getirmeyi hedeflemişti.

2. ABD’nin Kasım Süleymani suikastı ters tepti ve Irak’ta Amerikan karşıtlığını güçlendirdi. Zira Süleymani ile birlikte öldürülen Haşdi Şabi komutanı ile öncesinde ABD’nin yine hava saldırısıyla öldürdüğü Haşdi Şabi komutanları, resmi görev yapan Iraklılardır!

Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi, bu nedenle suikastları “Resmi görev yapan Iraklı askeri liderin suikastı Irak halkı, devleti ve hükümetine karşı düşmanlıktır”diye niteledi. Ayrıca Irak Ulusal Güvenlik Konseyi toplandı ve “ABD’nin Irak’taki askeri varlığına son vermeyi” gündemine aldı. Ve öncelikle de Irak’taki ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irak Başbakanı ve Silahlı Kuvvetler Komutanı Abdülmehdi’nin onayı olmadan, eylem yapamayacağı ilan edildi.

3. Öte yandan yine ABD’nin askeri güç bulundurduğu Afganistan da ABD’ye karşı tutum aldı. Afganistan Cumhurbaşkanı Eşref Gani, kendisini telefonla arayan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya “Afganistan topraklarını üçüncü bir ülkeye saldırı için kullandırtmayacaklarını” belirtti!

Bundan sonra ne olabilir? 

1. İran’ın ABD’ye bir yanıtı olacaktır. Fakat bu konvansiyonel nitelikte bir yanıt değil, büyük ihtimalle İran’ın vekillerinin ABD’nin vekilleriyle yaptığı vekâlet savaşı düzleminde olacaktır. Yani vekiller savaşının asiller savaşına dönüşme olasılığı çok düşüktür. Ancak vekâlet savaşının seviyesinin yükselmesi hatta yeni cepheler açılması da ciddi olasılıktır. Nitekim Süleymani’ye suikastın ardından Irak’ta önce ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği yakınına, ardından da ABD’nin Irak’taki en büyük askeri üssü olan Selahaddin’deki Beled üssüne füze saldırısı düzenlendi.

2. Bir diğer olasılık ise her ne kadar suikastın ardından ABD, bölgeye ek 3 bin 500 asker gönderdiyse de, Trump ve ekibinin, bu olayı “Ortadoğu’dan çekilerek Pasifik’e yığınak yapmak” şeklindeki ana stratejilerini uygulamaya vesile edebileceğidir. 

Nitekim Trump ve ekibi uzunca bir süredir “Suriye’den çekilmek istediğini” söylüyor, ancak iç tepki nedeniyle bunu tam olarak gerçekleştiremiyordu. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, temel hedeflerini şu sözlerle açıklamıştı: “Bizim başlıca rakiplerimiz Çin ve daha sonra ise Rusya. Dolayısıyla benim amacım Suriye olsun veya Afganistan olsun, asker sayımızı buralardan düşürüp ülkeye getirip daha büyük görevler için tekrar eğitmek veya onları Hint-Pasifik bölgesine konuşlandırmaktır.” (20.12.2019)

3. ABD eğer Ortadoğu’dan asker çekmek zorunda kalırsa, bunu ancak İsrail’in güvenliğini garantiye alarak yapabilecektir. Bu da haliyle Washington ile Tahran arasında, Obama dönemindeki gibi bir anlaşma yapılmasını gerektirir.

Nitekim tarihte buna benzer olaylar, beklenildiğinin tersine, savaşı değil, barışı getirmiştir. Trump’ın suikastın ardından verdiği şu mesajlar da bu olasılığa bir ölçüde işaret etmektedir: “Dün savaş başlatma değil, savaşı durdurma yönünde karar aldık. İran halkına son derece saygı duyuyoruz ve İran’da rejim değişikliği peşinde değiliz. İran, bölgeyi istikrarsızlaştırmak için vekillerini kullanmaya derhal son vermeli.” (3.1.2020) 

Türkiye ne yapmalı?

Türkiye, ABD’nin İran’a karşı bölgesel savaşı tetikleyebilecek bu hamlesinin olası sonuçlarından etkilenecek ülkelerden biridir. Zira doğrudan İran’ı hedef alan Kürecik Radarı Malatya’dadır. Yine başta İncirlik olmak üzere ülkemizde pek çok Amerikan üssü ve tesisi vardır.

Ankara bu nedenle, olayı fırsata çevirmeli ve ABD ile İran arasında arabuluculuk yapma potansiyeline en sahip ülke olarak, -bölgedeki “yalnızlığını” da giderecek- bir diplomasi atağı başlatmalıdır!

06 Ocak 2020 






Türkiye olarak kemerleri bağlamalıyız

İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el Mühendis’in öldürülmesi dünyanın gündemine bomba gibi düştü. İran şimdi nasıl bir “intikam” alacak, yanıtı en çok merak edilen soru. Bundan sonra Ortadoğu’da hiçbir şeyin öngörülebilir olmadığını belirten Güvenlik Analisti Dr. Metin Gürcan’a göre, “belirsiz ve kestirilemez bir alacakaranlık kuşağına giriyoruz. O nedenle Türkiye olarak kemerleri bağlamamız ve evimiz camdan olduğu için başkasının evine taş atmamamız lazım.” Gürcan ile “savaş” olasılığını, bölge ülkelerinin geleceğini ve suikastın Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini konuştuk.


- ABD, İran’a karşı neden şimdi gerilimi daha da tırmandırdı? 

Aslında eylül ortasında Irak’taki İran yanlısı milislerin Suudi Arabistan’ın Aramco petrol tesislerine yönelik hibrit roket ve drone saldırısından beri ABD ile İran arasında Irak’ta düşük yoğunluklu bir çatışma vardı. Aynı şekilde son bir senedir ABD ve İran yanlısı milisler Suriye’nin petrol zengini Deyr ez Zor bölgesinde de çatışma halinde. Ancak aralık sonu Bağdat’taki ABD elçiliğinin İranlı milislerce abluka altına alınması ve bir ABD’li güvenlik görevlisinin öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Amerikan medyasındaki yorumlara göre, zaten ABD güvenlik ve istihbarat bürokrasisi Süleymani’nin hareketliliğini altı aydır takip ediyormuş. Sanırım elçilik ablukasından sonra Trump’a bir karar teklifi sunuldu ve en sonunda o da bu saldırının kararını aldı. Tabii sosyal medya paylaşım ve açıklamalarından saldırının azil süreciyle sıkışan ve 2020 Kasım seçimlerine hazırlanan Trump’ın saldırıyı iç siyaset malzemesi olarak da gördüğünü anlıyoruz. Saldırı sonrası ABD’de iki görüş öne çıkıyor: İlk görüş, “İyi oldu, İran ABD’yi çok test etti ve hak ettiğini aldı” şeklinde saldırıyı olumluyor ki Trump’ın Cumhuriyetçi muhafazakâr tabanı çoğunlukla bu görüşte. İkincisiyse “Bu mevcut gerilimi kontrolsüz yükseltecek, gereksiz ve aşırı provokatif bir saldırı oldu” teziyle saldırıyı eleştiren görüş. Buna muhalif demokratlar daha yakın. Görünen o ki saldırı sonrası İran’la çatışma aynen bizim Barış Pınarı Operasyonu sonrası Türkiye ilişkileri gibi ABD seçim sürecinde bir iç siyasi malzeme haline geldi.  

- Dünya gözünü İran’a çevirdi, büyük bir intikam bekliyor. İran gazeteleri intikam başlıkları atıyor... 

Hafta sonu İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi toplandı. Toplantıdan çıkan karara bakacak olursak İran, hemen, doğrudan ve sansasyonel bir misillemede bulunmayacak. İntikamını zamana yayarak ve soğuk almaya çalışacak. İran, Afganistan-Irak-Suriye-Körfez-Yemen-Kuzey Afrika hattındaki paramiliter güçleri ile eşzamanlı farklı yerlerde ABD askeri hedeflerine yönelik doğrudan çatışmaya girmeden roket tacizleri ve bombalı eylemler saldırılar planlıyor ve hazırlıklara zaman kaybetmeden başlamış durumda. Bu da belki senelere yayılacak bir düşük yoğunluklu çatışma dönemi demek. Yani vekâlet savaşlarının temel bir dinamik olduğu, belirsiz ve kestirilemez bir alacakaranlık kuşağına giriyor bölgemiz. O nedenle Türkiye olarak kemerleri bağlamamız ve evimiz camdan olduğu için başkasının evine taş atmamamız lazım zannımca. 

- Saldırı,  gerilimi “savaş”a taşır mı? 

Savaşı, ABD ile İran arasında konvansiyonel yani nizami bir harp olarak tanımlıyorsanız bu olmaz. Çünkü İran ordusu konvansiyonel olarak yani tankla, topla, uçakla ve gemiyle ABD’ye kafa tutamaz. Zaten artık savaş dediğimiz şey Suriye ile uzun soluklu ve düşük yoğunluklu çatışmalar, suikastlar, vekâlet savaşları, drone savaşları, özel askeri şirketlerle yönetilen hibrit karakterli, az maliyetli ve az politik riskli bir güç mücadelesine dönüştü. Artık savaş topyekûn mobilizasyon gerektirmiyor ya da savaş ilanı. 

- Trump, “Savaş başlatmak değil, bitirmek istiyoruz” diyor... 

Trump ne tür bir saldırı emri verdiğinin farkında. Buna biz yüksek değerlikli ve provokatif bir eylem sonrası yatıştırma stratejisi diyebiliriz. Trump’ın burada bence mesajı İran’a değil uluslararası kamuoyuna. “Son 2-3 senede İran bölgesel anlamda çok yayıldı ve pan-Şii emelleri için pek çok ülkede silahlı milis güçleri kurdu ve onları vesayet odağı haline getirdi. Buna artık izin veremezdik” mesajı veriyor. 

- ABD ve İran arasındaki son yılların en kritik dönemeci diyebilir miyiz? 

Aynen. ABD 1979 Kasımı’nda başlayıp dört ay süren Tahran Büyükelçiliği baskınının bir benzerinin yaşanmasına izin vermedi. Bence bu saldırı yaratacağı sonuçlar açısından 1979’dan beri ABD-İran ilişkilerindeki en kritik olaylardan biri. 

- Bu arada ABD ordusu 82. Hava İndirme Tümeni’nden yaklaşık üç bin askerin daha Ortadoğu’ya sevk edileceğini bildirdi. Nasıl okumak gerekiyor? 

Bu güç artırımı yani “surge” stratejisi ABD yönetimine göre çatışma bölgelerindeki ABD misyonlarının ve Amerikalıların korunması maksadıyla. Görünen o ki Irak ve Suriye’deki ABD askeri sayısı artacak ve Suriye’de İran yanlısı milislere yönelik ABD ile YPG arasındaki işbirliği derinleşecek. Bu kuvvet artırımı bence diplomatik olarak Türkiye’nin hayrına değil. Saldırı sonrası bölgeden çekilme emareleri veren ABD, şimdi askeri anlamda daha güçlü şekilde geri dönüyor. 

İNŞALLAH TANKER ÜZERİMİZE GELMEZ 

- Ortadoğu’nun geleceğini kestirmek her geçen gün biraz daha zorlaşıyor diyebilir miyiz? 

Aynen. Süleymani’nin ölümü sonrası Ortadoğu’da artık hiç bir şey artık öngörülebilir değil. Meseleleri “ABD planı, İran oyunu, Rusya’nın işi vb.” tek aktörlü açıklayanlara itibar etmemek lazım. Belirsiz, tesadüfi ve kestirilemez bir süreç bu yaşananlar. Görünen, 2020’de bölgemizde düzen ve istikrar yok. Aslında bir kaos tankerindeyiz. ABD, Rusya, tüm aktörler dümeni gücü nispetinde istediği yöne bükmeye çalışıyor. Tanker nereye mi gidiyor? Sorun da bu. Bunu kimse bilmiyor. İnşallah tanker üzerimize gelmez. 

ÖNÜMÜZDEKİ ON YILLARI ETKİLEYECEK 

Kasım Süleymani’nin İran için önemi neydi? İslamın büyük komutanı, süper kahraman diye biliniyor.

Tabii ki... Ben ona İran’ın Che Guevara’sı diyorum. 17 yaşında silahı eline almış ve İran-Irak savaşından beri yaklaşık 45 yıldır aktif olarak cephede savaşan bir asker düşünün. Ki o cephe Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya Şiilerin yaşadığı her yer. Özellikle Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyle Süleymani Şii dünyasında çok büyüdü. Bir aziz-savaşçı veya Alp-Eren’e dönüştü. Hakkında ilahiler söylenen, şiirler yazılan, askerlerin karşısında heyecandan bayıldığı bir sembol kahramandan bahsediyoruz. Bölgesel “Şii cihadının” başrol oyuncusu. Tasarımcısı, planlayıcısı ve sahada bilfiil uygulayanı.  

Neden önemli bir kayıp? 

Yani bence Süleymani’nin ABD drone’ları tarafından Lübnan dönüşü ve Bağdat’ta öldürülmesi çok sembolik. Hatta ABD medyasında “Saldırı yaratacağı etkiler açısından 11 Eylül saldırıları kadar önemli” yorumları yapılıyor. Ben katılıyorum bu yorumlara, çünkü bu saldırı önümüzdeki on yılları etkileyecek potansiyele sahip. 

FAZLA NÜFUZ SAHİBİ OLMUŞTU

- İran’da bir görüşe göre “radikal Şii kanadın desteklediği, devlet içinde devlet gücündeki Süleymani’nin öldürülmesi onu rejim için tehlikeli gören mollaları rahatlattı!” Katılır mısınız?

Katılırım. İran’da devlet sistemi gücün farklı kurumlar ve klikler arasında dağıtılmasına dayanıyor ve siyaset bu klikler arasında sürekli bir güç mücadelesini öngörüyor. Süleymani, son 4-5 yılda devlet yönetiminde, özellikle güvenlik ve dış politika alanlarında çok fazla nüfuz sahibi olmuştu. Onun sistemden çıkması ve bunun yarattığı güç boşluğu illa ki bazı kliklerin işine gelmiştir ancak benim düşüncem, günün sonunda Süleymani’nin sistemden çıkmasının çok da bir şey değiştirmeyeceği yönünde. Zaten İran’dan gelen ilk açıklamalar da Süleymani sonrası İran devlet yönetiminde çok da bir şey değişmeyeceği yönünde. 

Süleymani’nin yerine geçen İsmail Kaani ile ilgili ne biliyoruz? 

İsmail Kaani, Kasım Süleymani kadar karizmatik bir komutan olmasa da, operasyonel savaş deneyimi ve Horasan eyaletinden hemşerisi olan İran lideri Ali Hamaney’e yakınlığı ve ona sadakatiyle ön plana çıkıyor. Yine operasyonel anlamda Süleymani daha çok Irak, Suriye ve Lübnan gibi Batı Şii dünyasında etkinlik gösterirken Kaani’nin etkinlik ağı genelde Doğu Şii dünyası yani Afganistan, Pakistan ve Orta Asya ülkelerini kapsıyor. Bu açıdan bakıldığında Kaani liderliğindeki zaten tanıdığı Doğu Şii dünyasında yani Afganistan ve Pakistan’da daha agresif ve ABD karşıtı bir strateji izleyebilir. Ancak Kuzey Afrika, Yemen, Suriye ve Irak’ı tanıması için biraz zaman lazım. 

ANKARA’YA TARAFINI SEÇ BASKISI ARTACAK 

Kasım Süleymani, Türkiye’nin de karşı olduğu Esad rejiminin en büyük destekçilerindendi. Burada Türkiye’nin tavrını konuşmamız gerekiyor. Ankara’dan açıklamanın bu kadar geç gelmesini neye bağlıyorsunuz? 

Ankara saldırının olduğu cuma günü akşama kadar “resmi bir pozisyon” alamadı. Akşam saatlerinde Dışişleri Bakanlığımız bir açıklama yaptı. Cumartesi günü de İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la telefon görüşmesi yaptığını biliyoruz. Burada Ruhani’nin Ankara’dan destek talebi not edilmeli. Saldırı sonrası Ankara iki konuda hızla bir karar noktasına doğru gidiyor: Bunlardan ilki Türkiye artık Irak’taki resmi iktidarla İran yanlısı paralel iktidarın gri alanda yan yana durma siyasetinin sonuna geliyor. Artık bir seçim yapmalı. Diğeriyse bugüne kadar Ankara, Rusya ve İran bloku ile ABD’yi birbirlerine karşı iyi kullandı. Aralarındaki gri alanlardan ve güç mücadelesinden istifade etti. Ancak artık bu stratejinin sonuna geliniyor. Bence ABD de, Rusya-İran bloku da artık “Ankara’ya tarafını seç” baskısını artıracak.  

Süleymani’nin öldürülmesini kimler, nasıl karşıladı

Bence bu saldırıya sevinmek de üzülmek de anlamsız. Türkiye’nin konuya ideolojik olarak nötr ve reelpolitik yaklaşması lazım.  

Türkiye’nin ABD, İran ilişkilerinde zorlu günler başlıyor denebilir mi? 

Bence ilk aylarda Ankara’nın önünde diplomatik anlamda hem ABD hem de Rusya-İran blokundan çok gollük paslar gelecek. Yani her iki taraf da Ankara’nın kalbini kazanmak için “havuç/ödül” stratejisi uygulayacak. Ama hem ABD’den hem de Rusya-İran blokundan gelecek “tarafını seç” baskısı arttıkça Ankara için denge siyasetini sürdürmek zorlaşacak. Yani Ankara’nın artık aktif çatışmanın tarafı olan ABD ve İran ile aynı anda bir şey olmamış gibi ikili ilişkilerini sürdürmesi giderek zorlaşacak. Yine ABD’nin İran yanlısı milislerle hem Irak hem de Suriye’de aktif çatışma sürecine girdikçe YPG ve PKK’nin desteğine ihtiyacı artacak gibi. Zaten daha dün ABD’nin Suriye’deki Deyr ez Zor bölgesine asker ve silah-teçhizat sevkıyatı yapması bunun açık göstergesi. Acaba İran yanlısı milislerle mücadelede ABD ile YPG işbirliği arttıkça Ankara ABD’yi ikna etmeye mi çalışacak, yoksa Rusya-İran blokuna mı yaklaşacak? Bu soru aslında Türkiye dış politikasının neye evrileceğinin, yüzümüzü Batı’ya mı yoksa Asya’ya mı döneceğimizin de cevabı. 

Şİİ CİHADI İLE ABD’NİN MÜCADELESİ BAŞLIYOR 

Kasım Süleymani, Irak’ta IŞİD terör örgütünün elindeki toprakların kurtarılmasında en büyük mücadeleyi verenlerin başındaydı. IŞİD ile savaşın bundan sonrası için öngörünüz?  

Güzel soru. IŞİD askeri ve toprak kontrolü anlamında mağlup edildi. Ama hayaleti hâlâ Suriye ve Irak’ın üzerinde dolaşıyor. Ayrıca IŞID hâlâ ideolojisi ve propaganda gücü olarak hayatta. Şu gerçeği de kabul etmeliyiz ki IŞİD Suriye ve Irak’ta Sünni bir tabana oturuyor. Irak ve Suriye’de şimdi “Şii Cihadı” ile ABD’nin askeri mücadelesi başlıyor ve Şii milis grupları bu savaşta güç kaybettikçe onların bıraktıkları boşlukları kim dolduracak? Bu sorunun cevabı çok önemli. 

Irak Başbakanı ülkesinin egemenliğinin ihlal edildiğini, Irak ve bölgede yıkıcı bir savaşın fitilinin ateşlendiğini söyledi. Irak açısından bakarsak, ABD ülkedeki konumunu suiistimal etmiş olmuyor mu? Bağdat’ı neler bekliyor? 

Bu son saldırının ilk kurbanı Irak olacak gibi duruyor. Artık Bağdat’taki resmi hükümet ile İran yanlısı paralel iktidarın gri alanda yan yana durma siyasetinin sonuna geldik. Artık Irak’ta her siyasi aktör Bağdat ile Tahran arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak. İlginç şekilde Irak, ABD’yi tercih etmekle İran’ı tercih etmek arasına sıkışacak. Bu ileride ABD’nin 2003 işgali gibi bir sürece de evrilebilir yani bir dejavu yaşayabiliriz. Bir de ben Irak’taki ABD ile İran arasında yaşanacak sert güç mücadelesinin zaten defacto olarak Şii Güney, Sünni merkez, kozmopolit Bağdat ve Kürt Kuzey şeklinde özetleyebileceğim dörtlü yapı arasındaki bağı daha da zayıflatacağını öngörüyorum. Irak jeopolitik görünüm itibarıyla ne yazık ki bir toparlanma değil, bir dağılma sürecinde. 

MEHDİ’Yİ VE MESİH’İ BEKLEMEK 

Tabii bir de işin Evanjelistler boyutu var. Onlar da Ortadoğu’daki karışıklığın ardından Mesih’in dünyaya geri döneceğini düşünüyor. İran’daysa muhafazakâr bir kanat Mehdi’nin dönüşünü bekliyor. Bu boyutu ne kadar gündemde kalır? 

Şu sıralar Netflix’teki Mesih dizisini seyrediyorum. Zamanlaması ilginç bir tesadüf olmuş. Bakın Mehdi ve Mesih inancı günün sonunda Clausewitz’çi anlamda “bir başka şekilde siyasetinin devamı” olan savaşı eskatolojik boyuta taşıyor. Yani Mehdi ve Mesih inancına sahip kişiler şu anda siyasi bir amaç için değil gelecekte kafalarındaki distopik cehennem ve ütopik cennet için savaşıyor. Mehdi’yi ve Mesih’i beklemek bir güvenlik konsepti olur mu? Umarım olmaz, çünkü güvenlik alanında din soslu eskatolojik çıkarımların sonucu kan, gözyaşı ve yıkımdır. Dünya savaş tarihi bunun en açık ispatı. Çünkü eskatolojik bir savaşta derdiniz, düşmanın siyasi amacı veya savaşa devam etme azim iradesi değil bizatihi onun fiziki varlığı ve kimliği. Hal böyle olunca da düşmanı tüm zürriyeti, geçmişi ve geleceğiyle yok etmek temel amaç oluyor. Umarım bölgemizde çatışmalar politik boyuttan taşıp eskatolojik boyuta gelmez. Yoksa süreç çok kanlı ve yıkıcı olur. 

RUSYA DA RAHATSIZDI 

AB “şiddete son verilmeli”, Almanya “tansiyon düşürülmeli”, İsrail ise “Trump takdiri hak ediyor” diyor. İsrail en büyük düşmanından mı kurtuldu

Yakın gelecekte evet. Süleymani’nin Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesi en çok İsrail’e yarar. Ama kısa vadede. Uzun dönemde bölgede kaos artarsa bu kaos İsrail’i de içine çekebilir. Gerçekten hassas bir dönem ve İsrail ordusu alarmda. 

Rusya ne yapar? 

Şu an “bekle gör” politikası takip ediyor. Ama bakın Rusya da Suriye ve Irak’ta Süleymani kontrolündeki pan-Şii ve İran yanlısı silahlı milis güçlerinden rahatsızdı. Aslında Esad da onlardan rahatsız. Yalnız ben Moskova’nın Astana süreci partneri Tahran’ın da çok fazla yıpranmasına izin vermeyeceğini düşünüyorum. Acaba İran ABD ile Rusya arasında yeni bir işbirliği sürecini mi yoksa çatışma sürecini mi tetikleyecek? Acaba Rusya, İran ile ABD arasında arabulucu rolüne bürünecek mi? Bence bu soruların cevaplarına göre Rusya bir pozisyon belirler. 

KAANİ, DAHA AGRESİF BİR STRATEJİ İZLEYEBİLİR 

Haşdi Şabi Genel Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis de öldürüldü. Bu pek konuşulmadı...  

ABD saldırısında ölen El Mühendis de Kasım Süleymani gibi önemli bir isim. El Mühendis, İran’ın Irak sahasında askeri etkisinin derinleşmesinde, Haşdi Şabi’nin kurumsallaşmasında, IŞİD sonrası dönemde Kerkük gibi birçok yerde peşmergenin yerini Haşdi Şabi’nin alması gibi kritik pek çok sürecin arkasında olan bir isim. Yine El Mühendis hakkında ABD elçiliğine yönelik ablukanın da azmettiricilerinden biri olduğu iddiası var. Kısaca herhangi birinden bahsetmiyoruz. Onun öldürülmesi de Haşdi Şabi’nin statüsünü ve Bağdat üzerindeki Şii askeri vesayetin geleceğini etkileyecek. 

NEDEN METİN GÜRCAN? 

TSK’nin değişik birimlerinde çalıştı. Güneydoğu Anadolu, Irak, Afganistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da görev yaptı ve 2008-2010 arası ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde ‘Bölgesel Kürt Yönetimi ile Bağdat merkezi yönetimi arasındaki çevre-merkez ilişkisi’ konulu teziyle güvenlik çalışmaları alanında master derecesi aldı. Ocak 2015’te kendi isteğiyle emekli oldu. İstanbul merkezli Episteme Danışmanlık’ta jeopolitik risk analizleri yapan Dr. Gürcan, Ortadoğu’ya ilişkin çalışmalarıyla da tanınıyor.  

06 Ocak 2020