Sayfalar

İslam'ın İdeolojileştirilmesi

Prof. Dr. Niyazi Kahveci 

“İslamizm; ideolojik İslam’dır, din değildir.”

İzmcilik

İslamizm de, İslam’ı, din olmaktan çıkarıp ideoloji yapmaktır. İzmcilik ideolojileştirmedir.  İzmcilik, “başkasıcı (ligayrihi varlık)” olmaktır. Baskasıcı olmak, asıl ve kendisi (bizatihi varlık) olmamaktır. Asıl olmak, kendi köklerinin olmasıdır. Başkasının kökleri ve gövdesi üzerinde yükselen dallardan biri olmamaktır. Kendileri kimlik ve felsefe üretemeyenler, başkalarının ürettikleri akımların izmcileri olurlar. Bu durumda bağımsız kimliklerinden ve kişiliklerinden söz edilemez. İslamizm de, tanrı ve din adı altında başkalarının ürettikleri kimliklere sahip olmaktır.

İdeoloji

Fikir bilimi anlamındaki ideoloji; korunmaya ve savunmaya değer olan, halkın sarıldığı, uğrunda yaşadığı ve öldüğü fikirler bütünü, inanç ve ideallerdir. Bir topluma özelliğini kazandıran “ethos (karakter)”dur. İdeoloji aynı zamanda kimlik görevini görür.

İdeoloji üç bölümden oluşur: Doktrin, inanç ve ritüeldir.
Doktrin; bir ideolojinin fikirleri, teorileridir.
İnanç; doktrinin içselleştirilmesidir.
Ritüel: Bir doktrinin tecrübe edilme biçimi ve tarzıdır; dışsal tezahürleridir.

İdeolojinin Felsefesi

İdeoloji, olguları yorumlama biçimidir aynı zamanda. Bu nedenle İslam’ın ideoloji yapılış şekli, onun nasıl anlaşıldığını gösterir. Mesela İslam’ı cami olarak ideolojileştiriyorsa, onu maddi olarak anlıyordur. Ezanı bağırarak okuyorsa, İslam’ı bağırmak olarak algılıyordur.

İdeoloji aynı zamanda, bireylerle olan ilişkilerin de biçimini ortaya koyar. Bağırarak ezan okunması, insanlarla ilişkilerin kabalık üzerine kurulu olduğunu gösterir. İslam’ı bağırarak algılayan özneler, İslam’ın sakinlik dini olduğunu iddia edemezler, onun sözel şiddet aşılamasını önlemezler. Şimdi bu bağırmaya bir de sela okumak eklendi. Vakitli vakitsiz ortalıkta ulu orta formatsız bağırılıyor. İdeoloji, her hangi bir fikri çarpıtmadır aynı zamanda. İslam ideoloji yapılınca, mutlaka ana mecraından saptırılır.

Fakat düşünürü olmayan toplumlar, hazır buldukları dini, ideoloji olarak kullanırlar. Kendileri ideoloji üretemezler. “Rabia” adlı ideoloji de Türkiye’nin kendi ürünü değil, bizden geride gördüğümüz Mısır İslamcılarından alınmıştır ve yanlış kullanılmaktadır. Arapça “Rabia” kelimesi “dördüncü” demektir ama biz onu “dört” anlamında kullanıyoruz. Arapçada “dört” kelimesi, “erbaa”dır.

İdeolojik İslamcılık

İdeolojik-İslamcılık, İslam’ı araçsallaştırmaktır. Tarihsel olarak ideolojik İslamcılık, bir muhalefet aracı İslamcılığıdır. Bu muhalif hareket, hedefe ulaşana kadar İslam’ı ideolojik olarak kullanır ama hedefe ulaşınca ya da iktidara gelince İslam’ı uygulamaz. Hedefe ulaşana kadar ısrarla kullandıkları Kuran’ın ayetlerinin anlamını, hedefe ulaştıktan sonra anlamını değil Arapçasını okumaları için halka ısrarda bulunurlar. Çünkü bir devrimci kitabı olan Kuran eğer anlamı anlaşılırsa bu kez iktidardakilere karşı kullanılacaktır, çünkü iktidara gelen ve hedefe ulaşanlar Kuran’dan hoşlanmazlar ve onu uygulamazlar. Dinler, iktidara gelme araçlarıdırlar.

“Dinler, iktidara gelince biterler.”

Günümüzde de İslam, sadece siyasal iktidarı ele geçirmeye endeksli bir siyasal ideoloji yapılmıştır. Bu ideolojiyi de “Müslüman Kardeşler” teşkilatının kurucusu Hasan el-Benna (1906-1949) gibi Mısırlı İslamcılar icat etmiştir. Bu İslami ideolojik yapı, Türkiye İslamcılarının siyasetinde de görülür. İslam’ı ideolojileştirmek, insanların dini duygularını istismar ederek haksız güç elde etmektir.

“İslam’ın ideolojileştirilmesi, onun dinden başka her türlü amaçla kullanıldığını gösterir.”

Dünyanın bütün ülkelerindeki ideolojik-İslamcılığın tek hedefi vardır. O da; ülkesinde siyasal iktidarı ele geçirip ülkenin, devletin ve milletin nimetlerini çalışmadan ve haksız şekilde ele geçirip dünyevi sınıf atlamaktır. Bu nedenle gerek cemaat gerek siyasal yapı şeklinde olsun, ideolojik İslamcılar; kendi Müslüman halkının haklarını haksız kazanç yoluyla ele geçirip kul hakkı yeme şebekeleri fonksiyonu görürler.

Türkiye ve Dinsel İdeoloji

Türkiye’nin toplumsal ideolojisi dinseldir. Fakat bu ideolojisinin doktrini yoktur. Çünkü kendisinin ürettiği fikirleri ve teorileri yoktur. Zaten kendisi kimlik üretemediği için İslam dinine kimlik ve ideoloji olarak sarılır. Dışsal tezahür aygıtı, ezandır. Ritüeli namaz, oruç, hac ve kurbandır. Ama ritüellerden en önemli gördüğü namazın kendisiyle değil, onun aracı olan ezanla meşguldür. İslami-ideolojik Türkiye için, dinsel içsellik önemli değildir, dışsallık önemlidir. O nedenle kimlik ihtiyacının artışıyla orantılı olarak ezanın okunuş sayısını ve bağırmanın dozajını arttırır. Çağımız, tanrısal üretilmiş dinsel sembol ve simgelerle değil, özgün fikirlerle ideoloji ve kimlik üretme çağıdır. İdeolojisi simgesel olanların kendileri de simgeseldirler. Çağımızda simgelere değil, fikirlere yer vardır.

“Çağımızda dinsel ve tanrısal ürünleri ideoloji olarak kullananlar, çağdışı kalmış görülürler. Çünkü çağımız, her alanda insanın yarattıklarının egemen olduğu bir çağdır.”

Türkiye’de halkın, din amaçlı yaşamak istediği din, ona ideoloji olarak sunulmaktadır. Halk ideolojik-İslamcı yapılmaktadır. Müslüman toplumuna İslam satılıyor. “Tereciye tere satmak” gibi bir durum. Selçuklular ve Osmanlı, fethettikleri yabancı ülkelere ve Müslüman olmayan halka kendi siyasal damgasını vurmak ve “alameti farika” oluşturmak amacıyla görsel ve duyusal motifler olan; cami, minare ve ezan şırınga ederdi. Şimdi ise Türkiye’de aynı politika uygulanıyor ama yabancıya uygulayamadığı için, zaten Müslüman olan kendi toplumuna uygulayarak fatihlik tatmini yaşamak isteniyor. Histerik fanteziler, kafa ile bir şey icat edememe acziyeti nedeniyle İslamla telafi edilmeye çalışılıyor. Boş uğraşıdır. Faturası ağırdır.

“Türkiye toplumu, İslam’ın ideoloji olarak kullanılmasına karşı çıkmalıdır.”

Türkiye, İslam’ı Allah’ın kimliği olarak algılar. Allah’ın kimliği ile kimliklenmek gerektiğini sanır. Bu algı, toplumun hem İslam’ı folklorik olarak yaşayan avam katmanında hem de kafa katmanında egemendir. Çünkü Türkiye, kendisine kimlik üretememektedir. Türkiye, camiler ve minareler kullanılarak ezan ve sela ile ortak alanlarda olduğu gibi, okullarda da eğitimin her kademesinde ideolojik-İslamcılık kimliği eğitimi veriliyor. Bilgi öğretilmiyor. Sonuç ortada, bilginin her alanında dünyanın sonuncusuyuz. Türkiye, toplumsal varlığını sürdürmek istiyorsa, bir an önce bu duruma el atmalı ve bu durumu çağdaşlığa doğru değiştirmelidir.

Dinsel İdeolojinin Felsefesi

İdeolojik din; dini çarpıtma, anlam kaymasına uğratma ve ondan sapmadır. Bu haliyle ideoloji, dinin epistemolojik yani bilimsel bilgisi ile ilgili bir sorun olur. Bu durumda, dinin gerçeği bilinmeksizin, dinin kullanılmak istendiği amaca bilmeden hizmet edilir. İdeoloji; dini, dini ideoloji yapan kişinin zihniyetine dönüştürür. İşte dini ideoloji olarak kullananlar, dinin ideoloji yapıldığının dindar öznelere anlatılmasını engellerler, bunu anlatmak isteyenlere ifade özgürlüğü vermezler.

“İdeolojileştirilen şey, asıl amacından uzaklaşır.”

Nominal İslamcılık, Kimlik İslamcılığı ve Türkiye

Kimlik İslamcılığı nominal İslamcılıktır, reel değildir. Yani ismen vardır içerik olarak boştur. Kimlik eksikliğini İslam’ın ismi ile gidermektir, kendisi ile değil. Türkiye’nin de en akut sorunu toplumsal kimlik ihtiyacıdır. Çünkü kimlik üretememektedir. Kimlik, toplumun özgün düşünürleri tarafından üretilir. Türkiye’nin, çağdaş anlamda kimlik üretecek özgün düşünürleri yoktur. Kendisi kimlik üretemeyen toplumlar, toplumsal kimlik ihtiyacını başkalarının ürünleri ile telafi ederler. Türkiye, aslında Arapların İslam adı altında formüle ettikleri dini, Allah’a mal ederek kendisinin kimliği yapmaya çalışır. Bu kimliğe ısrarla Allah’ındır demektedir. Çünkü kimliğinin üreticiliğini Araplara mal etmeyi gururuna yedirememektedir. Fakat sonuçta değişen bir şey olmuyor; kimlik Allah’ın da olsa başkasınındır. Dinden kimlik yapılamaz. Kimlik ancak toplumun kendisi tarafından üretilir; sosyolojiktir, teolojik değildir.

Allah’ı, Kuran’ı ve Dini Öğretmek

Müslümanlar, birbirlerini sömürmek amacıyla “Allah’ı, Kuran’ı ve Dini Öğretmek” sektörü uydurdular. Bu sektörün temeli Kuran’da yoktur. Kuran, bunları öğretme görevini hiç kimseye vermemiştir. Allah’ın, “Beni insanlara öğretin,” diye bir emri yoktur. İsteyen kişinin, kendisinin öğrenmesini ister.

“Türkiye’de Kuran, anlaşılması için değil, ideolojiyi sürdürmede ritüellerde kullanmak için öğretilir.”

Kuran’ı öğretme sektörü de uydurdular. Bu amaçla, “Sizin en hayırlınız Kuran’ı öğrenen ve öğretendir,” şeklinde çok sayıda Hadis uydurulmuştur. Kuran, “Kuran’ı öğretin,” diye bir emir içermez ve bu konuda Hadislerin olması da imkansızdır. İçeremez de çünkü Hz. Peygamber döneminde Kuran diye bir kitap yoktu. İkincisi, Kuran Arapça idi ve ilk Müslümanlar Arap idi ve Arapça bildiklerinden onu anlıyorlardı. Anlamını anlayanlara, kendidilinde yazılmış Kuran öğretmek söz konusu olamaz. Ayrıca anlamını anlamaksızın Kuran okuma diye bir ibadet yoktur. Bu ibadet, Yahudilik ve Hristiyanlık’tan alınmıştır.

“İnsanlar, neden başkalarının Allah, din ve Kuran öğrenmelerini dert eder? Bu vasıtalarla insanları sömürmek içindir.”

Tekke ve Zaviyeler

Tarikatlar, İslam’ı ideolojileştirmişlerdi. Tarikat adı altında; dini ve Allah’ı öğretmek bahanesiyle oluşumlar oluşturulmuştur. Tarikatlar, faaliyetlerini yürütmek üzere tekke ve zaviye adıyla mekanlar kurmuşlardır. Tarikat üyelerinin bir araya gelerek yaşadıkları ve dini toplantılar yaptıkları yerlere tekke veya zaviye adı verilirdi. Tekke ve zaviyeler, Müslüman halkın dinî duygularını kullanarak çıkar elde etmeye başladılar. Çağdaşlaşmayı amaçlayan Türk milleti için tekke, zaviye gibi engeller kaldırılmalıydı. Hırsızlık yapanlar, askerden kaçanlar gibi kanunsuz işler yapan insanlar tekkeyi sığınak olarak kullanıyorlardı.

Osmanlı döneminde tekkeler, gitgide, çalışmaksızın, tevekkül felsefesini işleyen yerler haline dönüşmüştü; halbuki insanları daha yaşarken dünyadan uzaklaştırıp onları uhrevî âleme çekmek, çağdaş yaşam ile bağdaşamazdı. Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyor; çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyordu. Türbeler ise türbedarlar eliyle ölmüş kişilerin manevî varlığından çıkar sağlamaya çalışılan, çalışmaksızın onlardan medet umulan odaklar haline getirilmişti. Ayrıca tekke ve zaviyelerin başında bulunanlar siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek masum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.

Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması

Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925’te kabul edilen bir yasayla tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı. Tekke ve zaviyeler, Diyanet adlı devletin din kurumu kurulduktan sonradır. Hakikaten devletin din kurumu varken, özel din kurumlarına ne ihtiyaç vardır? Devletin din kurumu varken, özel din kurumlarına izin verilmesi, devletin kendisini inkarıdır. Bu işi beceremediğinin itirafıdır. O durumda devletin din kurumunu kapatmak gerekir.

“Çağımızda varlığı sürdürmek için yapılması gereken tek şey, çağımıza adapte olmaktır.”

Yeni Osmanlıcılık

“Eski malzemeyle yeni olmaz. Kerpiç malzemeyle plaza yapılmaz.”

Osmanlı Devleti bizim bir geçmişimizdir. Bunu herkes kabul eder. Yeni Osmanlıcılık, Osmanlıyı yeniden geri getirmek isteğidir. Bunu geri getirmek, biyolojik ve sosyolojik olarak hiçbir şekilde mümkün değildir. Fakat kendi kafasal çapıyla bugüne adapte olamayanlar, geçmişteki hazır bir sistemi geri getirmekle kendilerini avuturlar. Osmanlıyı yeniden geri getirmek yerine, Osmanlı’nın yaptığı hataları yapmamakla meşgul olunlamılıdır. Osmanlıda yapılan hatalara halen devam ediliyor. Dinci gruplar, siyasette çok etkili olabiliyor. Halk, Osmanlı zamanındaki gibidir, üretmiyor. Tarım ve hayvancılık tükeniyor. Bütün bunların sonucu halktan çok vergi alınıyor. 17 Ağustos 1999 depremi nedeniyle çıkarılan ÖTV vergisi bile halen alınmaya devam ediliyor. Lüks tüketim malları hep yurt dışından getiriliyor. İsraf artmaya devam ediyor.

“Bugün bile Türkiye şu sorunun cevabını bulabilmiş değildir; Türkiye, parayı nereden üretecek?”

İnsanoğlu başka gezegenlerde yaşam üretmeyi planlarken, yeni Osmanlıcılık kimin fikri olabilir acaba? Türkiye dostlarının mı, düşmanlarının mı?

“Yeni Osmanlıcılık; cami, minare inşa etmek ve ezanı hoparlörle bağırtarak okutmaktır.”

Osmanlı ve İslam

Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam, devletin kuruluşundan itibaren politik bir unsur olagelmiştir. Gerçi o devirlerde bütün insanlığın sistemleri, başkaca kavram bulunmadığından ve dinsel düşünmede olunduğundan, dinsel idi. Osmanlı’da da bütün sistemler dinsel idi. Sosyal ve siyasal sistemi ve meşruiyeti dine dayalıydı. Din, İmparatorluk teşkilatının hiyerarşisini sağlamakta idi. Fakat Osmanlı, İslam’ın kendisi iktidarda iken çökmüştü.

“Türkiye’de bugün İslam, din olarak değil, sadece kimlik retoriği olarak kullanılıyor.”


19 Eylül 2018 







Erdoğan'ın Suriye'de manda hedefi

Mehmet Ali Güller 

14 Ocak 2019 Pazartesi 


Suriye’yle ilgili her analizin başında mutlaka sorulması gereken soru şudur: Türkiye, Suriye’nin müttefikleri Rusya ve İran’la Suriye’de işbirliği yaptığı halde neden Suriye’nin kendisiyle doğrudan işbirliği yapmıyor? Erdoğan yönetimi Astana sürecine rağmen neden hâlâ Esad karşıtı? 

Bu sorunun yanıtı, çok bilinmeyenli Suriye denkleminin çözümüne yardımcı olur... 

İşte Erdoğan’ın New York Times’a yazdığı “Türkiye Suriye’de işi halleder” başlıklı makalesi, bizi bu soruların yanıtına götürüyor. 

Erdoğan “Suriye planı”nı açık açık anlattığı o makalesini inceleyelim: 

AKP, ABD vekâletine talip 

1. Erdoğan: “ABD’nin, uluslararası toplumun ve Suriye halkının çıkarlarının korunabilmesi için çekilmenin dikkatlice planlanması ve doğru ortaklarla işbirliği içerisinde hayata geçirilmesi gerekmektedir. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye, bu görevi yerine getirme gücü ve kararlılığı olan tek ülke konumundadır.” 

Anlamı: AKP, ABD sonrası Suriye’de vekâleti üstlenmeye hazır! 

İkinci ordu, ikinci devlet 

2. Erdoğan: “Atılması gereken ilk adım, Suriye toplumunun tüm kesimlerinden savaşçıları kapsayan bir istikrar gücü kurulmasıdır. Ancak tüm kesimleri bir araya getiren bir yapı, Suriye vatandaşlarının tamamına hizmet ederek, ülkenin muhtelif kısımlarına düzen ve asayiş getirebilecektir.”

Anlamı: AKP, ÖSO’yu büyütmek istemektedir. Ancak Suriye’nin ordusu vardır, ikinci bir ordu, ikinci bir devlet demektir! 

Yeni PYD değerlendirmesi 

3. Erdoğan: “Suriye Kürtleriyle herhangi bir sorunumuz olmadığını ifade etmek istiyorum. Savaş koşullarında birçok genç Suriyelinin seçenekleri olmadığı için Türkiye ve ABD tarafından terör örgütü olarak kabul edilen PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG saflarına katıldığını biliyoruz.” 

Anlamı: AKP, ABD’yle anlaşma yapılırsa, PYD konusundaki katılığını yumuşatabileceğini söylemektedir. 

Yerel meclis, özerk bölge 

4. Erdoğan: Türkiye’nin gözetiminde, şu anda YPG veya IŞİD terör örgütlerinin kontrolünde olan Suriye toprakları, halk tarafından seçimle belirlenen yerel meclisler tarafından idare edilecektir. Terör örgütleriyle bağlantısı olmayan herkes, yerel yönetimlerde kendi toplumlarını temsil etme hakkına sahip olacaktır. Suriye’nin kuzeyinde, nüfusunun çoğunluğu Kürt olacak yerlerde kurulacak yerel meclislerde Kürt toplumunun temsilcileri çoğunluğu oluşturacak; ancak diğer tüm kesimlerin adil bir şekilde siyasi temsil hakkından faydalanmaları sağlanacaktır. Deneyimli Türk yetkililer, bu meclislere belediye işleri, eğitim, sağlık ve acil durum hizmetleri gibi alanlarda danışmanlık verecektir.” 

Anlamı: Suriye topraklarında yerel meclisler kurmak demek, Suriye’de “özerk bölge” kurmak demektir. İşte “ikinci ordu” bunun içindir. Bu yerel meclislere “danışmanlık vermek” demek, Ankara’nın “özerk bölgeyi” yönetmesi demektir. 

Sonuç olarak 

AKP, “Suriye’de manda yönetimi olmak istediğini” ilan etmektedir! 

Kötü ‘oyun sonu’ gidişatı 

Hep söyledik: 

ABD’nin Suriye’de PYD devletçiği kurması ile AKP’nin ÖSO devletçiği kurması arasında, Suriye’nin bölünmesi bakımından bir fark yoktur. 

Erdoğan’ın Astana sürecine rağmen Esad karşıtlığını sürdürmesi, Suriye’nin kuzeyini “ele geçirme” hedefiyle ilgilidir. Erdoğan’ın “Kuzey Suriye Misakı Milli içindedir” demesi bu hedefinin gereğidir.

AKP’nin Rusya’yla işbirliği yaparak kendisine Suriye’de alan açması ve bu işbirliğini ABD’yle pazarlığında kullanması, sürdürülebilir bir durum değildir. 

Şam karşıtlığına devam etmek ve aynı anda ABD ile Rusya’yı idare etmeye çalışmak, Türkiye’yi oyunun sonunda çok kötü bir noktaya götürecektir. 








Başarının sırrı demokrasi


TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, 
2019’un ilk röportajını Cumhuriyet’e verdi.

Yayınlanma tarihi: 7 Ocak 2019 Pazartesi, 06:24


Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, ekonomiyi güçlendirmenin yolunun en başta şeffaf, uzlaşmacı, adil ve demokratik bir toplum olmaktan geçtiğine dikkat çekti.

Yatırım kararlarında kurun ya da faizin seviyesiyle beraber, istikrar ve güvenin de bir o kadar önemli olduğunu vurgulayan Erol Bilecik ile yeni yılda iş dünyasının sıkıntılarını, yabancı yatırımcıyı, AB sürecini, seçim ekonomisini ve yeni yatırımlar için atılması gereken adımları konuştuk.

-TÜSİAD olarak 2019’da ekonomide öngörüleriniz neler?

2019’da bir süre daha finansmana erişim, nakit sıkışıklığı ve kredi daralmasının maalesef devam edebileceğini öngörüyoruz. Yüksek enflasyon da bizi zorlayacak başlıca konular arasında yer alacak. Enflasyonda kalıcı bir düşüş görmemiz zaman alacak. Sıkı para politikası ve enflasyonla mücadelede asla taviz verilmemeli. Ekonomimizin ciddi reformlar yapması ve yeni bir büyüme hikâyesi yaratması gerekiyor. Türkiye; eğitim sistemini, vergi sistemini, üniversitelerini, KOBİ’lerini kısaca tüm ekonomisini yeni çağa daha uyumlu hale getirmeli.

İşsizlik artacak

-Büyüme, kur, işsizlik, enflasyon, faiz öngörünüz nedir?

TÜSİAD olarak kur tahmini yapmayız. Çünkü oradaki tahminleri sağlıklı yapmak için değişkenliklerin az olması gerekir. Ancak her zaman değişken sayısı o kadar fazladır ki. Saymakla bitmeyebilir. 2019 için ana senaryomuz, nispeten hızlıca ekonominin büyümeye döndüğü, politika adımlarının hızlıca atıldığı, küresel finansal koşulların bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri desteklediği senaryo. Bu senaryoda yüzde 1’ler civarında bir büyüme ve enflasyonda yüzde 17 civarına gerileme öngörüyoruz. Yavaş büyümenin etkisiyle işsizlik oranında bir miktar yükseliş görebiliriz.

Kutuplaşma etkiliyor

-Türkiye’de yaşanan gelişmeler ışığında, yabancı yatırımcının Türkiye’ye bakışı nasıl?

Yabancı yatırımcıların temkinli olarak yaklaştıkları bazı konular var. Güvenlik kaygıları, kutuplaşan toplum yabancılar tarafından gözardı edilmeyen noktalar. Hukuk, bağımsız yargı, özgürlükler önemli. Serbest piyasa kurullarından asla taviz verilmemesi gerekiyor. 2019’da ülkemize gelen yabancı yatırımlarda bir artış yaşanması için yatırım ortamını elverişli hale getirecek göstergelerde hızla iyileşme kaydedilmesi önem taşıyor. Yatırımcılar nereden olursa olsun Türkiye’nin yönünün Batı’da olduğunu görmek istiyor.

AB ülkeleri ve kurumlarıyla yapıcı siyasi diyaloğun yoğunlaştırılması, Gümrük Birliği müzakerelerinin başlaması yatırımcılara olumlu sinyal verecek.

Yatırımcı önünü görebilmeli

-Bankaların kredi musluklarını kapattığına dair eleştiriler var. Bugün kredi alsanız, yatırım yapacak ortam var mı?

Empati yapmazsak, her tarafın birbirini eleştireceği çok fazla konu çıkar. Bankalarımız 100 TL mevduata 150 TL kredi vermiş durumdaydılar. Aradaki fark dış kaynaklardan, döviz cinsinden finanse edildi. Şimdi krediler daraldığı için yüzde 140’lara hatta yüzde 120’lere kadar geriledi. Kredi daralmasının kısa sürede sona ermesini beklemiyoruz. Bu dengelenme süreci, bankalarda eğer bir bilanço temizliği yapılmazsa daha uzun sürebilir. Şirketlerin finansmana erişimi azaldı. Yabancı yatırımcı için çok cazip fırsatlar var. Ama asıl mesele, ekonomik daralmadan çok belirsizliktir. Yatırımcının önünü görebilmeye ihtiyacı var.

Büyüme için 5 öneri

-Türkiye’de sağlıklı büyüme iklimine girilmesi, istihdam yaratılması ve yeni yatırımlar için ne tür adımlar atılmalı?

Başarının reçetesi belli: Her şeyden önce, hukukun üstünlüğünün sağlandığı ve demokrasinin ve özgürlük alanlarının genişletildiği bir zemini sürekli geliştirmek gerekir. Bu zemin, güçlü bir Türkiye’nin olmazsa olmazıdır. Ekonomideki sıkıntıları kur ya da faizlerdeki artışlar üzerinden değerlendirsek de asıl meselenin istikrar olduğunu unutmamalıyız. Finansal istikrarın ve öngörülebilirliğin ilk koşulu, güçlü kurumlar ve kural temelli politika yapımıdır. Devletin yaptığı düzenleme ve politikalar uzun vadeli istikrarı gözettiği, şeffaf ve öngörülebilir olduğu sürece, ekonominin temelleri sağlam ve yatırım ortamı güçlü olur. Güçlü bir Türkiye ekonomisi için temel hedefimiz, küresel liberal demokratik düzene entegre olmaktır. Atılacak adımları 5 maddede özetleyebiliriz:

1. Ekonomide öngörülebilirliğin sağlanması için güçlü kurumlar ve kural temelli politika yapılmalı.

2. Serbest piyasa ekonomisi ilkelerinden taviz verilmemeli.

3. Yapısal reformlarla ekonomimizin verimliliği ve rekabet gücü artırılmalı.

4. Yatırım ortamının iyileştirilmesi için hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı güçlendirilmeli.

5. AB ile ilişkilerin güçlenmesi ve Gümrük Birliği modernizasyonu için gerekli adımlar atılmalı.

-Eleştiri kültürü Türkiye’de gittikçe erozyona uğruyor. İktidarı eleştiren sanatçılar, gazeteciler akademisyenler, hedef haline getiriliyor. Ne düşünüyorsunuz?

Seçim sürecinin getirdiği rekabet ortamı içinde, toplumsal kutuplaşmanın keskinleşmemesi için üslupların karşılıklı saygı ve hoşgörüyü esas almasını diliyoruz. Eğer bir ülkede toplumsal birlik yıpranırsa, orada kalkınmak için sebepler azalıyor demektir. Zaman zaman toplumsal kutuplaşma eksenindeki tartışmaların, gündelik yaşamlarımızdaki yerini artırdığını gözlemliyoruz. Toplumsal barış ve hoşgörü, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolu topraklarında yaşamış onlarca farklı medeniyetten miras aldığı evrensel değerlerdir. Atatürk’ün dediği gibi “birlik ve beraberlik; ölümden başka her şeyi yener.” Şunu unutmamamız gerekiyor: Uzlaşma asla yenilgi değildir.

Belirsizlik kaybettirdi

-İş dünyasının belirsizlik, öngörü yapamama konusunda şikâyetleri var. Asıl belirsizlik yaratan durumlar neler?

İş dünyasının karar alma süreçlerinde bir gözü ekonomide, diğer gözü dış ilişkilerdedir. Özellikle yakın geçmişte dile getirdiğimiz belirsizliğin iki ana nedeni, dış ilişkiler ve ekonomi politikalarının sıklıkla değişmesiydi. Bunların getirdiği sıkıntılar vardı.

Son yıllarda Türkiye ardı ardına seçimler yaşadı. Siyasi belirsizlik, ekonomide öngörü yapamamanın başlıca nedenleri arasında yer aldı. Bunlar muazzam negatif resimler oluşturdu. Sınır komşularımızla yaşanan gerginlikler ve AB, ABD ve Batı ile ilişkilerimizdeki sorunlar da belirsizliği artırdı. Belirsizlik ortamı, yatırım riskini artırır. Seçimler son zamanlarda hem ekonomi politikalarını fazlasıyla etkiliyor, hem de maalesef toplumsal kutuplaşma ve gerginlikleri artırıyor. Politika tarafında yaşanan her belirsizlik, kaybedilen her dakikanın ekonomiye maliyeti sanıldığından daha fazla oluyor. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçildi. Pek çok kurum yeni oluşturuldu, atamalar yeni yapılıyor. Bunlar da belirsizlikleri artırıyor. Çıkan bazı kararnameler gönül arzu eder ki önce iş dünyasıyla daha öncesinde istişare edilsin. İş dünyasına yeni mevzuata uyum sağlamak için yeterince zaman kalmıyor. Bu da belirsizliği artırıyor. Uzun vadeli istikrar için yapısal reformları gündeme almalıyız.

Teminatlar kabul edilmiyor

-Her sektör kendi sorunlarından bahsediyor. Günah keçisi olarak finans sektörü gösteriliyor gibi. Finans sektöründe her şey yolunda mı görünüyor?

Türkiye ilk defa özel sektör borçluluğunun çok yüksek olduğu bir kriz yaşıyor. Daha önceki krizlerde kamu borcu sorun yaratmıştı. Kur ve faiz artışları, şirket bilançolarına ciddi hasar verdi. Bazı şirketlerin teminatları artık yeterli gelmiyor. Bazıları ise talep daralması ve nakit akışı nedeniyle kredi ödemelerinde zorluk yaşıyor. Bir kısmının ise borçları yeniden yapılandırılıyor. Bu gibi sorunlu krediler nedeniyle bankalar taze kredi yaratmakta zorlanıyor.

Düşüncesi hür nesiller

-Türkiye’de hukuka güvende ciddi sıkıntılar var. İş insanı Osman Kavala yaklaşık iki yıldır iddianame olmadan tutuklu, ne söyleyeceksiniz?

Ekonomiyi güçlendirmenin yolu en başta şeffaf, uzlaşmacı, adil ve demokratik bir toplum olmaktan geçer. Hak ve özgürlükleri güvenceye alma konusunda eksiklerimiz var.
Atatürk’ün sözleriyle “Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister” Bunca yıllık demokrasi deneyimimizin ardından hak ve özgürlükleri daha iyi bir güvenceye kavuşturmalıyız. İnsan haklarının Türkiye için de bağlayıcı olan sınırları, milletlerarası hukuk ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla gayet net şekilde belirlenmiştir. Anayasamız gereği bu kararlar iç hukukumuzun bir parçasıdır. Ancak uygulamada zaman zaman sorunlarla karşılaşıyoruz. Dünyanın da bu konuda iyiye gitmediği malum. Ancak kötü örnek, örnek değildir. Olumsuz bir dalgaya kapılmaktansa, iyi ve doğru tarafta kalmaya gayret etmeliyiz.

AB vazgeçilmez

-AB üyeliği konusunda Türkiye treni kaçırdı mı?

TÜSİAD için her zaman olduğu gibi bugün de Türkiye’nin AB üyeliği vazgeçilmez bir hedeftir. Gümrük Birliği modernizasyonu için müzakere sürecinin en kısa zamanda başlatılması, ekonomimizin gelişimi ve yapısal reformların hızlanması açısından bir kaldıraç görevi görecek. Ancak bugün Türkiye’nin AB katılım sürecinde gelinen noktanın, hem AB’nin kendi genişleme tarihi açısından, hem de Türkiye’nin Batı sistemi ile entegrasyon hedefleri açısından önemli bir hayal kırıklığı olduğunu kabul etmemiz gerek.

Kaçış değil çıkış yolu gerekiyor

- 2018 iş dünyası açısından nasıl geçti?

Türkiye ekonomisinin biriktirdiği yapısal sorunlar nedeniyle pek çok zorlukla sınandığımız bir 2018 yılı oldu. İş dünyasının gözü öncelikle ekonomide ve ekonomi yönetimindedir. 2018 ilk yarı boyunca özellikle enflasyon ve finansal kırılganlıklarımız başta olmak üzere, bu risklerle ilgili görüşlerimizi ve önerilerimizi ekonomi yönetimiyle defalarca paylaştık.

Burada tehlikenin boyutunu ve alınması gereken önlemleri anlattık.

İş dünyası olarak, ekonomide güçlüklerle karşılaşınca bir kaçış yolu değil, bir çıkış yolu göstermek gerektiğine inanırız. Kur hâlâ bir önceki yıla kıyasla yüzde 40, faizlerde 11 puanlık yüksek seviyede. Yükselen kurlar ve faizler nedeniyle özellikle reel sektör ve finans kuruluşlarının bilançolarında önemli tahribatlar oldu. Reel tarafta ekonomideki daralma biraz daha devam edecek.

Seçim ekonomisi olmamalı

-Türkiye martta yerel seçimlere gidiyor. Seçim ekonomisi uygulanır mı? Bunun ne tür riskleri olur?

Seçim ekonomisine dair uygulamaları son birkaç yıldır görüyoruz. Kısa vadede fayda sağlamak için uzun vadede sorunlar yaratmamalıyız. Seçim ekonomisi olmaması gereken bir ekonomi. Yeni Ekonomi Programı’nın 2019 için hedeflediği önemli tasarruf politikaları var. Bunlarla çelişkili olacak politikalardan kaçınmamız lazım. Mali disiplin, Türkiye’nin en önemli çıpası. Asıl isteğimiz, iyi bir vergi reformu. Ekonomide aslolan verimlilik. Kısa vadeli tedbirler yerine artık uzun vadeli kalıcı politikalara odaklanılmasını arzu ediyoruz.

-Nisanda yapılması gereken Merkez Bankası’nın Genel Kurulu 18 Ocak’a alındı. Bu ne anlama geliyor?

Tabii bu rutin bir uygulama değil. Ana dileğimiz buradaki nakdin seçim için harcanmaması. Çünkü özellikle dış yatırımcının bu tür rutin olmayan uygulamalarla kafasını karıştırmamalıyız.



Erol Bilecik: Yatırım kararlarında kurun ya da faizin seviyesiyle beraber, istikrar ve güven de bir o kadar önemli. 2001 krizi sonrası yaptığımız reformlar sayesinde, ülkemize yüklü miktarda doğrudan yatırım çekebilmiştik.

Türkiye’nin ne zaman kuvvetli bir hikayesi ve öngörülebilir kurallı bir ekonomik yapısı olduysa, biz o dönemlerde önemli yatırım hamleleri gerçekleştirebildik. Yatırımcıya iyi bir hikâye sunmanız gerekiyor.

Bugün Türkiye yeniden çok güçlü yatırımlar çekmek için, yeniden yatırımcının piyasa ekonomisi, fiyat serbestisi, kambiyo rejimi gibi başlıkları sorgulamadığı bir ülke olmalı. Türkiye’nin yeni ekonomi hikâyesinin tutarlı ve net bir şekilde yatırımcılara gösterilmesi gerekiyor.






-->