Sayfalar

YÜZ YILLIK HESAPLAŞMA


105 yıl önce yaşanan ve günümüzle ilişkisi olan bir olayla başlayalım.

Tarih, 7-8 Haziran 1911. Yer, Sultan Mehmet Reşad’ın Kosova ziyareti sırasında uğradığı Selanik. Padişahın şerefine bir ziyafet verilmiştir ve eğlence düzenlenmiştir. 1908’de İkinci Meşrutiyet’i gerçekleştiren İttihat ve Terakki’nin askerî ve sivil kadroları gruplar halinde Padişah’a takdim edilerek tanıştırılmıştır.

Olayı anlatan; Harbiye Mektebi’nde Mustafa Kemal’in ve Ömer Naci’nin sınıf arkadaşı olan, eğlence ve ziyafete Erzurum’u temsilen 15 zevatla birlikte katılan, Gümüşhane Jandarma Tabur Kumandan Vekili Nazım Bey [Ören].

« … O Erzurum Heyeti’ne İstanbul’dan katılmıştı. Benden başka arkadaşların hiçbirisi kendisinden hoşlanmıyor, temas etmek istemiyordu. Onlar bu adama düpedüz bir şarlatan diye bakıyordu. Hele Erzurum Müftüsü İsmail Efendi Hoca çok kızıyor “Kendisine evliya süsü veren bu adam Cehennem’e atılacak bir odun kütüğüdür!” diyordu.

Benim fikrimce bu zavallı adam bir akıl hastası idi. Bize yapışmak istiyordu, bizden ayrılmak istemiyordu. Ona acıyordum. Nihayet dayanamadım yalvardım yakardım bizim gruba yamanmamasını temin ettim. … Başında beyaz uzun bir külahı vardı. Siird veya Van el tezgâhında o bölgeye mahsus bir cins keçi kılından dokunan alacalı bulacalı bir elbisesi. … Ayaklarında çizmeler vardı. Bıyıkları kısa, gözleri parlak. … Beyaz tenli yakışıklı, heybetli bir gençti. Elinden altın savatlı Çerkez yapması kamçısını, belinden fildişi saplı hançerini hiç düşürmezdi.

Arkadaşlar kendisi ile çarşı pazarda gezmek istemezlerdi. Çünkü onu görenler, hele çocuklar tiyatrodan fırlayıp kaçmış birinin arkasına takılır gibi etrafını çevirmek isterlerdi. O ise kalabalıklardan çok hoşlanırdı. Hatta yanına yaklaşanlara büyük küçük kendisini Bediüzzaman Molla Said-i Kürdî diye takdim ederdi. … Hemen pek az medrese gördüğü adeta ümmî olduğu halde zamanın en büyük alimleri ile akaidde, fıkıhda, hadisde, kelâm ve mantıkda imtihana girebileceğini ve Dünya yuvarlak olup müstakar olan Güneşin etrafında döndüğünü ve bu kâinat hadisesini ayetle hadisle ispat eylemek gibi yepyeni ve adeta Allah vergisi bir keşifte bulunduğunu uzun uzun anlatır, asıl tuhafı bir takım zavallıları aldatmağa, onların hayranlığını çekmeye de muvaffak olurdu. Zamanında gelmemişti, yahut yerinde doğmamıştı, bu hali ile ancak Afrika’nın çöllerinde Mehdilik taslıyabilirdi.

O da benim gibi yetim büyüdüğünü söylerdi. Dalgın ve hülyalı idi. Bazı budalaca ve çocukça hareketlerine güler geçerdim. Nihayet bu işte çok aldandığımı anladım.

Selanik’te kaldığım müddetçe bir ilkokul dersanesinde hazırlanan karyolalarda yatıp kalkardık. Birgün sabah vakti beni uyandırdı “Veda için geldim. Bugün ya kendimi öldürecek yahut senin kendin kadar sevdiğin bir arkadaşına –Ömer Naci’yi kastederek– kıyacağım, bunları yapamazsam buradan def’olup gideceğim” dedi.

Şimdiye kadar bir çocuk gibi saf sandığım adamın gözlerinin ateşli karanlıklarına bakarak titredim. Sebebini sordum. Eğilerek “Teçhil edildim, daha doğrusu tahkir…” diye kapıyı çarpıp çıktı gitti.

Uyuyamadım. Sokağa çıktım. Bulunması ihtimali olan yerlere baktım bulamadım. Ömer Naci’nin evine gittim. Meseleyi olduğu gibi anlattım. Ömer Naci güldü. “O ne hinoğlu hin o… Ne ip kaçkınıdır o!.. Burada da gözaltında olduğunu anlar anlamaz zehirlerini kimbilir hangi yerlere saçmak üzere ilk trenle sıvışıp gitmiştir. Sana söyledikleri ise blöften ibaret, merak etme!” dedi. »

Padişahın şerefine verilen ziyafet ve eğlencede Padişah’a takdim edilerek tanıştırılanlar arasında namı değer Selanikli Mustafa Kemal de vardır. Eğlencede bar halkasına girerek Erzurum Barı oynamıştır.

[ Kaynak : Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı’nca Dr. Fethi Tevetoğlu’nun 1973’te yayımlanan  Ömer Naci  kitabı (Birinci baskı). Bu kitabın ikinci baskısı, Saidi Nursî ile ilgili (anlatılan) bölüm çıkarılarak 1987’de Kültür ve Turizm Bakanlığı yayını olarak yapılmıştır. ]


“HİZMET HAREKÂTI”NIN İDEOLOJİSİ


İÇ DİNAMİKLER

Soruna açıklık getirmek için bazı belirlemeler yapalım.


İslamda şeriat düzeni :  Kur’an temel yasa kabul edilerek, ayetlere hadislere kıyaslara, vb. dayanarak hayatın ve mekânın her alanını düzenlemek.

İslamda hile-i şeriye :  Uzun zaman içinde hayatın ve mekânın çok fazla çeşitlenmesinden dolayı (dev-let dahil), “nas” olan ayetler ve yüzbinlerce hadisler ve bunlara dayanarak ortaya konan yöntemler zamanın sorunlarını çözemediği için (Peygamber de yok!), olaya ikinci bir olgu katarak, geçerli olan şeriatın işleyiş biçimini hile yaparak değiştirmektir.

Buradaki “hile” süte su katarak saf süt gibi veya bayat ekmeği ısıtarak taze ekmek gibi satmak için yapılan hile gibi değildir.

Takiye :  Yukarıda anlattığımız hile-i şeriye’nin çeşitli alanlarda taktik olarak uygulanmasının adıdır.

Genel taktik : Her zamanda ve mekânda en güçlünün yanında yer al. Emir veren olma, hizmet eden ol. Memur isen, tahsilin yeterliyse müdür olma muavin ol. Hademe isen, hademe başı olma, müdürün hademesi ol.

İslam tarihine göre, sünniliğin iki ana kolu olarak kabul edilen Hanefi ve Şafi mezhebinden olan imamlar hile-i şeriye uygulamasının şeriata uygun olduğunu kabul eder.

Nakşibendi Tarikati : 12. yüzyılın başlarında Hâce Abdulhalik Gücdevani tarafından sistemleştirilmiş ve Muhammed Behâeddin Buhari tarafından usulleri belirlenerek kurulmuş, Eşari’liğin devamı olan Gazeli ekolünden etkilenmiş, selefi sünni islam tarikatidir.

Nakşilik İstanbul çarşısına (ticaret alanına) 15. Yüzyılın sonlarında girmiş ve Ahmet Buhari tarafından kurumlaştırılmıştır. Nakşilerin ilk kurulduklarında ekonomik olarak çarşıda var olmalarının nedeni; Saray’a (devlet gücüne) dayanarak çarşıdaki kârdan daha fazla pay almaktır. Saray’ın nedeni ise, siyasal olarak halkın (çarşının) nabzını tutmaktır ve Nakşileri gammaz düzenbaz olarak kullanmaktır.

Nakşiler, Lale Devri’nde ve 3. Selim zamanında Osmanlı Saray katında önemli devlet adamlarını atanmasına müdahale edecek kadar siyasetin içine girmişler ve süreç içinde siyasi güçlerini artırmışlardır.

Padişah 2. Mahmut döneminde Nakşilik, devletin içine girmiş, büyük fitne ve şerolarak kabul edilmiş, birçok Nakşi şeyhi İstanbul’dan başka şehirlere sürülmüştür.

Cumhuriyet döneminde yapılan devrimler sırasında bütün tarikatlar tasfiye edilmiştir.

Tarikatlar devrim kanunlarıyla yasaklanınca, müritler takiye yaparak Tarikat tanımının yerine Cemaat tanımını kullanarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Nakşi (düsturlu yol) tarikatinin islam aleminde onlarca temel kolu yüzlerce yan kolu (fraksiyonu) ve bunlardan üreyen çok çeşitli cemaati vardır. Nakşiliğin bu kadar çok çeşide ayrılmasının nedeni, tarikatin selefi görüşü benimsemesidir.

Selefiler İman’ı (inancı), Amel’in (ibadetin, işin, ticaretin, siyasetin, …) Cüz’ü (parçası) olarak kabul ettiklerinden, dünya alemde iş ticaret siyaset her ülkede ve her bölgede çok çeşitli olduğundan, tarikatin de o kadar çok bölünmesi doğaldır.

Sufiler ise (sünniler dahil), Amel’i İman’ın Cüz’ü kabul ettiklerinden ve dini imanı işe ticarete siyasete karıştırmadıklarından dolayı sufi tarikatların genellikle fraksiyonları yoktur. Buna en iyi örnek, Mevlevi tarikatidir.

Devlet işine din karışırsa, devlet bütünlüğünü yitirir, parçalara bölünür.


Said Nursî (Okur), 1877-1960 :


En başta sözünü ettiğimiz olaydaki kişi, günümüzde Said Nursî olarak anılan kişidir. Kur’anda ilk emir “Oku!..” olduğu için Okur soyadını almıştır.

1907’de İstanbul’a gelmiş, Ferit Ahmet Paşa’nın konağına yerleşmiş ve bu arada Nakşibendi tarikatine katılmıştır. Padişah 2. Abdülhamid’e Medresetü’z Zehra  adında bir medrese kurması için dilekçe sunmuştur. Dilekçe sunumundan hemen sonra tutuklanmış ve tımarhaneye konmuştur. İkinci Meşrutiyet döneminde serbest bırakılmıştır.

Genel taktik uyarınca, zamanın en güçlü partisi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti taraftarı ve ateşli Abdülhamid muhalifi olmuştur.

Said Nursî, çeşitli gazetelerde makaleler yazmış, İslamcı bir siyasi parti olan İttihad-ı Muhammedi Fırkası’nın kurucularından olmuş, 31 Mart 1323 isyanından sonra 13 Nisan 1909’da tutuklanarak yargılanmıştır.

Abdülhamit’ten medrese kurma izni ve tahsisatı alamayan Said Nursî, İkinci Meşrutiyet dönemi padişahı 5. Mehmet Reşad’dan medrese için 19.000.- altın tahsisat almıştır. Birinci Dünya Savaşı başladığından medresenin kuruluşu gerçekleşmemiştir.

Said Nursî, zaman zaman doğduğu bölgede yaşamış, Bitlis’te Van’da ve diğer şehirlerde valilerin tahsis ettiği konaklarda onlarca yıl kalmış, Risaleler yazmış ve çalışmalarını sürdürmüştür.

1925-1950 döneminde çeşitli şehirlere sürgün edilmiştir. Cumhuriyet döneminde 11+9+10 = toplam 30 ay tutuklu kalmıştır.

1950 yılında Demokrat Parti iktidar olunca, Said Nursî her zamanki gibi güçlünün yanında yer alarak iktidara yanaşmış ve iktidarın desteğinden yararlanmıştır.

1951’de, DP döneminde, Risalelerin matbaada basılması serbest bırakılmış ve Türkiye’nin her yerine dağıtımı yapılmıştır. Türkiye’de basılan Risaleler, Mısır ve Pakistan gibi halkı müslüman olan ülkelere, ABD’deki İtalya’daki ve Roma’daki kiliselere gönderilmiştir.

Bu dönemde Türkiye’de “Mehdi” efsanesi yayılmış ve karşısına “Deccal” olarak Atatürk konmuştur.  

Said Nursî mensup olduğu Nakşibendi tarikatinin izlediği yolun ve uyguladığı kuralların katı (ortodoks) selefi olduğunu gördüğü için “zamana uymuyor” gerekçesiyle ayetleri ve hadisleri yorumlayarak ılımlı yeni bir yol (yeni nakşilik) ve yeni bir “Nur Cemaati” ortaya çıkarmıştır (ılımlı selefilik).

Kendilerinden bir örnek: Radyo Anadolu şehirlerine ilk geldiğinde ortodoks nakşiler “Bu alet gâvur icadıdır, mekâna koymak ve dinlemek günahtır” derken, Said Nursî ayetleri yorumlayarak “Kırk bin melek var, her meleğin kırk bin dili var, her melek kırk bin dil biliyor, uzaktan gelen sesler meleklerin marifetiyle bize ulaşıyor” diyerek radyonun kullanılmasının günah olmadığını söylüyordu.

Said Nursî, 1923’ten sonra aktif siyasetten ayrılmış ve aklına “ilhamla gelen” risaleleri yazmıştır.

Sonuç olarak :  Said-i Nursî harekâtının stratejik hedefi, Mehdi’nin birinci görevi, “iman kurtulacak ve imanın hayata geçirilmesi için hilafet ihya edilecek ve şeriat düzeni kurulacak”tır.

[ Said Nursî’nin Risale-i Nur külliyatından İşaretül İcaz’ı ve diğer bazı eserlerini 2014 yılında Diyanet İşleri yayımlamıştır.

Fettullah Gülen’in babası o döneme göre entellektüel bir imam olarak oğullarından birine Said Nursî’ye Bedîüzzamân (zamanın güzelliği) ünvanını veren hocasının Fettullah adını koymuştur. Soy İsmi Kanunu çıktıktan sonra Türkçe soyadı alırken bile adın anlamına dikkat etmiştir. Gülen-Güldüren, İbranice İsak demektir. Hz. İbrahim’in Sara’dan doğma oğlunun adı İsak’tır. O da bir peygamberdir. ]


DIŞ DİNAMİKLER

“Hizmet Harekâtı”nın kurucusu Fettullah Gülen, Said Nursî’nin tilmizi ve devamıdır. Said Nursî’nin stratejik hedefini gerçekleştirmek için onun taktiklerini günümüz koşullarına uydurarak değiştirmiştir.

“Hizmet Harekâtı”, ana hareket ekseni olarak hedefini; “Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye” olarak belirlemiş ve bunu Osmanlı Türkçesi ile yazarak ifade etmiştir.

Türkçesi; Kur’ana dayalı düzen kurmak için ilk önce imanlı hükûmet olmak gerekir.

Bu açılımın kısaltılmışı, hükûmetin mealen karşılığı hizmet olduğundan “Hizmet Harekâtı”, Hükûmet Harekâtı demektir.

Fettullah Gülen’i günümüzde değişik yönlerden ele alarak anlatmayan kalmadığı için defalarca anlatılmışı bir daha anlatmanın gereği yoktur. Lakin, onun bazı özelliklerini farklı bir açıdan ele almanın yararı vardır.

Fettullah Gülen; 1983’ten 2007’de kurulan AKP Hükûmeti’ne kadar geçen zaman aralığında gelmiş geçmiş bütün cumhurbaşkanlarının ve başbakanların (Necdet Sezer ve Erbakan hariç!) sempatisini kazanmış, desteklerini almış, bilhassa eğitim ve ekonomi alanında büyük bir iş ve örgütlenme gerçekleştirmiş, bunu başka ülkelere yayarak bölgeselleşmiş, Hizmet Harekâtı’nın Baş imamı olarak 1999 Mart ayında Amerika’ya gitmiştir (veya davet edilmiştir).

Amerikan finans oligarşisi, Türkiye’de aradığı kişiyi Amerika’da bulmuştur.

ABD hükûmetleri Fettullah Gülen’in; dünyanın ilk yüz entellektüeli içinde yer almasını, dünyada en etkili yüz kişiden biri olarak seçilmesini, dinsel bakımdan dünya çapında “medeniyetler ittifakının gerçekleşmesi için çaba sarf eden birinci kişi” olan Katolik Kilisesi’nin başı ve Roma Katolik Devleti’nin Başkanı Papa’nın yanında İslam’ı temsil eden ikinci kişi olarak sunulmasını sağlamıştır.

Türkiye içinde de Fettullah Gülen’i yüceltici ve takdir edici plaketler belgeler verilmesine öncülük ederek onu ve harekâtını küreselleştirmiştir.

Daha sonra, ABD bu küreselleşen harekâtı misyonu olan operasyonel bir örgüt olarak Büyük Ortadoğu Projesi’nin birinci aşamasını (Ortadoğu Projesi’ni) uygularken Türkiye’nin içinde ve dışında kullanmıştır.

“Medeniyetler Çatışması” kitabını yazan Kemalizm düşmanı Samuel Huntington, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabını yazan CIA teorisyeni ve Kemalizm düşmanı Graham Fuller, Kemalizm’in yüz yıllık düşmanı olan Said Nursî harekâtının devamı ve şakirti (talebesi) Fettullah Gülen, Kemalizm düşmanı bir sac ayağı oluşturmuş ve uygulama başlamıştır.


PARALEL HÜKÛMET NASIL KURULDU?


Amerikan finans oligarşisinin güdümündeki körfez finans oligarşisinin (Suudi Arabistan Krallığı, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri) hizmetkârı olmaya hazır, İslam dini ile tarikat ilişkisi dışında ilgisi ve bilgisi olmayan, Refah Partisi mensubu olan, finansla ticaretle siyasetle uğraşan, kendilerine “yenilikçi” diyen, “Millî Görüş” gömleğini çıkarmış bir grup, Graham Fuller’in Yeni Türkiye Cumhuriyeti doğrultusunda “Yeni Türkiye” iddiası ile RP’den ayrılarak AKP’yi kurdu.

AKP katıldığı ilk genel seçimde % 34 oy alarak iktidar oldu. TBMM’de muhalefet olarak sadece CHP yer aldı. Diğer partiler % 10 barajını aşamadığı için parlemento dışında kaldı.

Tarih: 1 Mart 2003

ABD-İngiltere ortaklığının Ortadoğu Projesi doğrultusunda Türkiye’ye 60.000 asker ile silah ve savaş araçları yığınağı yaparak Irak’a kuzeyden karadan saldırıp işgal etme planı için onay isteyen Teskere, TBMM’de CHP ve bir kısım AKP milletvekillerinin oylarıyla red edildi. Bu nedenle, ABD-İngiltere ortaklığı saldırı planını değiştirmek zorunda kaldı. Plan değişikliği işgalci devletlerin büyük zarar görmesine yol açtı.

AKP 2003’te Teskere’ye red oyu veren milletvekillerini süreç içinde tasfiye etti. Bu tasfiyeler, dinî ideolojiden mahrum olmayı, nitelik ve nicelik bakımından zayıflamayı getirdi.

2007 seçimlerine giderken AKP’nin dinî ideolojiye sahip bir ortağa ihtiyacı vardı ve ortak zaten hazırdı.

AKP, ABD’nin oluşturduğu ve operasyonel misyoner olarak kullandığı “Hizmet (Hükûmet) Harekâtı” ile ortaklık yaparak 2007’de genel seçimi kazandı. “Paralel Hükûmet” kuruldu. Hizmet Harekâtı iktidar ortağı oldu.


ORTAKLAR ARASINDAKİ KAVGANIN TEMEL NEDENİ


Devletin temel görevi, hizmet ve güvenlik’tir. Devletin özü, uygulama bakımından hükûmet ve ordu’dur.

Biçimi demokrasi olan devletler 3 güç üzerine kuruludur.

Yasama gücü : Organları; meclisler, senatolar (parlamento) ve kuruluşları.

Yürütme gücü : Organları; Cumhurbaşkanı, Hükûmet (Türkiye’de Bakanlar Kurulu). Komutanı (Savaşta Başkomutanı); Başbakan’a karşı sorumlu olan ordu ve kuruluşları.

Yargı gücü : Organları; çeşitli mahkemeler, kuruluşlar, Barolar.

Yürürlükteki Anayasa’da güçlerin organlarla ilişkisi karmaşık yazılmıştır. Güçleri organlar seviyesine indirgeyerek uygulama yapılamaz hale getirmiştir. Yapılırsa, Anayasa’ya ve yasalara aykırı olur. 1982 Anayasası’nda güçlerle organlar arasındaki ilişki çarpık (karmaşık) yazılarak yaşalaştırıldığı için demokrasimiz de çarpıktır.

2004 yılının Ağustos ayında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığında toplanan Millî Güvenlik Kurulu, Cemaat’in (Hizmet Harekâtı’nın) faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması için tavsiye kararı almış (Karar’da o dönemin Başbakan’ı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da imzası var) olmasına rağmen AKP Hükûmeti; bu kararı gizlemiş ve kararın tersine bir siyaset izleyerek kamu alanlarında Hizmet Harekâtı’nın güçlenmesini sağlamıştır.

Daha kötüsü, AKP Hükûmeti; Hizmet Harekâtı’nın yapacağı ayaklanma ve darbe girişimi gibi eylemlere karşı MGK kararı uyarınca 1. Ordu tarafından hazırlanan Plan ve Seminer dökümanlarını, her türlü sahtekârlık yöntemlerini kullanarak değiştirip “Darbe Planı”na dönüştüren Cemaat elemanlarını desteklemiş, özel yetkili savcıları ve mahkemeleri etkilemiş, yasal olmayan teşviklerde bulunmuştur.

Ergenekon, Balyoz, K.C.K., Poyrazköy, Casusluk, ODA TV, gibi davalar adı altında muhalif –özellikle ABD’nin Ortadoğu Projesi’ne ters düşen– binlerce kişinin neo-faşist yöntemlerle haksız olarak cezalandırıldığı ve tasfiye edildiği 17-25 Aralık yolsuzluk rezaletinden sonra açıkça ortaya çıkmıştır.

AKP, 7 Haziran 2015’te yapılan genel seçim sonunda iktidar olmak için gerekli oy çoğunluğunu yitirmiş, baskı ve şiddet altında yenilenen 1 Kasım 2015 genel seçiminden sonra yeniden iktidar olmuştur. Hükûmet kurulmuş ve “Paralel Hükûmet” diye yeni bir kavram ortaya çıkmıştır.

Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıran Anayasa değişikliğinde yapılacak halk oylamasını başkanlığa giden yolu açmak için kullanma amacı, CHP’nin değişiklik tasarısına olumlu oy vermesiyle ortadan kalkmıştır.

Başkanlık yolu açılmayınca, Saray bir gecede AKP Hükûmeti’ni yıkmış ve yerine Binali Yıldırım’ın Başbakan olduğu hükûmetin kurulmasını sağlamıştır.

Bu durumda, umudu tükenen Hizmet Harekâtı, Saray’ın tasarrufunu “sivil darbe” olarak yorumlamış ve bu sivil darbeye karşı “askerî darbe” yapmaya kalkışmıştır.

Ortaklar arasındaki kavganın temel nedeni; elbirliği ile itibarsızlaştırıp güçsüzleştirdiklerine inandıkları orduyu kullanarak tek başına gerçek iktidar olmak niyetleridir.


DARBE KALKIŞMASI VE SONRASI


Yaptığımız araştırma inceleme ve gözlem sonuçları açıkça gösteriyor ki, Hizmet Harekâtı’nın bir stratejisi var. Darbeciler stratejiyi meşreplerine uygun olarak hile-i şeriye üzerine oturtmuşlar.

Ordu içinde; birinci kademede güçleri yok, ikinci kademede güçleri az, üçüncü kademede güçleri çok, tabanda güçleri yok.

Darbe harekâtı yukarıdan aşağıya doğru örgütlendiğinden; Komutan çok, Asker yok.

Genel durum: Güç az, hile-i şeriye şart.

Yapılacak takiye : Başlangıçta gerekli yerlere verilen emirler bildirimler söylemler, Genelkurmay Başkanlığı imalı olacak. Bunun için maddî temel oluşturulacak. Genelkurmay Başkanı sözle veya zorla ikna edilecek, edilmez ise esir alınacak.

Hareketin en büyük katından en küçük katına kadar aynı taktik uygulanacak; güçlü gözük, takiye yap, kandır, güç topla, vur!..

Kalkışmaya karşı; stratejik amaç, darbeyi bastırmaktır. TSK’deki ve Türkiye’deki kurumların kuruluşların içindeki Hizmet Harekâtı mensuplarının ortaya çıkartılarak tasfiye edilmesinin yolunu açmak için hazırlanan operasyon planı; 1. Ordu, Özel Kuvvetler, Polis Özel Harekât, Eskişehir Ana Jet Üssü Komutanlığı tarafından mükemmel bir şekilde uygulanarak kalkışma kısa zamanda (saat 22-23 arasında) kontrol altına alınmış, halkın katkılarıyla sabaha karşı bastırılmıştır.

Darbe kalkışması emir komuta zinciri doğrultusunda başarılı olsaydı bile yine bastırılacaktı. Belki o zaman darbeciler daha fazla, darbeye karşı çıkanlar daha az zayiat verecekti.

Paralel Hükûmet’in; Hizmet Harekâtı kanadı Baş İmam’ı 17-25 Aralık yolsuzluk rezaletinin açığa çıkmasından bir süre sonra televizyon ekranlarında “Allahım, Şeytanla işbirliği yapanları affetmezsin, ben Şeytanla ortak oldum, beni affet!..” diye yalvararak suçunu ikrar etmişti. Şimdi “Hizmet Harekâtı” hesap veriyor.

Paralel Hükûmet’in AKP kanadı adına Yürütme’nin Başı ise, açık bir toplantıda “Rabbim de Milletim de bizi affetsin” diyerek suçunu ikrar etmişti.

“Bunlar ne zaman hesap vecek?..” diye soruluyor. Biz o kadarını bilemeyiz. Hesap işi, muhalefetin dirayetine ve halkın sağduyusuna bağlıdır.

Gerçek açıkça ortadadır. Nakşiliğin bir kanadından IŞİD (İD), öbür kanadından DARBE çıkmıştır.


SONSÖZ


ABD-İngiltere ortaklığı tarafından yürütülen BOP’nin Türkiye’nin de geri cephe olarak yer aldığı birinci aşaması olan Ortadoğu Projesi (OP) tamamlanmış, dolayısıyla Türkiye’nin “Eşbaşkanlığı” da sona ermiştir. İkinci aşama için kurulan geri cephede Türkiye’nin yeri yoktur.

Ortadoğu Projesi döneminde operasyonel misyoner olarak kullanılan Hizmet Harekâtı’na gerek kalmadığından, operasyonel yanının tasfiyesine göz yumulmuştur.

CIA Direktörü’nün  Euronews Türkçe  televizyon kanalında yaptığı söyleşide Türkiye’deki darbe girişimiyle ilgili bir soruya, gülerek mealen “kalkışmanın olacağından haberimiz vardı ama dahlimiz olmadı” cevabı, ABD’nin darbecilerin tasfiye edilmesini onayladığının kanıtıdır.

Ortdoğu Projesi tamamlandıktan sonra Türkiye’nin temel politikası (ekonomi politik, siyasi, askeri, vb.) Batı ekseni doğrultusunda ortaklık, Doğu ekseni doğrultusunda müttefiklik’tir.

Türkiye’deki finans kapitalin % 90’ına ve reel yatırımların % 65’ine sahip olan Avrupa ülkeleriyle Türkiye’nin ekonomi politik ortaklığı vardır. Dört milyona yakın T.C. vatandaşı bu ülkelerde yaşamaktadır.

Unutmamak gerekir, ABD-İngiltere ortaklığı genel politikasını BM ve NATO dışında uygulamaktadır. NATO’yu BM’yi yedek güç olarak kullanmaktadır.

Türkiye’nin temel politikasına ters düşen siyasî partilerin örgütlerin yapıların tamamı zaman içinde tasfiye olunarak sönüp gidecektir.

Aşağıdaki belgeyi yararlı olacağı umudu ile yayımlamayı uygun gördük.


Ali Yıldırım
09.09.2016




Ayrıntıları görmek için tıklayın!..


Ayrıntıları görmek için tıklayın!..


İnönü’nün Makalesi

GAZETEMİZE YAZDIĞI BİR MAKALEDE İÇ VE DIŞ MESELELERİ TAHLİL EDERKEN DEVLET REİSİ DİYOR Kİ:

Dünyanın nereye varacağı belli olmayan buhranı içinde Türkiyenin demokratik gelişmesinin zehirsiz ve sâkin bir hava içinde ilerlemesi için hayatî bir ehemmiyettedir.

YENİ BİR HİZMET UNSURU

Yazan : İSMET İNÖNÜ
Türkiye Cumhurbaşkanı

Basın âlemine girdiğinden haberdar olduğum “Hürriyet,. gazetesine, arzusu üzerine, iyi dileklerimi yazıyorum. Bu vesile ile 1948 ilkbaharı başında memlekette yaptığım oldukça geniş seyahatten memnun döndüğümü söylemek isterim. Çukurova felâketinde vatandaşlarımı, ıztırabın şiddetli olduğu günlerde görmüş ve çok müteessir olmuştum. Onları on gün sonra milletçe ve hükûmetçe kendilerine gösterilen ilgiden ümitleri artmış ve çalışıp kalkınma arzuları tazelenmiş olarak bulmak beni çok teselli etti.

Seyahatimin, iyi bir tesadüfle, kıymetli hâtırasını Raman dağındaki petrol kuyusu teşkil ediyor. Bir bütün gün Raman dağındaki yeni cevheri seyrettik; memleket için geniş ve hayırlı ihtimaller üzerinde uzmanların tetkik ve tahminlerini zevkle dinledik.

Gaziantep, Maraş, Malatya, Elâzığ, Tunceli, Bingöl, Diyarbakır, Mardin, Siirt illerimizin halkları, Urfa ve Bitlis illerimiz ve pek çok ilçelerimizin heyetleri ile memleket meseleleri görüştüm. Vatandaşlarım eksikleri bilen ve bunların bir an evvel tamamlanmasını isteyen bir arzu ile bütün düşüncelerini bana anlattılar. Dolaştığım yerlerde halkımızı meşgul eden mevzuları tekrar öğrenmiş olmak istifadeli olmuştur.

Siyasi partilerin karşılıklı münasebetlerinde tahakkuk eden terakkiyi derhal farkettim. Evvelki seyahatımda başladığını gördüğüm iyilik büyük bir gelişme ve tekâmül kazanmıştır. Herkes fikirlerini ve programlarını biliyor. Partiler emniyet ve huzur içinde siyasi davalarını azimle takibederken, partiler üstünde olan vatan meselelerini göz önünden ayırmıyor, hele birbirine hiç düşman olmuyorlar. Açık bir surette göze çarpıyor ki, medenî bir insan cemiyetinde hür vatandaşlar münasebetlerini sağlam esaslar üzerine kurmuşlar. Dolaştığım geniş bölgelerde partilerin çalışmaları için koyduğum bu teşhisin büyük kıymeti vardır. Dünyanın nereye varacağı belli olmayan buhranı içinde Türkiye’nin demokratik gelişmesinin zehirsiz ve salim bir hava içinde ilerlemesi memleketimiz için hayati bir ehemmiyettedir. Siyasi partilere mensup olan vatandaşlarım her yerde beni, iç ve dış büyük vatan meselelerinde beraber mücadele edeceklerine yürekten temin ettiler. Türkiye medenî âlemin anladığı mânada hürriyet ve demokrasi hayatı içinde yeni bir ilerleme ve gelişme yolundadır. Herşeyden kıymetli olan kendine güven ve vatanın geleceğine güven duyguları diri ve tazedir. Bu duyguları korumak yolunda tesirli bir hizmet unsuru olarak “Hürriyet” gazetesine engin başarılar dilerim.

İSMET İNÖNÜ


Ayrıntıları görmek için tıklayın!..


Gazetemize yazdığı bir makalede
CELÂL BAYAR DIYOR KI :

Demokrat Partinin Programı kül halinde tatbik olunduğu gün memleketimizde büyük değişiklikler olacağına ve milletimizin bu yüzden refaha kavuşacağına şüphe yoktur.

Yazan : CELÂL BAYAR
D. P. Genel Başkanı

Hürriyet Gazetesi benden bir yazı istediği zaman neslimizin hürriyet uğrundaki mücadelelerinin hâtıraları içinde kaldım.

Bizim neslimiz, hürriyet mefhumu üzerinde duran “Genç-Türk” Edebiyatının tesiri altında siyasi hayata girmiştir. Ben de, Millet hayatı ile alâkadar olan bu mevzuu ele almak istedim. Bazı tarihi hadiselere kısaca temas etmeyi düşündüm.

Henüz çok genç iken Mutlakiyet devrinin, padişahlar idaresinin tazyikini duymaya başlamış idim. İstibdadın ıztırabı altında kendimi bir kuyu içinde dünyadan habersiz, teneffüs etmekten mahrum bir insan gibi görüyordum. Hayatı da bu havasızlık içinde mânasız buluyordum.

Meşrutiyet inkılâbı tahakkuk eder etmez hürriyet aşkı büyük bir heyecan ile memleketi sardı. Bütün kalblerde taze bir ümid ve şevk uyandırdı. Bu arada ecnebi tazyikinin bariz bir ifadesi olan kapitülâsyonlar gözümüze batmaya başladı. Görüyorduk ki, ferdî hürriyetle beraber millî hürriyet ve tam manası ile istiklâlimize kavuşmak için kapitülâsyonların memleketimizden sökülüp atılması iktiza ediyordu.

Diğer tarafdan yabancılar, fena idare yüzünden zayıf düşmüş vatanımızı kolayca yutulur bir lokma sanıyorlardı.

Bu durum karşısında millî birliğe dayanan bir müdafaa ve emniyet cephesi yaratmak lâzım geliyordu. İşte meşrutiyet devrinde, bu devri açanlara ve gençliğe düşen başlıca vazife bunlardı. 1914 – 1918 harbinin mağlûpları arasında bulunuşumuz, memlekete çok pahalıya mal olmuştu. Ankara’da bin bir felâket içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve hükûmetinin kuruluşu bizim için bir kurtuluş, bir hamaset ve aynı zamanda millî hâkimiyet devri olduğuna şüphe edilemez.

Burada, tam bir hakikat olarak ifade edilmelidir ki; memleketi, bir ferdin idaresi altında toplayarak kurtarmak prensibi fiilen iflâs etmiş, buna mukabil millî hâkimiyeti temsil eden kuvvetin muvaffakiyeti kendini göstermiştir. Yâni “Kayıtsız şartsız hâkimiyet milletindir.” düsturu muzafferiyetin âmili olmuştur.

Ne garip tecellidir, Ankara’da çalışanlar, bir tarafdan millî iradeye dayanan bir devletin temellerini atarken, diğer tarafdan “Padişahımız efendimiz, hür ve müstakil olarak kendini milletin agûşu sedakatinde gördüğü gün Millet Meclisinin tanzim edeceği esasatı kanuniye dairesinde vazı muhterem ve mübecceliyeti ahz eder” diyorlardı. Saray ve Babıâlinin hiyaneti ve hâdiselerin nasıl inkişaf ettiği malûmdur. En iyi devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu neticesine varıldı. Bugünkü Anayasamız mütekâmil şekli ile tedvin olundu.

Fakat salim bir surette işlemesi için yalnız bir Partinin varlığı kâfi gelmediğinden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve onu takip eden Serbest Fırka kuruldu.

Her iki fırkanın yürümediği muvaffakiyet temin edemediği anlaşıldıktan sonra bir fasıla devri baş gösterdi. İşte bu fasıla devri arasında Demokrat Parti bin bir müşkülâta göğüs gererek meydana atıldı.

Partimiz demokrasiyi millî menfaata ve insanlık haysiyetine en uygun  bir prensip olarak tanıdı. Türk milletinin bütün meziyetlerine olduğu gibi siyasî hayatta da olgunluğuna inandı.

İnsanlık haysiyetine inanan ve bu haysiyetin ancak insanlık ana haklarının teminat altında bulunası ile korunabileceğini kabul eden Partimiz bütün devlet mevzuuatında bu prensiplere aykırı hükümlerin bulunmamasını sağlamakla kendisini mükellef bilmektedir.

İnsanlık ana haklarından bahsederken bu mefhum arasında “korkudan masun olma hürriyetinin” de mevcud olduğu kabul edilmelidir.

Herhangi bir zaruret veya sebeple bu prensiplere muhalif olarak yapılmış kanunların tadil tasfiyesine çalışmak Partimizin esaslı gayelerinden biridir. Demokrat Partinin Programı kül halinde tatbik olunduğu gün memleketimizde büyük değişiklikler olacağına ve milletimizin bu yüzden refaha kavuşacağına şüphe yoktur.

Bize temin edildiğine göre, Hürriyet gazetesi bu prensiplerin sadık müdafii olarak en ileri teknikle matbuat sahasında yer alacaktır. Şu halde bu değerli neşir vasıtasına muvaffakiyetler dilemek bizim için bir vazifedir.

Bu vazifeyi ifa ederken bahtiyarlık duymaktayım.